Sisli Kasaba ve Kaybolan Zaman - Hikaye

Ekim 10, 2025 - 12:43
 0
Sisli Kasaba ve Kaybolan Zaman - Hikaye

**Çünkü kaybettiklerimiz, çoğu zaman bize hayatın en derin sırlarını öğretir. Zamanı, sevgiyi ve insanı değerli kılmak cesaret ister. Ve en önemlisi, kayıplardan sonra bile yeniden başlamak mümkündür.**

Mehmet kırk iki yaşındaydı. Bir zamanlar gürültülü sofraların, dost kalabalıklarının, çocuk kahkahalarının arasında yaşayan bir adamken, şimdi kendi sessizliğinin içine gömülmüş bir yabancıya dönüşmüştü. Boşanmanın ardından hayat, onun omuzlarına görünmez ama ağır bir yük bırakmıştı: yalnızlık. Günleri birbirinin kopyası gibiydi. Sabah, karanlık uykudan koparılıp işe gidiş; akşam, tükenmiş bir bedenle eve dönüş; ardından ise derin bir sessizlik. Kasabanın üzerine her akşam iner gibi çöken kalın sis, sanki onun ruhuna da sızmış, tüm duygularını gri bir örtüyle boğmuştu.

Bu kasabada insanlar, birbirlerini yüzlerinden değil, gölgelerinden tanırdı. Çoğu zaman sözcüklerden çok suskunluk konuşurdu; bakışlar kısa, adımlar telaşlı, sohbetler ise yarım yamalak kalırdı. Sis, yalnızca sokakların değil, kalplerin de hafızasını silmişti.

Bir akşamüstü, işten dönüş yolunda sislerin arasında bir siluet belirdi. Önce bir hayal sandı; ama adımlar yaklaştıkça, yüz hatları daha belirginleşti. Mehmet’in kalbi, uzun süredir unuttuğunu sandığı bir çarpıntıyla sarsıldı: Zeynep.

Yıllar önce ayrılmışlardı. Sessiz kırgınlıklar, dile gelmeyen cümleler, yarım kalmış vedalar… Hepsi, zamanın derin kuyularında kaybolmuştu. Ama şimdi, onun gözlerinde hâlâ eski sıcaklık vardı; yalnızca o sıcaklığın içine saklanmış bir hüzün, bir kırılganlık da… Zeynep’in bakışları, sanki yıllardır susan bir şarkıyı yeniden mırıldanıyordu.

“Hayat usulca akıp gidiyor, Mehmet,” dedi neredeyse bir fısıltıyla. “İnsanlar fark etmeden yok oluyor. Biz de kaybettiklerimizle dolu bir sisin içinde kaybolduk.”

O gece Mehmet, boş dairesine döndüğünde sessizlik hiç olmadığı kadar ağırdı. Evin duvarları üzerine yığılıyor, boş odalar ona unutulmuş yılları hatırlatıyordu. Yitirdiği dostlukları, elinden kayıp giden sevgiyi, artık geriye alamayacağı zamanı düşündü. İşin, paranın, alışkanlıkların peşinde koşarken aslında en kıymetli hazinesini tüketmişti: zamanı. Ve zamanla birlikte, kendi içindeki canlılığı da…

Sonraki günler, Mehmet’i kasabanın sokaklarında uzun yürüyüşlere sürükledi. Sisli kaldırımlarda ilerlerken, daha önce gözünden kaçmış ayrıntılar beliriyordu. Kapısının önünde sessizce oturan yaşlı bir kadın, çoktan kapanmış bir bakkalın solmuş tabelası, parkta sallanan bir çocuğun neşeli kahkahası… Kasabanın sessizliği artık bir yalnızlık değil, ona hayatın derin bir nabzını duyuran bir uyanış gibiydi. Her köşe başı, ona görünmez bir fısıltıyla hatırlatıyordu: “Hayat, ancak fark ettiğinde başlar.”

Zeynep’le yeniden görüşmeye başladılar. İlk buluşmalar, geçmişin gölgeleriyle ağırdı; eski yaraların izi, kelimelerin arasına sinmişti. Ama sabırla birbirlerinin gözlerine bakmayı öğrendiler. Yılların bıraktığı boşluğu ağır ağır doldurmaya başladılar. Mehmet, geçmişte yaptığı hataları telafi etmeye çabalıyor; Zeynep ise kalbinde saklı kırgınlıkları birer birer bırakıyordu.

Bir yaz akşamı, kasabanın küçük sahilinde otururlarken, ufukta kaybolan güneşin kızıllığı denize yansıyordu. Zeynep, dalgaların uğultusu arasında Mehmet’e döndü:
“Biliyor musun,” dedi, “seni kaybettiğimde hayat bana dayanılmaz bir yük gibi gelmişti. Ama yeniden bulmak… bana umudu geri verdi. Meğer kayıplar bile yeni başlangıçların kapısı olabiliyormuş.”

Mehmet gülümsedi; ellerini onun ellerine bıraktı:
“Kaybettiklerimiz, aslında saklı hazinelerimizmiş. Şimdi onları görüyor ve yeniden başlıyoruz.”

Yıllar birbirini kovaladı. Mehmet, kasabanın yalnızca işine gidip gelen sıradan adamı olmaktan çıktı. İnsanların derdini dinleyen, bir tebessümüyle teselli veren, küçük sözleriyle karanlıkları hafifleten birine dönüştü. Onun varlığı, kasaba halkına yaşamın en basit anlarının bile derin anlamlar taşıdığını hatırlatıyordu.

Artık Mehmet biliyordu: Geçmişin acıları, kaybolan yıllar bir zamanlar ağır yüklerdi. Ama onları kabullenmek, içlerindeki dersi görmek ve yeniden başlayabilmek, hayatın en büyük armağanıydı. Sis, artık onun için yalnızca kasabanın üzerine çöken bir doğa olayı değildi. Sis, insanların kalplerinde saklı umutları görünür kılan bir örtüydü.

Ve Mehmet, o örtünün ardında, hayatı yeniden keşfeden bir yolcuydu.

Yazan: 
Korhan Külçe

Tepkiniz nedir?

Beğen Beğen 0
Beğenmedim Beğenmedim 0
Sevdim Sevdim 0
Eğlenceli Eğlenceli 0
Sinirli Sinirli 0
Üzgün Üzgün 0
Vay Vay 0
Korhan KÜLÇE Ben; Kelimelerin sessiz ama derin gücüne erken yaşlarda kulak veren; fakat bu çağrıyı kaleme dökmeye ancak yıllar sonra cesaret eden bir anlatıcıyım. Çocukluk ve gençlik yıllarımda sözcükleri biriktirdim; kimi zaman defterlerin kenarına, kimi zaman zihnimin sessiz koridorlarına notlar düştüm. O yıllarda yazmak, bir eylemden çok bir bekleyişti, zamanla demlenecek bir içsel dilin hazırlığıydı. Yaşamın dönemeçlerinde sessizce biriken gözlemlerim ve iç konuşmalarım, sonunda kelimelere dönüşecek olgunluğa erişti. Yazıya geç başlamam bir gecikme değil, anlatacaklarımın derinleşmesine vesile olan uzun bir iç yolculuktu. Kalemimden dökülen metinlerde bu yolculuğun izleri açıkça hissedilir: kelimelerim acele etmez, duygularım yüzeyde gezinmez; her cümlem, yıllar boyunca içimde taşınmış bir düşüncenin ağırbaşlı yankısıdır. Benim dünyamda zaman yavaşlar, sesler usulca belirir; okur, hem kişisel hem evrensel bir anlatının kıvrımlarında kendi yolunu bulur. Kitaplarım… Onlar, içimde uzun yıllar sessizce yankılanan seslerin kâğıda bürünmüş hâli. Bir gecenin ortasında fısıldanan bir cümleden, bir sabahın ilk ışığında doğan bir düşünceden süzülüp geldiler. Her biri kendi zamanında, kendi mevsiminde yazıldı. Kimi bir yağmurun ince sızısıdır, kimi bir rüzgârın taşıdığı uzak bir hatıradır. Kelimelerimin arasından geçerken, belki kendi hikâyene benzeyen bir yankı duyarsın. Çünkü ben yazarken çoğu zaman kendime değil, sessizce bekleyen o görünmez okura seslenirim. Kitaplarım, yalnızca satırlardan ibaret değildir; onlar, kalbimin sakladığı seslerin, yıllarca konuşmayı bekleyen duyguların suretleridir. Ben sustukça onlar konuşur. Ben geçtiğim yerlerden uzaklaşsam da, onlar orada kalır, kelimelerin vefalı bekçileri gibi. Kitaplarım; Defne'nin Hikayesi - Fethiye'nin Sırları ve Kayaköy'ün Fısıltıları Elif'in Hikayesi - Gölgedeki Kadın Ece'nin Hikayesi - Güneşin Gölgesindeki Sır Alice'in Hikayesi - Küçük Bir Kalbin Yolculuğu Özlem'in Hikayesi - Zeytin Gölgelerinde Bir Tohum Farklı Hayatlar, Farklı Hikayeler İlişkiler Hakkında - 1 Biri Görür, Öteki Hisseder - Şiir Kitabı Sen de Haklısın Korhan KÜLÇE