Hokus Pokus 12.Bölüm
Grimsi kelebek...
İyi Okumalar:))
12.Bölüm: Grimsi Kelebek
Arel&Vuslat
24 kasım 2018/ 23:16
Bugün bir karar verdim.
Zihnimin boş odalarına geçmişimi sokmayacaktım. Çünkü geçmiş, ayaklarıma dolanmaktan başka bir şey yapmıyordu.
Odalarımı, geçmişime gömülmüş, geleceğimin ise aydınlatacağı karanlıktaki insanlarıyla dolduracaktım. Teker teker odalar dolduğunda da üzerlerine kilitleyip ateşe verecektim.
Bütün benliğimle biliyordum ki ortak bir amaç edinmiştim, ve ben bunu gerçekleştirecektim.
Geçmişim, ödeşmek istiyordu.
Geleceğim, ödeşmek istiyordu.
Şu anım ise tüm istekleri yerine getirmek istiyordu.
İsteklerim, hesap kesme biçimimdi.
Ve ben bunları yapacaktım.
Pars'ın kuralları,
Geçmişimin izleri,
Bulut takımının desteği,
Ve 5'te 5'in oyunlarıyla ben karanlığı yok edecektim.
-İkinci Yaşam.
*
Adımlarım merdivenlere yöneldiğinde rahatladığımı hissediyordum. Yavuz'a uyku ilacından başka bir şey vermemiştim. Ama, beni gerçekten iyi hissettirmişti. Satrançta da önce piyonlar hareket etmez miydi? ben ilk piyonu hareket ettirmiştim. Bir sonraki piyonu ilerletmekte diğerlerine kalmıştı.
5'te 5 ile birlik olduğumu artık kabul ediyordum. Yolun sonunda bana belki de zarar vereceklerdi, rollere bürünerek benimle ilişki kuruyorlardı ancak bunların hepsi birer ihtimaldi. Fakat, ben şu an bu zaman dilimindeydim ve onlara gerçekten değer veriyordum. Geleceği düşünmenin anlamı neydi ki? kendimi yormaktan başka bir işime yaramayacaktı.
Hayatımdaki gerçekler ve yalanlar beni kasıp kavurmuş, soluğumu kesmişti. Bundan sonra gelecek afetlere karşı herhangi bir tepki vermem de anlamsız olurdu. Uçurumdan düşmüş birine, 1. kattan atla derseniz size gülerek tepki verir. Benim hayatımda daha doğrusu bana verilen hayatta, bu benzetmeye gerçekten uyuyordu. Basıma gelebileceklerde yaşadıklarımdan daha beteri varsa eğer, bir an önce gelmesini istiyordum. Çünkü, gelecekte belki de yanımda kimsem olmayacak ve tüm kasırgaya bizzat ben kucak açacaktım. Ama şu anda 5't 5 vardı, ve ben yalnız değildim. Sırtlandığımız acıları kimse tamamıyla anlayamazdı. Yanında birilerinin olması ise o acının dinmesine sebep olurdu. Bu, tıpkı kasırgadan sonra meltemin esmesi gibiydi. Benim hayatımın çıplaklığı kasırgam, 5'te 5'se meltemimdi. Yağmur sonrası açan güneşi andırıyordu.
Ne zaman yumruk yaptığımı bilmediğim ellerimi çözdüm. Derin bir iç çekerek kamera odasına girdim. Düşüncelerimi bir kenara iteleyerek gözlerimi bir birinden farklı yüzlerde gezdirdim. Arel, ifadesiz yüzüyle kameraya bakarken Gazel ve Pars'ta vücutlarını kapıya doğru, -benim geldiğim tarafa,- döndürmüşlerdi.
Maske ve şapkayı çıkartıp masanın üstüne bıraktım. Gazel'in yüzüne alaylı sırıtmalar eşlik ediyor, Pars'sa sadece beni incelemekle yetiniyordu. Ona ne var dercesine baktığımda başını iki yana sallayarak tebessüm etti.
''Bir sonraki karşılaşma ha?'' diyerek Arel, başını bana çevirdi. ''Olmayacak öyle bir şey.''
Sesindeki otoriteyi hissettiğim gibi kahvelerimizi buluşturdum. Gazel'in yanına oturduğumda, ''Buna kim karar veriyor?'' dedim.
''Karar vermek için Yavuz'un yaşaması gerek, ama sonucunu az önce örnek vererek anlattığımızı düşünüyorum.''
Yaptığı açıklamayla gözlerimi ondan alarak susmayı tercih ettim. Arel'in lafları altında ezilmeyi sevmiyordum. Gerçekten susmayı düşünecekken Pars ve Gazel'inde, Arel'i onaylamasıyla vücuduma ani sinir dalgası yayıldı.
''Bana emir verme!'' diye tısladım adeta. ''Bu konuda haklı olabilirsin! ama, emir veremezsin.''
Arel, tek kaşını havaya kaldırdığında alnındaki çizgiler, bana doğru göz kırpmış; dudaklarını birbirine bastırmıştı.
''Kulaklarını aç ve beni iyi dinle,'' yüzünde beli belirsiz çillerin dikkatimi dağıtmaması adına, başımı kameraya çevirip onu dinledim. ''Ben, kendimi lider olarak görmüyorum. İnatla, lidermişim gibi davranıyorsun. Böyle bir şey demediğini biliyorum, ama gözlerin hiçte öyle demiyor.'' gözlerimi anında ona çevirdim. İşaret parmağını gözlerime doğru savurdu. ''5'te 5 bir değil, birlik. Bunu aklına kazı. Herkesin bir görevi var ve bu doğrultuda ilerliyor.'' kelimelerin her birini vurguladığında, ''Sana emir vermiyorum, olacakları söylüyorum. Ve bende, kendi görevimi yerine getiriyorum.'' deyip anında kameraya başını çevirerek benimle iletişimini kesti. Ben ise ifadesiz yüzümle ona bakmayı sürdürdüm.
Ellerimi birbirine geçirirken, ''Senin görevin neymiş?'' dedim konuşmanın devamını sürdürerek.
''Yeter bu kadar,'' dedi Gazel. ''Sizin atışmanızı dinlemek için gelmedim buraya.''
''Sadece seni değil her birinizi korumak.'' dediğinde gözlerini kameradan bir an olsun ayırmamıştı.
Bakışlarımı ondan çekerek önüme döndüğümde, ''katlıyorum.'' diyerek Pars'ta ekrana yönelip konunun üstüne toprak attı.
''Yavuz birazdan uyur. Siz, dinlenin ben nöbet tutarım.'' Arel'in de konuyu değiştirerek konuşmasıyla beraber, Gazel ve Pars'a baktım.
''Benim çıkmam gerek, sabah gelirim.'' Pars, ayaklanıp kot ceketini üzerine geçirdiğinde Arel, başıyla onayladı.
''Nereye gidiyorsun?'' Gazel, lenslerini çıkarmış, yeşilin tonlarında gezinen gözlerini Pars'ın mavilerine dikmişti.
''İşim var.'' diyerek tek düze sesiyle Gazel'i yanıtladı.
Pars'ın gözlerinde gördüğüm ani afallamaya daha önce hiç denk gelmemiştim. Bu durum garibime gitse de sessizliğimi koruyarak Gazel'e döndüm. Pars'ı, başıyla onaylamakla yetinmişti.
''Arkada da ufo ısıtıcısı, battaniye ve kettle var. İçeceklerde şuradaki dolapta istediğinizi kullanın.'' Pars, elleriyle işaret ettiği yerleri göstererek kapının girişine yöneldi.
Yüzünü bize dönderdiği sırada Gazel, heyecanla ''Cansın sen!'' dediğinde Pars, gülümseyerek Gazel'e baktı.
Gazel, dizlerinin biraz üstünde, siyah, pileli eteği göstererek, ''Bu etekle ne kadar üşüyorum haberiniz var mı?!'' diyerek sitem etti.
''Üşümüyorsun Gazel.'' Arel başını iki yana sallayarak gülmüştü. ''Pera olmak o kadar kolay değil, dememiş miydin?''
''Şu an Gazel'im ben. Öyle değil mi?'' Pars ve bana bakarak sorduğu soruya ikimizde yalnızca başımızı sallamakla yetindik. Gerçekten ürkütücü bakıyordu.
Pars, yaslandığı yerden doğrulup, ''Ben çıkıyorum. Bir şey lazım vs. olursa ararsın.'' deyip Arel'e ithafen konuşarak odadan çıktı.
Onun çıkmasıyla beraber Arel, daha önce fark etmediğim kapıyı açarak Pars'ın bahsettiği şeyleri çıkarttı. Kırmızı bir battaniyeyi bize doğru fırlattığın da Gazel, gözlerini devirerek hemen battaniyeye sarıldı.
''Gel buraya.''
Gazel'in yumuşak sesini duymamla başımı ona çevirdim. Battaniyenin ucunu açmış beni davet ediyordu. Yüzündeki sahici gülümsemeyle Pera'dan daha çok Gazel'e dönüşmüştü. Tabi çimen yeşiline dönüşen gözlerini unutmamak gerekirdi. Bende onun gibi gülümseyerek davetini kabul edip battaniyenin altına girdim. Gazel, başını omzuma yasladığında titrememek için kendini kastığını fark ettim. Tedirginlikle başımı, kafasından kaldırarak bana verdiği hırkayı çıkarttım.
''Üşüme, Pera'dan daha çok Gazel'e ihtiyacım var.'' dedim hırkayı ona doğru uzatıp.
Almamakta kararsız kaldığını anlayarak hırkayı kolundan geçirdim. Gazel, yüzündeki mahcup tebessümle bana yardımcı olarak kollarını uzattı.
''Aile saadetinizi bölüyorum, ama beni neden düşünmüyorsunuz?'' Arel'in sahte sitemiyle Gazel, kıkırdamaya başladı.
''Sana yer yok.'' dedi Gazel, kıkırtılarının arasından. ''Hem senin nöbet tutman gerekmiyor mu?''
Arel başını iki yana sallayıp Gazel'İn işaret ettiği ekrana doğru döndü.
Gazel'e bakarak fısıltıyla, ''Üşümeyecek mi? sabaha doğru hava iyice soğuyacak.'' dedim.
Benim gibi fısıltıyla konuşarak, ''Arel, soğukta kendini daha iyi hissediyor.'' dedi.
Başımı biraz eğerek yüzüne bakmaya çalıştım. Yüzünde buruk bir tebessüm vardı. Gözlerime sorgu ifadesi iliştiğinde dudaklarımı araladım, ''Neden?'' dedim.
Saçlarıyla oynamaya başladığımda, ''Bu da onun sırrı olsun mu?'' dedi.
Sorusunu daha çok kendine soruyor gibiydi. Sesindeki çocuksu tınıyı duyduğumda içimin sızladığını hissettim. Neden böyle hissetmiştim bilmiyordum, ama Gazel'in sesi, Arel'e karşı duvarlarımdan birini daha yıkmama vesile olmuştu.
''Arel'e dokunursan, soğukluğu hissedersin. Onunla savaşırsan sıcaklığını hissedersin.'' dedi uykuya dalmadan önce.
Yutkundum. Boğazıma acı tat yayıldığında kameradan gözlerini ayırmayan Arel'e baktım. Gazel, Arel'in soğuğu sevdiğini söylüyordu. Gazel, Arel'in vücudunun soğuk olduğunu ima ediyordu, ama ellerimi tuttuğunda sıcaklık hissetmiştim. Soğuğu değil...
Savaş mıydı bu?
Hayır, değildi.
*
Başımı Gazel'in kafasından kaldırıp etrafıma baktım. Arel, tam karşımıza geçmiş, masaya ayaklarını uzatmıştı. Elinde daha önce açtığım gri deftere bir şeyler çiziyordu. Ufonun ışığında yüzünün yarısını seçebiliyordum. Gözlerim masanın üzerindeki saate kaydığında şaşkınlıkla Arel'e baktım. Saat, sabahın yedisiydi. Bütün gece ayakta mı kalmıştı?
''Erkencisin.'' gözlerini defterinden çekerek bana baktı.
Gazel'in kafasını koltuğa yaslayarak ayağa kalktım. Ayaklarım uyuşmuştu ve hareket etmem gerekiyordu.
''Sıranın sana geçmesi gerekiyormuş.'' dedim hafif tebessümle.
Kalemi yanaklarında belli belirsiz gözüken çillerinde gezindirerek, '' Uykum yok. Otursana, sıkıldım.'' dedi.
Onaylayarak Pars'ın oturduğu sandalyeyi yanına doğru çektim. Defterine ciddiyetle döndüğünde bende yanındaki yerimi almıştım. Kameraya göz ucuyla bakarak Yavuz ve Arya'nın uyuyor olduğunu gördüm. Gözlerime boş bakışlar dolduğunda Arel'e tekrardan döndüm. Kağıda hızlı hızlı darbeler vuruyor, her darbede yüzü bambaşka hallere geçişte bulunuyordu.
''Biraz daha öyle bakmaya devam edersen, aşık olduğunu sanacağım.'' dedi gözlerini defterden ayırmayıp alayla dudaklarını kıvırdığında.
Çeneme yasladığım elimi indirerek başımı ondan çevirip Gazel'e döndüm. Dalgınlıkla onu izlediğimin farkında bile değildim. Söylediklerinde şaka yaptığından emindim, ama istemsizce gerilmiştim. Ellerimi saçlarıma götürerek oynamaya başladım.
''Şaka yapıyorum,'' defteri bırakarak omzuma dokundu. ''Bana aşık olacak kadar aptal değilsin.'' dedi gerginliğimi azaltmak adına.
''Sana aşık olmak aptallık mı?'' dedim doğrudan ona dönerek.
Kendini küçümseyişinden rahatsız olmuştum. Her insan sevmeyi, sevilmeyi hak ederdi. Arel'in yüzündeki afallamaya şahit olduğumda gözlerindeki perdeleri açmış gerçek benliğini gözler önüne sermişti.
Ondan cevap beklediğim sırada burukça tebessüm ederek bana baktı. Kahvelerinde gördüğüm parıltı nefesimi tutmama sebep olmuştu. Karşımdaki kişi Arel değildi. Arel gitmiş, sanki yerine oğlan çocuğu gelmişti.
''Aşka inanmayan birine aşık olamazsın.'' dedi defteri masaya bıraktığında.
Alayla dudaklarımı kıvırmış, ''Bende aşkın iki kişilik olduğuna inanmıyorum.'' diyerek daha çok araladım perdelerini.
Verdiğim yanıt hoşuna gitmişti. Sağ kaşını kaldırarak devam etmemi beklediğini gösterdi, ama ben, beklediği cevabı vermeyerek susmayı tercih ettim.
''Aşk doktorumu kesildin başıma(!) yoksa bana aşık olduğunu mu ima ediyorsun?'' dedi sahte ciddiyetiyle.
''Henüz o kadar aptal değilim.'' dedim onu, kendi lafıyla vurarak.
Sırıtarak, ''Farkında mısın, laflarımı çalıyorsun. Sana telif atabilirim?'' sırıtması, gülmeye dönüşmüştü.
Bende gülerek ona katıldım.
''Deftere ne çiziyordun?'' diyerek konuyu değiştirdim.
Arel'in dudakları tek bir çizgi halini aldığında yanlış bir şey söylemiş gibi hissettim. Defterde ne olduğunu biliyordum, ama o bunu bilmiyordu. Ayrıca defterin amacını merakta ediyordum.
''Al bak.'' deyip kaşlarıyla defteri işaret etti.
Şaşkınlıkla yutkunarak deftere baktım. Dudaklarımı dişlediğimde defteri elime aldım.
''Yanlış bir şey yapmıyorsun. Benim defterim, ve sana açman için izin veriyorum.'' dedi içimi rahatlatmaya çalışarak.
Benim endişelendiğim defterin içindekileri daha önce görmüş olmamdı. Ne tepki verecektim? oyunculuğumu konuşturarak sahte şaşkınlık, merak mı gösterecektim? Hayır, duygularımı evirecektim. İçindekileri merak etmiyordum, onların anlamlarını merak ediyordum. Bundan güç alarak titrek nefesle ilk sayfayı açtım.
''Bunlar senin sembollerin mi?'' dedim sayfada dağınık halde duran birkaç sembolü göstererek.
Başını iki yana sallayıp, ''Bu örgütün simgesi, geri kalanlar ise benim işaretlerim.'' dedi.
''Ne gibi işaretlerin?'' diyerek başımı sağa yatırdım.
''Bazen semboller çiziyorum, kendiliğinden.'' başını sola yatırıp yüzüme baktı. ''Tabii özel bir anlamı falan yok.'' deyip dudaklarını birbirine bastırdı.
Söylediklerinden tatmin olarak bir sonraki sayfaya geçtim. Ortaya Pars, olarak düşünmeme sebep olan kelimeler çıkacaktı. Öylede olmuştu. ''Sadece piyano.'' dedim kelimeyi tekrar ederek.
''Sadece piyano.'' Arel'in de kelimeyi tekrar etmesiyle kahvelerimizi buluşturdum.
Gözlerinde saf üzüntü vardı. Dudaklarında ise hiç eksilmeyen burukluk...
''Pars, neden piyano çalmak istiyor?'' dedim sayfayı işaret ederek.
''Pars, piyanomu çalmak istiyormuş?'' dedi sorumu yineleyerek.
Kaşlarımı hayretle kaldırarak yüzüne baktım. O da aynı şekilde bana bakıyordu.
''Bana piyano çalmak istediğini söyledi.'' dedim parmaklarım resmin üzerinde gezinirken.
Arel, kahvelerine perdeleri sert bir şekilde çekerek camı aralamama izin vermedi. Yüzü ifadesizliğe bürünmüş, Gazel'in yüzünde gezdirmeye başlamıştı. Bir anda derin düşüncelere daldığında, ''Pars ve gizemleri.'' dedim mırıldanarak.
''Pars ve Gerçekleri.'' diyerek düzeltti beni.
Gözlerini bana çevirip kahvelerimizi bu kez o buluşturdu. ''Sandığından daha farklı biri o.'' deyip yine burukça tebessüm etti.
''Zamanla farklı taraflarını göreceğim.'' diyerek gülümsedim.
Pars Tekin, o tüm anahtarların açamadığı kapalı bir kutuydu. Kimse onu gerçek manada tanımazdı. Kendisi bile kendini zar zor tanırken insanların onu tanımasını, anlamasını beklemezdi. Onun tek bir ideolojisi vardı o da tüm kaleleri yıkmaktı. Kaleyi yıkmak demekte, dünyadaki tüm tutsakları özgür bırakmak demekti. Sırıttım, aylar önce defterime yazdığım sözcükleri birinci yaşamımın Vuslat'ı gözler önüne sermişti. Fakat yanılmıştım. Arel Özbey, Pars Tekin'i tanıyordu. Hemde herkesten fazla, herkesten çok.
''Zamanla değil, özgünlüğünle göreceksin.'' diyerek tekrardan beni düzeltti.
Yanaklarımı şişirerek, ''Tamam, doğru konuşuyorsun, ama sürekli beni düzeltmen sinirlenmeme sebep oluyor.'' dedim.
Dudaklarından küçük bir kıkırtı koptuğunda dirseklerini sandalyeye yerleştirip yüzüme yaklaştı.
''Sinirlenme o zaman?'' dedi keyif aldığını belirterek.
''Arel...'' dedim sitem ederek. ''Zevk alıyorsun değil mi?''
Dudaklarını birbirine bastırarak, ''Evet.'' dedi.
Dürüst tavrıyla yüzüne dikkatle baktım. Kısık sesle gülüyor, gözlerinin içi parıldıyordu. Onun gülmesiyle dudaklarımda belli belirsiz tebessüm oluştuğunda Arel'İn parıltılı gözleri dudaklarıma kaydı.
''Romantik komedi filminde olsak şu an sana 'sinirlenmen hoşuma gidiyor...' demem lazımdı.'' sona doğru sesini inceltmiş, taklit yeteneğini konuşturmuştu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken, ''Ama ben esas oğlan değilim.'' diyerek omzunu kaldırıp indirdi.
2.kez söylediği replikle beraber gülmeye başladım. Benim gülmemi bekliyormuş gibi gülmeye devam ettiğinde, Gazel'in mayışık haliyle mırıldanmaya başladığını duyduk.
''Biraz daha gülersek, bağıracağından eminim.'' dedi Arel bana açıklama yaparak. ''Uykusundan uyanınca kızgın bir boğaya dönüşebilir, aklında bulunsun.''
Gözlerimi bölerterek Arel'e döndüm. Ciddi miydi? şaşkınlığım yüzümde yer edindiğinde, ''Çocukken uykusundan birçok kez zorla uyandırmış, olabilirim.'' dedi sol eliyle koyu kestane saçlarını karıştırarak.
Gülümseyerek Arel'e baktığımda bulunduğumuz ortamın ayaklarımın altından kaydığını hissettim. Yavuz yokmuş gibi, Arya yokmuş gibi. Sadece ben, Gazel ve Arel varmış gibi hissetmiştim. O kısacık an, üç farklı insanın anılarının kırıntılarını önlerine döküp; ruhlarını doyurmuştu. Gazel uyuyordu, ancak Arel, onuda sohbete katıyordu. Hatta Pars'ı da. Ve hatta bir sonraki sayfaya geçtiğimizde Ceren'i katacağı gibi. Gülümsedim. Sahici bir gülümsemeydi bu. Artık anlamaya başlamıştım. Arel'in herkese yetecek koca bir kalbi vardı, ama ortada kendine yetecek bir kalp bırakmıyordu. Gazel'e, Pars'a, burada olamayan Ceren'e ve bana... hepimize karşı içtenlikle duygularını göstermekten kaçınmıyor, sıra kendine geldiğinde ise gizlenmeyi seçiyordu.
Bunu kendini küçümseyişinden, Gazel'in geçmişe atıfta bulunmasından ve eğitimimde geçen sürede yaşadıklarımızdan anlamıştım. Arel'in geçmişinde, Gazel'in veya başka birinin bana anlatmadıkları vardı. Gömüp çıkarmakta reddettiği şeyler vardı...
Aklıma çakılan ani şimşekle Pars ve Arel'i ne kadar benzettiğim fikri ortaya döküldü. İkisi de birbirine gerçek manada benziyorlardı. Duygularını yaşayış biçimleri ve zekalarını gösterdikleri kelimeleri... Tıpkı birbirlerinin yanılsamasına dönüşmüşlerdi. Tek bir farkla! Arel, geçmişine ait duyguları saklayıp; şimdiye ait duygularını, açıkça belli etmeyi tercih ederken Pars, duygularını nadiren göstermeyi seçiyordu.
''Daldın.'' elini yüzümün önünde sallayarak, ''2 oldu bu. 3. de gerçekten aşık olduğunu düşüneceğim.'' diyerek kendini geriye çekti.
Yüzümü buruşturarak düşüncelerimi odalara kilitleyip Arel'e döndüm. Ekrana kısa süreli baktığında gözlerindeki ani kaymayı görmüştüm. Pars'ın gözlerinde okyanusun dalgaları hakimken Arel'in gözleri toprak kaymasını andırıyordu. Arel, yeryüzünün toprağı; Pars ise Okyanusuydu.
''3 olacak ama?'' Arel'in ima yaparak konuşmasıyla gözlerimi ondan aldım.
Dalga geçtiğini bilerek Gazel'e baktım. O ise gerçek manada güneşi anımsatıyordu. Gazel, olarak insanları şefkatiyle, yüreğiyle ısıtıyor; Pera olarakta kavuruyordu.
''Uğraşmayı bırak artık.'' dedim bir sonraki sayfaya bakarak.
''Gerçekleri söylüyordum oysaki?'' diyerek bana doğru döndü.
''Sus artık,'' dedim tebessüm ederek. ''Umut, kanatlarında saklı. Sen mi yazdın? yoksa Ceren'in cümlesi mi?''
Dudaklarını büzüştürüp başını sola yatırdı. Böylelikle daha rahat birbirimizi görür olmuştuk.
Sorgular ifadesiyle, ''sence kimin cümlesi olabilir?'' dedi.
''Senin,'' dedim dürüstlükle. ''Umut, gerçekten yaşıyor mu?''
''Hangisini sorduğuna bağlı. Umut etmek mi? yoksa bebek umut mu?'' dedi gözlerini yüzümün her noktasına değdirerek.
''Bebek umut yaşıyorsa umut edilir.'' dedim, bende ona bakarak.
Arel'in yüz ifadesine bir anda tatminlik yerleşmişti. Gülümsediğinde yanağının iki yanında çıkan kat izleriyle, sahici olduğunu düşündüğüm gülümsemeyle bir süre öylece baktı. Bakışlarımı ondan kaçırarak, ''Yaşıyor mu?'' dedim beklentiyle ona baktığım sırada.
Arel, gülümsemesini genişlettiğinde, ''Yaşıyor,'' dedi fısıltıyla, fakat sesindeki mayhoş tını insanı kendine gittikçe çekiyordu.
Bende gülümsemeye çalıştığımda, ''Bunu nasıl öğrendin?'' dedim.
Yüz ifadesi puslu bir ifade almış, dudaklarını bir birine bastırarak gülümsemesini tekrardan burukluğa getirmişti. ''Ceren, benim için oldukça özel bir insan. Bir annenin, evladının kokusunu çekemediği halde özleyebileceğini hiç düşünmezdim. Tamam, dünyada evlatlarında düşkün insanlar var, ama benim karşıma hiç öyle insanlar çıkmamıştı. Ceren ise benim için ilkti. İnancımın olmadığı konuda bana inanç sağlamıştı, dayanamadım... Araştırdım.'' gözlerinde gördüğüm keder içim acımasına yol açtı. Arel'in geçmişinde ailesi ile ilgili sorunları vardı. Özelliklede annesiyle. Yoksa Ceren yerine ilk onu söylemez miydi? ''İşin içinde kimin olduğunu bilmiyorum ama bebeğin ölmediğini biliyorum. Gazel'in hastahanede çalışan bazı doktor tanıdıkları var. Gazel'de tıp okuyor, ama bir süreliğine dondurdu. Anlayacağın okuldan arkadaşları.'' şaşkınlıkla Gazel'e baktım.
İzlediğimiz bir filmde yaptığı yorumdan dolayı Gazel'e hayranlıkla bakmıştım. O ise beni, 'sadece teknik bilgiler biliyorum.' diyerek geçiştirmişti. Tıp okuduğunu söylememişti. Mütevaziliği karşısında tebessüm ederek Arel'e baktım. Başını masaya çevirmiş, bana bakmamakta ısrar ediyordu.
''Kameralara baktığımızda yüzü kapalı, gençten birinin bebeği götürdüğünü görmüştük. 1 yıldır araştırıyorum. Fakat hiçbir yol kat edemedim.'' ellerini yumruk yaptı, ''Ama bulacağım, umut'u bulup Ceren'e vereceğim.'' dedi kararlılıkla.
Yüzünü sadece ufonun ışığıyla seçebiliyordum, ama gözlerindeki kararlılık, beni delip geçmişti. Arel'i ilk defa bu kadar ciddi görüyordum ve yüz hatlarındaki o çocuksuluk bir anda yok olup gitmişti. Çenesini sıkmış, parmak boğumları beyazlamıştı.
''Ceren'e gerçekten değer veriyorsun.'' dedim gülümseyerek.
''Veriyorum.'' dedi açık açık. ''Ceren'i olmayan ablam olarak görüyorum. Ablam, o benim. Sen, onu pek tanımıyorsun, fakat gerçekten bilgili, eğlenceli, korumacı ve daha birçok duyguyu yaşayan, yaşatan biri.'' gözlerine bu kez saygıyla sevgi karışımı duygular yüklenmişti.
Arel'e bir kere daha hayran olmuştum. Sahipleniş biçimi gerçekten paha biçilmezdi. Onu ilk gördüğüm an, asla böyle bir karaktere sahip olacağını düşünmemiştim. Düşüncelerimi kovalamış, ön yargıya kapılmıştım.
''35 yaşında ama içinde hala çocuksu umutları yaşatan biri. İçindeki çocuğu öldürmemek için inatla, tüm zorluklara göğüs geren biri.'' diyerek yumuşamış yüzünü bana çevirdi.
Kendini sakinleştirme biçimi gerçekten taktir edilesiydi. Cümleden cümleye duygu geçişleri yaşıyordu. Ardından da geçişleri yine kendisi kesip atıyordu. Dudaklarımı dişleyerek diğer sayfayı açtım. Burası Arel ve Gazel'in sayfasıydı.
''Ariel...'' deniz kızının kuyruklarına dikkatle baktım. ''Bu sayfa da sen ve Gazel'i anlatıyor o zaman?'' dedim ilgiyle.
Arel, beni şaşırtarak başını iki yana salladı. Gözlerim kısılırken ağzından çıkacak kelimelere kulak kabarttım. Sırıtarak, ''Dünyayı sevmeyen birine zorla dünyayı sevdiremezsin. Dünyayı sevmeyen birine güzellikleri göstererek de sevdiremezsin. Ona, duyguların gerçekliğini gösterirsen, ancak o zaman dünyayı sevmeye başlar. Tek bir fark vardır. O da dünyasında artık seninde olmandır.'' yüzü ifadesizliğe büründüğünde, ''Onun dünyası yoktu ve bende onun için bir dünya yarattım. İçinde Ariel'in olduğu bir dünya...'' diyerek Gazel'e baktı.
Sinsice sırıttığında gözlerine de aynı duygu ilişmişti. ''Ariel, Gazel ve Arel'in dünyaya seslenişi, güneşin iblisleri kavurması, yeryüzünün gökyüzüne gebe kalmasıydı. O sayfa Gazel'İn sayfası. Ben ise sadece bir konuğum.''
Sessizliğimi koruyarak kahvelerimi bir sonraki sayfaya çektim. Gördüğüm resimle beraber nutkum tutularak Arel'e baktım. O ise dudaklarını içe çekerek baskı yaptıktan sonra, ''Beğendin mi?'' diyerek merakla sordu.
Defterine beni de çizmişti. Gazel'in başı omzumda benim başım ise onun kafasındaydı. Tıpkı az önce uyuduğumuz pozisyondaki halimiz gibi resmetmişti. Arel'e gözlerimi çevirdiğimde benden hala yanıt bekliyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp mahcup ifadeyle gülümsedim.
''Beğenmemek mümkün mü?'' dedim sesimle oynama yaparak. Gözlerim irileşmiş, dolgun dudaklarım şaşkınlıktan aralanmıştı. ''Gerçekten resim yeteneğin oldukça iyi.'' dedim onu yücelterek.
Arel, bakışlarını benden alarak yere çevirdi. Gözlerine mutluluk kırıntıları yerleşmişti, ve ben, o kırıntıların sebebi olduğum için mutlu olmuştum.
''İzinsiz çizdiğim için kızarsın sanmıştım.'' dalga geçtiğini belli edip göz ucuyla bana baktı.
Gözlerimi abartarak devirdiğimde tebessüm etti. ''Eh, bu güzelliği pek iyi çizememişsin ama ne yapalım, idare edeceğiz.'' sona doğru kendimi göstermiş, hayıflanmıştım.
''Tanrı, seni en güzel şekilde resmetmiş. Ben sadece bakan kısmıyım.'' dedi doğrudan gözlerime bakarak.
Yutkundum, yutkundu. Gözlerimi ondan kaçırarak oda da gezindirmeye başladım. Arel'in iltifatı karşısında istemsizce utanmıştım. Beni güzel bulması önemli değildi, sadece söyleyiş biçimi yüreğime oturmuştu.
''Sana bir şey itiraf edeceğim,'' dediğinde bakışlarımı kendisine çekti. ''Bu dünyada güzellik denen şey kavramlardan ibaret. Ama, bana kalırsa asıl güzellik ruhta. Sen güzelsin, Gazel güzel, Ceren güzel. Bir başkası değil. Benim için sadece siz güzelsiniz.'' diyerek samimiyetle gülümsedi.
''Garipsin,'' dedim. ''Hemde haddinden fazla.''
Gözlerim, yüzünün her bir noktasına değindiğinde Arel, memnuniyetle gülümsedi. Bu sabah 12 Mart günü Arel'e karşı bir duvarım daha yıkılmıştı. Arel Özbey, oldukça ince bir ruha sahipti. Bunu nadiren göstersede dikkatle bakıldığında anlaşılıyordu. Arel, kelimeleri kendi anlamlarından çıkararak, bizzat kendisi yeni anlamlar katıyordu. Ruhunun parçalarını kelimelere yüklüyordu. Bunu herkes yapamazdı. Yapsada Arel'in ki gibi olmazdı. Bu, Arel'e özgüydü.
''Diğer sayfalar neden boş?'' dedim konuyu değiştirerek.
Konuyu değiştirmeme karşılık alışık olduğum o samimiyet dolu gülümsemesini sunarak, ''Belki de boş değildir?'' dedi.
Söylediği imayı elbette anlamıştım. Son sayfayı kast ediyordu. Bilmiyormuş gibi gözükerek sayfaları karıştırdığımda son sayfada resim ve yazıların iç içe olduğu kısma geldim. Arel, ne tepki vereceğimi izlerken dudaklarımı birbirine bastırdım.
''Dünya kaosun, döngüsü.
Yaşam ipleri, hayatın cilvesi.
Sükunet, insanlığın en büyük serveti.
Adalet, dünyanın balyozu.
Kanunlar yalanların, göstergesi.
Ve ruhlar kozasından çıkmayı bekleyen kelebek.'' dedim kelimelere teker teker vurgu yaparak. ''Peki... bu sözler kime ait?''
''Kimin için çizdiğimi soruyorsun yani?'' dediğinde başımı onaylayarak salladım.
Demek istediğimi anladığında başını kısa kısa aşağı yukarı sallayıp dudaklarını içe doğru çekti.
''Sen kozadan çıkmaya çalışan kelebeksin. Bense sözcüklerimle sana yardımcı olan kimseyim.''
Gözlerim anında gözlerine ulaştığında donuk bakışlarla ona bakıyordum. Ciddi miydi?
''Beni kelebek olarak mı görüyorsun?'' dedim. ''Neden?''
Sırıttı, ardından gülümsedi. ''Öncelikle şu konuda anlaşalım. Sen yalnızca benim kelebeğimsin, bir başkasının değil. Nedenini ise tahmin etmek ister misin?'' deyip sağ kaşını kaldırdı.
İç çekerek, ''Tahmin etmek istemiyorum, sadece seni dinlemek istiyorum.'' dedim.
Merak tohumlarının gözlerimde yeşermesiyle Arel, yüzüne donuk bakışları yerleştirip, ''Hayata herkes tırtıl olarak başlar, irili ufaklı dönüm noktalarında ise koza altına girer. Kozanın içinde kimisi kederini kimisi sevincini bırakırken kelebek olarak hayata dönersin.'' parmaklarını resme değdirdiğinde defteri ona doğru yaklaştırdım. ''Senin hayatında tıpkı kelebek döngüsünü andırıyor, ama sen, benim kelebeğimsin.'' gözlerine son söylediklerine daha önce şahit olmadığım duygularından birini eklemişti. ''Sözler ise hayatımızın özeti. Yaşadığımız dünyayı ve hayatlarımızı anlatıyor.'' diyerek parmaklarını sayfadan çekti.
Geriye doğru sandalyeye yaslandığında söylediklerini terazimde tarttım. Bana da bir lakap takmıştı. Kelebek... kaşlarımı çatarak içimdeki Vuslat'ın sesini dinledim. Konuşmak istiyordu. Üstelik bu kez bağırarak değil, yumuşak tonda konuşacağını itiraf ediyordu.
''Sen neden bu defterde yoksun?'' dedim birinci yaşamımın Vuslat'ını daha sonra konuşması için bekleterek.
''Defter başlı başına benim bir parçam.'' dedi omuzlarını silkerek.
''O yüzden mi adı grimsi?'' dedim defterin, kapağına yazdığını yazıya ithaf yaparak.
Kaşları çatıldı, dudaklarına baskı yapıp konuşmak istemediğini belirtti. Sessizliği aramıza örmek istediğini anladığımda bu kez susmak istemediğimi fark etmiştim.
''Faris'in olduğu dünya siyah, karanık kısım, 5'te 5'in olduğu dünya beyaz, aydınlık kısım ve sende ikisi arasında sıkışmış bir ruhsun. Yani grisin.'' dedim.
Sırıtarak, defteri kapatıp masaya bıraktım. Arel, çenesini sağ koluna dayamış bana yine anlamlandıramadığım duygulardan biriyle bakıyordu.
''Aslına bakarsan iyi bir gözlemcisin,'' tek düze sesiyle, ''Ve evet, ben griyim.'' dedi.
Gülümseyerek haklı çıkmamın verdiği mutlulukla ona baktım. O ise bakışlarını benden almış kameraya bakıyordu. Arel'i çözmeye başlamak benim için oldukça önemliydi. Çünkü, içinde ne olduğunu bilmediğim o kutuyu aralamaya başlamıştım.
Birinci yaşamımın Vuslat'ı daha fazla dayanamamış, ''Bir diğer kelebekte sensin.'' diyerek Arel'in bakışlarını kendisine çekmişti.
Arel, kaşlarını çatarak elini çenesinden çekti. Tek kaşını kaldırarak birinci yaşamımla karşı karşıya geldiğinde bakışlarındaki perdeler tekrardan örtülmüştü. Oysaki daha yeni açmıştım.
''Ne demek istiyorsun?''
''Demek istediğim, ben kelebeğim ama seninde benden farkın yok. Kabul etmeliyim ki, babamdan önceki hayatını bilmiyorum, ama sende kabul etmelisin ki, hala o hayatının izlerini taşıyorsun.'' dedim tek nefeste.
Yüzünü buruşturup, sesini sabit tutmaya özen göstererek, ''Bunu nereden çıkarıyorsun?'' dedi.
''Söylemiyorsun ama gözlerin konuşuyor Arel.'' onun laflarını ona her kullanışımda olduğu gibi bu kez sırıtmadı. Aksine ciddi yüzüyle diyeceklerimi bekledi. ''Geçmişin hala koza altında, fakat geleceğin... o ise şu an tam karşımda ve bir kelebek.'' dedim. ''Kanatlarından birini geçmişe bırakmış, kelebek. Tıpkı benim gibi.''
Sözcüklerim, ona iliştiğinde önce yüzü sert hale gelmiş ardından da yumuşamıştı. Diliyle dudaklarını ıslatıp üst dudağıyla alt dudağına baskı yaptı. Bense birinci yaşamımın verdiği özgüvenle ona bakıyordum. İçimdeki Vuslat, doğru bir noktaya parmak basmıştı. Kelebek lakabını kabullenişim hızlı olabilirdi, fakat Arel'in yaptığı benzetmeler ve cümleler üzerindeki oynayışı beni oldukça etkilemişti.
Ben kanatlarından birini kozasında bırakmış, kelebektim. Tıpkı Arel gibi.
Arel, kanatlarından bini kozasında bırakmış, kelebekti. Tıpkı benim gibi.
Gülümsedim. Düşüncelerim ve hislerimin birleşimiyle gittikçe Arel'e yaklaşıyordum. Bir duvar daha kırmıştım ve o, da bunun farkındaydı.
Yüzündeki puslu halini bırakarak, ''Haklı olmak senin için önemli mi?'' dedi.
Gözlerimi kapatıp açtıktan sonra, ''Neden?'' dedim.
''Soruma cevap ver.'' diyerek bana doğru yaklaştı.
Gözlerindeki düz duvara toslamamak için nefesimi tuttum. İç çekerek, ''Önemli, haklıysam kendime olan inancım daha çok artıyor.'' dedim.
Nefesim aramıza girdiğinde Arel'in gözlerinde gördüğüm duygu yoğunluğuyla tekrardan tutmak zorunda kalmıştım. ''Madem önemli... O zaman, haklısın. Son sayfa ikimizi yansıtıyor.'' diyerek yüzünü çekti.
Kalp ritmim değiştiğinde nefesimi önce vermiş, ardından Arel'e bakmamakta ısrarcı olmuştum.
''İnancını haksız olmak yok etmesin, ya da bozguna uğratmasın. Haksız olsan da işin içinden çıkmasını bil. Ayrıca neticeye baktığımızda haksız olsan da kafa patlattığın bir konu var ortada. Çoğu insan bunu bile yapmıyor.''
Söyledikleri mantık terazime uyduğundan dolayı onaylayarak sessizliğimi korudum. Dudaklarımın arasına gelen itiraf sözcüklerini yutmadan, ''Kelimeleri bir araya getirişin taktir edilesi.'' dedim.
''O zaman sende takdir edilesi cümleler kur.'' diyerek gözlerini yine kameraya çekti.
Hazır cevaplılığı gerçekten tuhaftı. Bende kameraya baktığımda Arya uyanmış, gözlerini Yavuz'un arkasındaki kameraya odaklamıştı. Yüzündeki sinsi sırıtış bir an olsun silinmiyor, onu izlediğimizi biliyormuş gibi bakıyordu.
''Kuracağım,'' dudaklarımda Arya'nınki ne benzer sinsilik yerleştiğinde, ''Belki de kuruyorumdur.'' dedim.
Arel gibi düşünemiyor, kelimeleri bir araya getiremiyor olabilirdim. Ancak benimde kendime ait düşünce biçimim vardı. Birinci yaşamımı da katarsam eğer, biçimlerim vardı.
''Aramızdaki tek fark senin, geçmişini biliyor olman. Ve o geçmişin peşinden gelmemesi.'' alayla dudaklarım kıvrıldı, ''İkimizde kanatları kozada kalmış kelebeğiz. İkimiz de aydınlık ve karanlık, siyah ve beyaz arasında sıkışmış griyiz.'' dedim.
Arel'in bakışları bana döndüğünde yüzündeki tatmin olmuş ifade beni büyülemişti. Öyle içten, samimi bakıyordu ki bu anın bitmesini istemiyordum.
''Grimsi kelebek... Sevdim bunu.'' diyerek gülümsedi.
Arel'in her geçen saniyede gülümseyişine yeni anlamlar katılıyordum. Zaman geçtikçe gülüşü daha içten bir hal alıyordu. Bende gülümsedim. En az onun kadar samimi olarak. Elini bana uzattığında gülümsemem yavaş yavaş solmuş, anlamadığımı belirten bakışlar gözlerimde yer edinmişti. Yüzünü tekrardan bana yakınlaştırıp, eğildi. Avuç içlerimi kendi elleri arasına aldığında yüzünde az önceki gülümsemesinden haber bile yoktu.
''Oyunu senin kazanmanı sağlayacağım kelebeğim.'' dedi
Ellerimi hafifçe okşamaya başladığında, ''Garipsin,'' sözümü kesti. ''Hemde fazlasıyla.'' diyerek güldü.
Bende gülerek ona katıldım. Gazel'in tezi o an çürüdü. Arel'in elleri soğuk değildi. Arel'in elleri hayatımda tuttuğum en sıcak ellerdi. Ve ortada savaş yoktu. Birbirlerine yeni alışanruhlar vardı.
''Lafımı kullanıyorsun, telif atacağım.'' diyerek kıkırdadım.
Gülerken kısılan gözlerim arasından Arel'in afalladığını gördüm.
''Bunu derken bile,'' burnumu sıktı, ''benim lafımı kullanıyorsun.'' dedi.
Yüzümü buruşturarak ondan kurtuldum.
''Bu sorunu acilen çözmeliyiz.'' başını sağa yatırıp iç çekti. ''Önerin var mı?'' dedi.
Gözlerindeki parıltıları benimle paylaştığında, ''Hm,'' diyerek mırıldandım. ''Bence birlikte kullanabiliriz.'' dedim düşünceli tınıyla.
Yine aynısı olmuştu. Bulunduğumuz ortamı unutmuş, ayaklarımın altından kayıp gitmesine izin vermiştim. Fakat bu kez yanımda sadece Arel vardı. O an için yanımızda derin uykunun kollarındaki Gazel'i bile unutmuştum.
''Beraber diyorsun?'' dedi sorgulayarak.
Gözlerindeki parıltı büyümüş, sağ kaşını kaldırmıştı.
''Diyorum.'' dedim kararlılıkla.
Sağ elimin avuçlarını açarak kendi ellerini de aynı şekle sokarak hizaladı. ''Yaşam iplerimizle, çizgilerimizi mühürleyelim o zaman?'' deyip parmaklarımın arasına kendi parmaklarını koydu. Kalbim, bu hareketinden sonra daha fazla atmaya başlamıştı. Arel ise yine gülümsemesini değiştirip daha da içten bakar olmuştu.
Açık kahverengi gözlerine her bakışımda yeni bir tonunu keşfediyor, yeni bir duvarını yıkıyor, kendi benliğine yaklaşıyordum. Yutkunarak, ellerimle ellerini tutarak mühürledim.
Parmaklarımız bir birbirine kenetlendiğinde damarlarımızı da değdirerek mührü tamamlamıştı. Gülümsemesi genişlediğinde, bakışlarımı kaçırarak tebessüm ettim.
-
•Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz?
•Müzik önerileri alabilir miyim? Tarz fark etmiyor????????
•Arel ve vuslat diyalogları nasıldı?
•Arel, kendi karakterini yavaş yavaş gösteriyor. Siz Arel hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce geçmişi yaralarla mı dolu? Yoksa değil mi? Şuan buraya bir sürü soru yazabilirim???? ama sona doğru spoii olur. Neyse sustum ben. Bb
•Merak ettiklerinizi buraya yazabilirsiniz. :)
Yorum yapmayı unutmayın canlar♡
Hoşça kalın♡
Tepkiniz nedir?
Beğen
2
Beğenmedim
0
Sevdim
1
Eğlenceli
2
Sinirli
0
Üzgün
0
Vay
1