Hokus Pokus 9.Bölüm
"Bildiği kadar değil, bilmek istediği kadar yaşar insan bu hayatta.''
1.
9.Bölüm: 5 Taşın kazancı

Vuslat&Arel
2 Ay Sonra
"Bildiği kadar değil, bilmek istediği kadar yaşar insan bu hayatta.''
Kimlik, dünyadaki kaosun nedeni kimlik arayışımızdı. Kaosun göbeğine düştüğümüz ilk andan itibaren verdiğimiz yaşam mücadelesi içinde arzuladığımız tek şeydi. Nasıl biri olduğumuzu çözmek adına verdiğimiz savaşta elbette kaybedenlerde vardı ya da kaybettiğini sananlar. Savaşta kazanan olmazdı, herkes kaybederdi. Benim gibiler ise savaşa adımını dahi atamazlardı. Benim gibiler kimliği olmayanlardı. Kimliksiz, tek bir kelime ve o kelimenin ağırlığı altında ezilen ruhlardı. Yaşam ipleri çalınan insanlardı onlar, ve ben kimliğini kazanmak uğruna darbe yapanlardan olacaktım. Kaybeden, kazandığını sanan veya pes edenlerden değildim. Kimliğini, yaşam iplerini ellerine alanlardanım.
Pars ile beraber girdiğim evin bana getirisinin bu kadar büyük olacağını bilemezdim. Öğrendiklerim ve öğrettiklerim benim dünyama aykırı şeylerdi. Tüm bunların farkında olsam da Kural 8: Sessizliğini koru. Ben sessizliğimi sonuna kadar koruyacaktım. İçime gömüp toprak attığım Vuslat'ın aksine haykırmayacaktım, avımı usulca izleyip ölümün pençesine düşmesine izin verecektim.
Ben, dünyaya 2 kez gelmiştim. İki doğumum birbirinden farklı hayatlara gebe kalmış, büyümüştü. Şimdi... avuçlarımın içerisinde kalan hayatım, ikinci kez doğuşumun kanıtıydı. İlkinde pembe bir rüyanın etkisindeydim, şimdiyse kabusun içindeydim. İlk yaşamımda bir kimliğim olmamıştı, fakat kimliğimi ailem oluşturmuştu. Cihan Sözen ve Aslı Sözen'in biricik kızları Vuslat Sözen olmuştum. Ailem beni pembe bir rüyanın içine hapsederek varlığımı saklamayı tercih etmişlerdi. İkinci hayatımda ise işler tam tersine dönmüştü. Etrafımdaki gölgeler çoğaldıkça pembelik siyaha karışmış ve benim ikinci doğumum gerçekleşmişti. Ardından pembelik akmış, bir zamanlar gölgenin bulunduğu tarafa geçmişlerdi. Bu seferde karanlığın tesirine hakim olmuştum. İki hayatımın da ortak olduğu tek bir şey vardı o da arzu duymaktı. Tek bir farkla özetleyecek olursam ilkinde arzuladığım, gölgelerin içindeki gerçekler ise şimdide bir zamanlar hapsolduğum toz pembe hayatımdı.
Gerçekleri öğrendiğimde ya da gördüğümde gözlerimin önüne intikam perdesi inmemişti. Sadece ödeşmek zihnime kazılmıştı. Pars'ın söylediklerinden biride bu olmuştu. 'İntikamı sevmem ama ödeşmek adettendir.' demişti. Bizler, 5'te 5. Karanlık dünyanın intikam adı verdiği ateşinde yanan çocuklarıydık fakat yeni bir devrin kapılarını o ateşte dans ederek açmıştık. İçtiğimiz şarap kadehini gölgelerin kanlarıyla bulamış, ruhumuzu iblislere göz kırparak yaşatmayı tercih etmiştik.
Başımı kaldırıp önce geride bıraktığım o üç güzel insana belki de son kez baktım. Gülümsemem dudaklarımda peyda olurken ellerimde tuttuğum defterimi sıkıca kavradım. Önümden geçen 2 aylık zaman dilimi ve o dilimin barındırdığı anılar zihnimde dönüp dolaşırken içimin burkulduğunu yeni yeni hissediyordum. Rüzgar kıvırcık saçlarıma sürtündüğünde huzursuzca yerimde kıpırdandım. Gitmek ve gitmemek arasında adımlarımı yerimde sayıyordum. Gidersem dönüşü olmayacaktı ama kalırsam anahtarı olduğum kapı aralanmayacaktı.
Elimde tuttuğum defterim şimdiki hayatıma aslında bir hakaretti ancak bunu önemsemeyecek kadar merak duygusunu tatmıştım. Defterim benim birinci hayatımın izlerini barındırıyor; şimdiki yaşamımın ise kurallarına ev sahipliği yapıyordu. Yaprakları gittikçe solan defterim Safir'in bana hediyesiydi. Kömür karası, dağınık saçlarıyla ve insanın içini ısıtan koyu kahve gözleriyle bir sabah odama gelmiş; defteri bırakıp gitmişti. O sabah, benim kimlik arayışımın son bulduğu gün olmuştu. Böylelikle ruhumun karanlık tarafa geçmemesine Safir engel olmuştu. 'Geçmişini unutma, anını yaşa ve geleceğine yön ver.' demişti, bana kararlılıkla baktığında. Ve ben yaşam iplerimi defterimin sayfalarına her dokunduğumda ellerime bırakılan pürüzlü hisle beraber yavaş yavaş değişimin içerisinde olduğumu hissediyordum.
Birbirlerine omuz omuza sarılı olan üç güzel insana ellerimi sallayıp arabaya doğru adımlamaya başladım. Pars, oturmamla beraber arabayı çalıştırdığında Vina elinde tuttuğu sürahiyi arkamızdan döktü. Dudaklarımda oluşan tebessümümle onun kahverengi gözlerine dikkat kesildim. Batıl inançlar ve Vina. Vina ve batıl inançlar. Ondan sorumluydu. Araba villanın bahçesinden çıkarken aylar sonra ilk defa geldiğim evden geri gidiyordum. Artık aklım karışmıyordu. Biliyordum ki herkesin acıları, gerçekleri, doğruları vardı. Herkesin kendilerine ait dünyaları vardı. Oyundaki tek eksik materyali olan bendim. O da bu süreçte az çok tamamlanmıştı. Ruhen kat ettiğim yol gözlerimin önüne ilişirken sinsice sırıttım. Ben Vuslat Sözen, Faris Gevheri'nin öldürmek için can attığı ailenin son domino taşı ama bir o kadarda 5'te 5'in ilk domino taşıydım.
''İstanbul'a vardığımızda seni Gazel'in yanına bırakacağım.'' Pars'ın konuşmasıyla başımı ona çevirdim.
Düşüncelerimi rahatlıkla bir kenara itip onun okyanusu andıran gözlerine dikkat kesildim. O gözler bir çok duyguyu barındırıyordu. Onun hakkında ilk düşündüğüm şeylerden biride bu olmuştu. Düşünceleri gözlerinde saklıydı ve o tüm bunları örtüyordu. Onunla geçirdiğim zamanlarda fark etmiştim ki o düşüncelerini gizlemiyordu. Duygularını gözlerinde saklamayı tercih ediyordu. Tüm bunları korktuğu için değil, avına yaklaşacağı yöntem basamağı olarak görüyordu. Düşüncelerini ise laf cambazlığı yaptığı kelimelerinde açıkça belirtiyordu. Pars Tekin, kimin korkulu rüyası kiminin ise yandaşıydı.
''Düşüncelerini kovalıyor gibisin.'' sırıtarak bana göz ucuyla baktı.
Aylar önce yine bu şekilde gittiğimiz yolda ilk konuşan oydu ve ilk söylediği cümlede buydu. Başımı onaylamakla yetinip mart ayının getirdiği soğukluğu içime çektim. Gözlerim radyoya iliştiğinde şarkı listesi hakkında yaptığım konuşma zihnimin dolmakta olan odalarında teker teker canlandı. Burada toplam beş şarkı vardı. Her bir şarkı tek birine aitti. Ve bir şarkı vardı ki hepsine aitti. Safir, Elika ve Vina... Pars'ın bulut takımıydı. Bambaşka dünyaları olan üç güzel insanlardı. Eğitimde en büyük desteği belki de onlar sağlamıştı. Onlar, oyunun gölgesini andırıyordu. Kendi amaçları doğrultusunda ilerlerken Pars'tan desteklerini esirgemiyor, gerektiğinde oyuna dahil olacaklarını belirtiyorlardı.
Gözlerimi son kez şarkı listesine çevirdiğimde gülümsedim. Dünya üzerinde hangi dil olursa olsun ruhumuzu yansıtan bir takım şarkılar vardı. Ben, kendi şarkımı henüz bulamasam da onlar bulmuştu. Bulut takımının ruhları yansımalarla doluydu. Şarkıları ise onların yanılsamalardan olduğunu belirten göstergeleriydi. Elim aylar önce dinlediğimiz şarkıya kaydığında hiç düşünmeden başlat tuşuna tıkladım. Pars, tekrardan mırıldanmaya başladığında bu kez bende ona eşlik ettim.
''İnsanların seni çözmesinden tedirgin olmuyor musun?'' dedim, şarkı sözlerini bir çırpıda keserek.
''İnsanlar, benim dünyama dahil olduklarında kendilerine ait çemberleri olur.'' gözlerim dövmelerinin arasındaki çemberlere kaydı. ''Çember daraldıkça bana yaklaştığını sanırlar ama çember bittiğinde içimden biri olduğuna inandığında asıl oyun o zaman başlar. Ayrıca çemberin kaçıncı halkasında olursan ol, zehrime çoktan bulaşmış olursun.'' dedi sabit bakışlarla, ancak içten içe eğlendiğine emindim. Cümlelerini durağan bir tonda dile getirse de blöf yapıyor duygularını her zaman olduğu gibi saklıyordu. ''Gerçekten sevdiğim insanları ise asla çemberime dahil etmem.'' sağ elini kaldırıp kalbine doğru götürdü. ''Onlar burada kalırlar.'' diyerek şakaklarına doğru yöneldi. ''Çemberde olanlar ise burada.''
Cümleleri rüzgar gibi aramızda geçerken saçlarımı savurduğunu bile hissettim. Tedirginlik ve hayranlık birbirine karışıp gözlerimde yer edindiğinde ona doğru baktım.
''5'te 5 o çembere dahil mi?'' dedim bakışlarımı ondan çekerek. Asıl sormak istediğim kendimdi ama bunu soracak cesaretim yoktu.
''Kararsızsın. Aslında kendini sormak istedin, ama bunu yapmadın. Öyle değil mi?'' açık sözlülüğüne alışmıştım ancak yine de bakışlarımı ondan kaçırmak zorunda kalmıştım.
''Sessizliği tercih ediyorsan eğer, bende susacağım.'' diyerek şarkıyı kapattı. ''Sorulan sorular insanın kişiliği ele verir ya da sorduğun sorunun biçimi. Bunu sorduğuna göre kendi gözünde benim sana ne kadar değer verip veremediğime kanaat getirmeye çalışıyorsun, yanılıyor muyum?'' dedi, ''yani en azından böyle düşünüyorum.''
Kaşlarım istemsizce havalanarak başımın ona çevrilmesine yol açtı. Alt dudağımı içeriye doğru kıvırıp baskı yaptım. Gerilmiştim ve ne diyeceğimi kestiremiyordum. Bazen okyanusuna beni öyle bir çekiyordu ki aklımdan veya kalbimden geçenler onun dilinde yer ediniyordu. Kural 12: Düşünceleri ve hissettiklerini kimseye bahsetme, gösterme. Ve ben çoğunlukla Pars'a karşı bu kuralı yerine getiremiyordum.
''İnkar etmeyeceğim, sadece merak ettim.'' sesim oldukça kısık çıkmıştı. Başımı ondan tekrardan alarak yola döndüm. Sırtım koltukla buluştuğunda Pars, öne doğru uzanıp saçlarımı karıştırdı.
''Ya!'' diyerek sitem ettim. ''Ne yapıyorsun?!'' ellerimle saçlarımı düzeltmeye çalışırken Pars, gülerek saçlarımı daha çok karıştırdı. Ellerimle, ellerini iteleyerek hızlıca saçlarımı topladım. Sinirlenerek ona baktığımda dudaklarını birbirine bastırmış gülmemek için zor duruyordu. Defterimi sırt çantama bıraktığım esnada daha fazla dayanamayıp gülmeye başladı.
''Ciddi misin Vuslat?! 2 ay boyunca hiç mi tanımadın beni?'' hafif sitemle karışık topu bana attı. İçten içe sinirlendiğini biliyordum ancak inatla kızmamayı yeğliyordu. Sessiz kaldığımda tekrardan konuşmaya başladı. Tabi önce gülmesini durdurdu!
''5'te 5 benim çemberimde ama oyunu bitirmek için. Tabii bu sevmediğim anlamına gelmiyor.'' Üstün körü yaptığı imaya gülerek karşılık verdim. Bana gözünün ucuyla bakıp başını iki yana salladı. Sevgisini dile getiriş şeklini elbette ki biliyordum. Bulut takımına olan bağlılığı benim Pars'a olan ön yargılarımı kırmıştı. İsimleri ilk başta bana oldukça garip gelmiş olsalar da her birinin geçmişini ve ideolojisini öğrendikten sonra dördüne de hayran kalmıştım. İçimden bir ses onları tekrardan göreceğimi söylüyordu, fakat bunu istemiyordum. En azından satrançtaki tüm taşları devirmeden onlarla karşı karşıya gelmeyi istemiyordum, Çünkü o vakit bulut takımı da oyuna dahil olacak ve işlerin daha da kızışacağının habercisiydi. Utana sıkıla Pars'a baktım.
''Bu konuyu kapatsak mı artık?'' ellerim saçlarımın arasında geziniyor utanç vücuduma yayılıyordu.
''Kapatamayız.'' Dedi, Pars ve inadı...
''Neden?'' diyerek sırıttım. Vereceği cevabı adım gibi biliyordum.
''Canım öyle istiyor?!'' dedi iddialaşarak. ''Çek ellerini.''
Bu süreçte değişmeyen şeylerden biride Pars'ın emir verici cümleleriydi. Ellerimi kast ettiğini anladığımda gözlerimi büyüterek ona baktım. Surat ifadesini oldukça ciddi tutuyordu. Ani ruhani değişimlerine anlam veremeyerek ellerimi saçlarımdan çektim.
Aramıza gire telefon sesiyle Pars'ın kaşları çatıldı, arayan Gazel'di. Telefonu açıp hoparlöre verdiğinde merakla telefona bakıyordum.
''Pars... çok kötü bir şey oldu!'' Gazel'in bağırışı arabada resmen yankılanmıştı.
Pars'la aynı anda gözlerimiz kesiştiğinde dilini damağına vurup söze atıldı. ''Sakin ol.''
''Olamıyorum!'' Gazel'in şu an sinirden titrediğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.
''Sakin ol ve anlat.'' bir süre ahizenin ucundan nefes alış veriş sesleri duyuldu. ''Örgüt bu gece toplanacakmış.'' dedi Gazel, tane tane. Sesinde ki gerginliği buradan bile hissediyordum.
''Ne demek bugün toplanacaklar?'' sinirlenme sırası Pars'a geçmişti. ''Günler sıraya mı girmiş?''
''Pars,'' mırıldanarak ona bakıp direksiyonu işaret ettim. Sakinliğini kaybetmemek için direksiyonu sıkıyordu. Uzanıp elini daha önce yaptığım gibi avuç içime aldım. Bakışlarımı elinden çekerek telefona yönelttim. Ne demek istediğimi anlayarak kastığı vücudunu serbest bırakmış, Gazel'e cevap vermek için dudaklarını aralamıştı.
''Planı bir gün erkene alacağız.'' diyerek Gazel'den gelecek cevabı bekledi.
''Bu toplantı için aylardır hazırlık yapıyoruz, basit bir şeymiş gibi konuşma!'' Gazel'in otoriter sesi herkesi germişti.
''İstasyonda buluşalım, Vuslat'ı oraya bırakacağım,'' göz ucuyla bana bakıp, ''Arel onu alsın.'' dedi.
İki aylık sürede Gazel, Arel ve Ceren ile Pars'ın onları eğitim gördüğüm eve sürekli gelmelerinin tehlikeli olacağını söylediği için iki ya da üç kez görmüştüm. Gazel'e karşı tarif edilemez bir sevgim varken Arel ve Ceren'den istemsizce çekiniyordum. Onları ilk gördüğüm anı anımsadığımda Pars ile anlaşabileceğimi hiç düşünmemiştim, fakat en çok onunla anlaşmaya başlamıştım. Sebebini anlayamadığım halde gözlerime baktığında neyim olduğunu hemen anlıyor, anında beni yatıştırabiliyordu. Gülümseyerek elini direksiyona geri bıraktım. Bu yaptığım hareket onun gülümsemesine yol açmıştı. Başlarda temastan çekiniyordum ama Elika, Pars'ın bu tarz şeyleri yanlış anlamayacağını söylediği günden beri rahatlıkla ona tutunabiliyor, sarılabiliyordum. Onun beni sakinleştirdiği gerçeği aklıma kazınmış olsa da benim de onu sakinleştirdiğim gerçeğini de kimse inkar edemezdi.
''Pekala,'' diyerek telefonu kapattı.
Pars, kameraları umursamadan gaza bastığında kapıların üstlerinde bulunan kola sıkıca tutundum. Çünkü gerçekten hızlı kullanıyordu. Yüz hatları, çene kemiği kasıldığı için daha keskin gözüküyordu. Yutkunarak ona bakıp yola doğru başımı çevirdim. Önümüze nadiren çıkan arabalardan teker teker sıyrılıyorduk. Pars'ın şu an aklının içinde bambaşka yerlerde olduğuna adım kadar emindim.
''Ona güveniyorsun.'' dedi, geçmişimdeki Vuslat. ''Ona güveniyorsun ve bizi bırakıyorsun.''
Zihnimden hızla geçen cümleler kalbime hançer gibi saplanmıştı. Birinci hayatımın izlerini taşıyan Vuslat, kendisini tekrardan yüzeye çıkartmıştı. Onlara güvenmemi söyleyen kendisiydi, ancak şimdi de güvenmem gerektiğini sayıklıyordu. Bunun sebebi geçmişimi eskisi kadar aklıma takıp kendimi bataklığa çekmiyor olmamdı. Geçmişim bataklığımdı. Ondan kurtulmak imkansızdı ancak bir süreliğine okunmak için rafa kaldırılan kitap gibi bekletmeye karar vermiştim. Biliyordum ki en sonunda bataklık tarafından ne karar verirsem vereyim dibe doğru çekilecektim ancak çoktan planımı yapmıştım. Geçmişimin dalgalarında boğulmak yerine bir süre sakin sularda yüzmeyi tercih edip, bataklığın beni en dibe çekeceği ana kadar beklemekte karar kılmıştım. En dipte olduğum an ise hayatıma tüm gerçekleriyle balyozu indirerek bataklıktan çıkacaktım. O vakitte ise iki hayatımı da gözlerimin önüne çekerek zehrimin sonuçlarını izleyecektim.
Avım kendimdim.
Avcının kendisi de bendim.
Ben her ikisi olmayı seçip; zehrimi kendime akıtmıştım..
Seçimlerimin doğuracağı sonuçlar ancak bu şekilde en aza indirgenirdi. İnsan kendi seçimlerinin sorumlusu olursa, hissettiği acıyı bir başkasına atıp suçlayamazdı. İlk hayatımın verdiği hisleri anlıyordum, fakat suçlayacak birini arayıp kendimi dibe çekmektense suçlunun kendim olmasını istiyordum. Belki de bundandır seçimlerimin yönünün rüzgara çekilişi.
''Her şeyin bir sebebi var.'' dedi, ilk hayatımın Vuslat'ı. ''Seni kullanacaklar!''
Yaşam izlerime ilk sahiplik yapan Vuslat, üzerinde ki toprağı gittikçe atmıştı. Buna izin vermiştim ya da vermemiştim. Açıkçası pekte emin olduğum söylenemezdi. Sırıttım, gülmeye başladım. Pars'ın başını iki yana salladığını gördüğümde gözlerim ona çevrildi. Attığı bakışlarda sen iflah olmazsın sözcüklerinin yattığını bilecek kadar tanıyordum onu. Gözlerini ilk çeken o olmuştu. Yola tekrardan ciddiyetini koruyarak baktığı sırada bende kendi içimdeki odalarıma tekrardan döndüm.
Beni kullandıklarını biliyordum, ki... kullanmaları da gerekiyordu. Herkesin kendi çıkarları vardı. En büyük kazanç ve kayıp belki benim olacaktı, ama bunu pekte önemsediğim söylenemezdi. Sonuçta 20 yıllık ömrümün yanılsamalarının gerçeğe dönüşüne tanıklık ediyordum. Benim için önemli olan da buydu. Bunun yanı sıra birbirimizi kullanıyor oluşumuz, günün birinde satacağımız manasına gelmiyordu. Bundan oldukça emindim çünkü birbirimizi kullanmamızın sebebi sonuca olabildiğince en iyi şekilde ev sahipliği yapmaktı.
Üzerimdeki siyah deri ceketimi ve parmaklarımı açıkta bırakan eldivenlerimi çıkarttım. Araba zaman geçtikçe ısınmaya başlamıştı. Gerçi dışarısının soğuk olduğu pekte söylenemezdi. Havanın buz gibi soğu kırılmış ilk bahara kucak açıyordu. Gülümseyerek şansıma göz kırptım. Pars ile aramızda uzun bir süre sessizlik hakim olmuştu. İkimizden de ses çıkmıyor ruhlarımızı dinlendirmeyi yeğliyorduk.
''Arel'in yanından ayrılma.'' diyerek samimiyetle bana baktı.
Karşılık olarak başımı aşağı yukarı sallayarak onayladığımı belirttim. Otobandan çıkmış pek işlek olmayan caddelerden birine girmiştik. İnsanlara bakarken fark etmiştim ki uzun zamandır 5'te 5 ve bulut takımı haricinde kimseyi görmemiştim. Pars, ara sokaklardan birine girip arabayı yavaş sürmeye başladı. Rüzgar cama yumuşak darbelerini indirirken az önce çıkardığım siyah deri ceketimi giyindim. Kırmızı atkımı da boynuma doladığım da gideceğimiz yere yavaş yavaş varacağımızı anlamıştım. Deri eldivenleri de taktığımda artık hazırdım. Göz ucuyla Pars'a baktım. Üzerinde gözleriyle eş değer nitelikte mavi bir kazak ve kot ceketi vardı. Yüzündeki gergin ifade silindiğinde artık emindim vardığımıza.
Koyu kahve gözlerimi yola doğru çevirdiğimde hangi ara ağaçlar ve topraklarla dolu zeminlerin bulunduğu yola girmiştik farkında değildim.
''10 bilemedin 15 dakikaya orada oluruz.'' gözlerini yoldan ayırmadı. ''En azından atkını çıkar, bunalırsın.''
Önerisini dikkate alarak atkımı çıkardım. Göz ucuyla ona bakıp girdiğimiz yolu incelemeye başladım. Yıkık dökük bir istasyonun yanından geçtiğimizde Pars, arabayı hızlandırdı. Mesaj sesi kulaklarımıza iliştiğinde telefonunu elime alıp gelen mesajı ona doğru çevirdim. Pars'ın kırmızı çizgilerinden biride arabadayken telefona bakıp dikkatini dağıtmamaktı. Bu durum arabayı sürerken dikkatimden kaçmamıştı. Özel hayatına müdahale etmeyi sevmediğim için telefonu ona doğru doğrultmuştum.
Pars ne yaptığımı anlayarak mesajı sesli bir şekilde okumaya başladı. ''Arel'den gelmiş, nerede olduğumuzu soruyor.'' dedi tane tane. Alayla gülmeyi de ihmal etmemişti.
''Cevap yazayım mı?'' deyip telefonu kendime çevirdim.
''Birazdan orada olacağız de.'' diyerek sola doğru döndü.
Mesajı yazıp yolladıktan sonra arabanın sol kısmında eskimiş tren rayları yer alıyor her iki tarafı da ağaçlarla çevriliydi. Görüş açıma gri spor araba girdiğinde Arel ve Gazel'i henüz görememiştim. Pars, arabayı durdurarak başıyla çıkmam gerektiğini işaret ettiğinde peşinden ilerlemeye başladım. Atkımı boynuma dolarken Arel'in arabanın kaportasına oturduğunu fark ettim. Elinde tuttuğu şişeden yudumluyor gözleri kısık bir şekilde ağaçlarla kaplı yola bakıyordu.
''Gazel nerede?'' diyerek Pars'a baktım.
''Selam vermeyi bilmiyor musun sen?'' dedi, Arel hafif sitemle.
Gözlerimi Arel'e çevirdiğimde alınmış gözüküyordu.
''Ne!'' diyerek şaşkınlıkla baktım.
''Selam vermek diyorum, bu kadar zor olmamalı diyorum.'' dedi Arel, kelimelerin üzerine vurgu yaparak.
''Selam...'' elimi iki yana sallayarak, ''Arel'cim...'' diyerek yapay sevecenlikle gülümsedim.
Pars, dudaklarını bir birine bastırıyor; Arel ise son söylediklerimden sonra yüzünü buruşturmuştu.
''Yeter bu kadar.'' Pars'ın araya girişiyle gözlerimi ona çevirdim. Benden birkaç saniye sonra Arel'de kahvelerini Pars'a doğrultmuştu. ''Gazel nerede?'' dedi sorumu yineleyerek.
''Gitti.'' diyerek omuzlarını kaldırıp indirdi Arel.
Sanırım Arel ona selam vermememde takılı kalmıştı çünkü umursamaz ifadesiyle cevap vermişti.
''Arel, kes şunu.'' deyip gülmemek için zorladı kendini Pars.
Arel, bana doğru bakıp gözlerini devirdi. Onun bu tavırlarına ilk kez şahit oluyordum.
''Bu kıza 2 ay boyunca ne öğrettin sen?!'' işaret parmağıyla beni gösterdiğinde hala ona selam vermeyerek Gazel'i sormamdan yakınmasına anlam veremiyordum.
Pars, iki elini yüzüne götürüp kapattığında usulca sıvazladı. Derin bir nefes vererek dalgın gözlerle ikimize birden bakıp konuşmaya başladı.
''Ben Gazel'in yanına gidiyorum.'' arkasını dönüp ilerlemeye başladığında birden başını sola doğru yatırıp ikimize kısa süreli bakışlar yolladı. ''Ve siz, çocukça atışmalarınızı bırakıp iyi anlaşmaya odaklanın.''
Cümlelerini bitirir bitirmez arabaya doğru ilerledi. Arkamı dönerek Arel'e baktığımda dudaklarını büzmüş Pars'a bakıyordu. Yutkunarak bakışlarımı çekip yanına doğru adımladım. O esna da kendi kendine mırıldanıp gülmeye başlamıştı.
*
Pars'ın gidişi üzerinden yaklaşık 10 dakika geçmişti. Arel tekrardan kaportaya oturmuş ellerini birbirine kavuşturarak gökyüzüne bakıyordu. Arabaya yasladığım sırtımı çekerek yerimde kıpırdandım. Bacaklarım birkaç gün önceki eğitimden dolayı ağrıyordu. Önüme uzatılan elle beraber kaşlarım havalandı. Başımı sola doğru çevirdiğimde Arel'in kahveleri, kahvelerimle buluştu.
''Tut.'' diyerek elini daha çok uzattı. Başımı sallayarak ellerinden destek alıp yanına oturdum.
''Teşekkür ederim.'' dedim sessizce.
''Teşekkür etmeyi biliyorsun.'' dedi az önceki konuşmamıza atıfta bulunarak.
''Gazel'i göremediğim için anlık bir tepkiydi o.'' diyerek açıklamaya çalıştım.
''Bu bir ihtimal, ama daha çok benden çekiniyorsun.'' dedikten hemen sonra gözlerini raylara çevirdi.
Yutkundum, doğruyu söylüyordu.
"Yalan söylemeyeceğim, haklısın." dedim ona bakarak. Dudakları iki yana doğru kıvrıldığında yanaklarında ki oluşan çizgileri ilk defa görüyordum.
"Zamanla aşabileceğin bir şey, o yüzden bu konuyu şimdilik kapatalım." dediğinde başını sola yatırıp bana baktı.
Bakışlarımı ondan çekip etrafımıza baktım. Her iki tarafımızda ağaçlar bizleri selamlıyordu. Hemen sol tarafımızda eskimiş raylar içindeki anıları sunmayı bekliyor; rüzgar ise tenimizi okşuyordu.
"Oyun oynayalım mı?" dedi, Arel düz sesiyle.
"Hm," diyerek ona bakıp mırıldandım. "Ne gibi bir oyun?"
Gülümseyerek merakla vereceği cevabı bekledim.
"5 taş oynayacağız." sesindeki çocuksu tınıyla.
"Dürüst olmak gerekirse bilmiyorum." dedim ellerimi birbirine kavuşturup önüme dönerek.
''Öğretirim,'' diyerek sırıttı. ''Öğrenmekten daha iyisi var mı?''
''Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp.'' dedim özlü sözlere başvurarak.
Arel, kaportadan atlayıp ellerini tutmam için uzattı. Ellerinden destek alarak omuzlarına tutundum. Ayaklarım zeminle buluştuğunda tebessüm ettim. Arel, ellerimi bırakıp ağaçların aramıza girdiği kısımdan geçerek rayların olduğu tarafa doğru ilerledi. Sırt çantamı arabanın kenarına bırakıp gülümseyerek peşinden gittim.
"Öncelikle 5 tane taş alacağız.'' diyerek rayların üzerine oturdu.
Avuç içlerine aldığı taşları önüne bırakıp sağa doğru döndü. Yanına gittiğimde rayların üzerine tıpkı onun gibi oturdum.
''Öncelikle bir taşı eline alacaksın geriye kalan 4 taşı ise yere bırakıyorsun.'' dedi gözlerimin içine bakarak. ''Oyun 5 elden oynanıyor. Elindeki taşı havaya atıp yerdeki taşları almaya çalışıyorsun. İlk 4 el bu şekilde ilerliyor son el ise,'' sağ elinin baş ve işaret parmaklarını açıp orta parmağını işaret parmağının üzerine baskı yaptı. ''Elimi kale gibi düşünebilirsin. Yere dört adet taş bırakacağım ardından birini dede olarak seçeceğim.'' diyerek bana baktı. Anladığımı belirten mırıltılarla eline bakıp cümlelerini ilgiyle dinledim.
''Dede ne demek?'' dedim dudaklarımı birbirine bastırarak.
''Ebe demek, yani o taşa dokunmadan kalan taşları kaleye atmak zorundasın.''
''Kaç hakkımız olacak?'' deyip eldivenlerimi çıkardım.
''Belirli bir sayı yok. Oyuncular kaç tane isterlerse ona göre belirleniyor.'' Gülümseyerek ekledi. ''Taşların hepsi kaleye girdikten sonra dedeyi de kaleye atıp bir taşı eline alıp tekrar havaya atacaksın. Geri kalan taşları da elinin dış yüzeyine getireceksin. Dış yüzeyde kaç tane taş tutabilirsen o kadar puan yaparsın.''
Arel, cümlesini bitirdikten kısa bir süre sonra oyunu baştan sona oynayarak göstermeye başladı. Ellerini bilerek yavaş yavaş hareket ettirdiğine emindim, çünkü gözleri taşla her baktığında heyecanla parıldıyor içindeki çocuğu gözler önüne seriyordu. Tüm taşları kaleye atarak sırayı işin zor kısmına getirdi. Elinin dış yüzeyinde 3 adet taş kalınca dudaklarını büzdü.
''Hızlı oynasaydım hepsini tutardım.'' dedi hafif sitemle.
Gülerek, ''Kesin öyledir(!)'' dedim alayla karışık.
Gözlerini devirip sırıtmaya başladı. Kaşlarımı çatarak onu izlemeye başladığımda alayla taşları tekrardan yere bıraktı. İlk oynayışına göre daha hızlı bir şekilde oynamaya başlayarak gözlerini gözlerime sabitleyerek oyuna devam etti. Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken bakışlarımı yavaş yavaş yüzüne doğru çektim. Oyunu bitirdiğinde yüzündeki gururlu ifade yanaklarındaki çizgilerin oluşmasına sebep olmuştu. Pars'a göre yüz hatları oldukça belirgin değildi ama Arel'in kendine ait bir havası vardı.
''Öyleymiş gördün mü?'' dedi alayla.
Ellerimi birbirine kenetleyerek bakışlarımı ondan kaçırdım.
''Sıra sende küçük hanım.'' ellerimi avuç içlerine alıp taşları bıraktı. Elleri, benim ellerimin aksine daha sıcaktı. Alt dudağımı içeriye doğru kıvırıp dişlerimle baskı yaptım. Arel, ifadesiz yüzüyle bana bakarken taşları avuç içlerime aldım. Elleri, ellerimden ayrıldığında kaşlarını kısa süreliğine çatarak baktı.
''Başlıyorum o zaman?'' dedim aramızda oluşan garip sessizliği bozarak. Başıyla beni onayladığında taşları tek tek tutmaya başladım. İlk el birer birer topladım, ikinci el ikişer ikişer...
*
''Ben kazandım!'' bir anda gür sesimle bağırıp ayaklanarak kendi eksenim etrafında dönmeye başladım. Ardından gülerek Arel'e baktım.
''Tamam, tamam sen kazandın.'' elleriyle beni çekmeye çalıyordu ama boşunaydı. Hemen hemen yarım saattir bu oyunu oynuyorduk. Başlarda yapamadığım için vazgeçecek olsam da Arel, zorla oynatmaya devam ettirmişti.
''Havan söndü bakıyorum!'' kahkaham devam ederken dilimi çıkardım.
Arel, derin bir nefes alıp yüzünü sıvazladı. Bayık bakışlar atarak elimi tutuğu gibi yanına doğru çekti. Bir anda yere düştüğümde başım omzuna düşmüş kalçam sert zeminle buluşmuştu. Başımı omzundan kaldırıp yumruk yaptığım elimle göğsüne vurdum.
''Ne yapıyorsun be!'' diyerek adeta tısladım. ''Acıttın...'' dedim sona doğru hayıflanarak.
''Pek sağlam bir iniş olmadı bakıyorum!'' dedi ellerimi daha sıkı tutarak.
Yüzü oldukça yakın olduğundan kendimi geri çekmeye çalıştım ama Arel, buna izin vermeyerek daha çok yakınlaştırdı. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda donuk bakışlarla bana bakıyordu. Kahvelerimiz buluştuğunda karşımda gördüğüm Arel, tanıdığım Arel gibi değildi. Vücudunu bir anda serbest bıraktığında ellerimi anında ondan kurtarıp aramıza mesafe bıraktım. Birkaç santimlik...
''Sana bir şey göstereceğim.'' dedi boğazındaki hırıltıyı yok ederek.
Yüzü tekrardan eski halini aldığında aramızda geçen on saniyelik zaman dilimini aklımdan çıkartarak gözlerime merakı serpip Arel'e baktım.
''Ne göstereceksin?''
Elleriyle taşları teker teker kavrayıp bana doğru uzattı. ''Şimdi oyunu bir kez daha oyna ama sıra sıra, etap etap tamam mı?'' dedi. ''Ben sana devam et dedikçe diğer ele geç.''
Anlamasam da dediklerini yaparak önce taşı havaya attım ardından yerdekileri aldım.
''Geçmişin tozlu sayfalarında Faris Gevheri ilk adımını attı. '' diyerek taşları gösterdi. ''Ve başarılı oldu.''
Eliyle 2. ele geçmem için işaret yaptı. Dediğine uyarak bu sefer ikişer ikişer aldım taşları.
''Halide Balaman ve Peyami Hunlu ona eşlik edip babanı ve daha birçok insanı devirdiler.'' dedi gözlerine bıçak saplanmış gibi bakarken onda ilk defa bu kadar sert ve vurgulu bir ses duymuştum. ''Ve başarılı oldular.''
Eliyle tekrardan işaret yaptığında taşı havaya atıp önce üç taşı aldım ardından sona kalan dördüncüyü.
''Gazel ile beraber köstebek olduk ve tüm işlerini layıkıyla yerine getirdik.'' dedi. Onun söylemesine izin vermeden ben ekledim. ''Ve başarılı oldunuz.''
Gülümsedi, gülümsedim.
Son ele geldiğimizde söyleyeceği kelimeleri merakla bekledim.
''Pars, kendi karakterinden ödün vererek bu dünyaya adımını attı,'' bir süre sustuktan sonra ekledi, ''düzeni değiştirerek ilk çatlağı oluşturdu.'' diyerek sırıttı. ''Kendi hedefini kenara bırakıp çatlağı bir süreliğine rafa kaldırıp onların işlerini yapmaya başladı.'' dudakları düz bir çizgi haline alırken devam etmemi işaret etti.
''Ve başarılı oldu.'' dedi gözlerini ellerime çekerek.
Sol elimin çaprazındaki dede diğer adıyla ebeye değmeden bütün taşları tek seferde kaleye attığımda Arel'e baktım fakat o dikkatli bir şekilde son taşa bakıyordu. Ebeye uzanacağım sırada ellerini kaldırıp taşla arama minik bir duvar ördü. Başımı kaldırdığımda yine o yakınlığı hissettiğimde yutkundum.
''Tüm bu başarılar bizler sayesinde oldu. Onlar ebeyi fark etmediler, çünkü biz etmelerini istemedik.'' kelimelerin üstüne baskı yaparak, ''Yıllarca kaleye girmelerini sabırla bekledik. Bugün yapılan toplantıda asıl oyunun başlangıcı olacak. Sevkiyatı yine ve yeniden başarılı bir şekilde yerine getireceğiz.'' gözlerini kapatıp açtı. Doğrudan gözlerimi hedef aldığında bakışlarındaki soğuk havanın etkisiyle titrediğimi hissettim. ''Asıl oyun şimdi başlıyor, ebe bütün taşları sobeleyecek.'' diyerek aramızdaki duvarı kaldırıp taşı avuç içlerime bıraktı. ''Bu oyunu da senin, kazanmanı sağlayacağım.'' dedi ve ayaklandı.
Şok içinde elimdeki taşa bakarken Arel arabaya doğru ilerliyordu.
Sağ kolundaki siyah saatine bakıp konuşmaya başladı. ''Zamanı geldi, başlıyoruz.''
◇
•Bölüm hakkındaki ne düşünüyorsunuz?
•Vuslat'ın değişimi nasıl olmuş?
•Arel hakkındaki düşünceleriniz neler?
•Biliyorum Bulut takımını merak ediyorsunuz ama her sırrın açıklanacağı zamanları vardır. ????
•Merak ettiklerinizi, Önerilerinizi vs. Buraya yazabilirsiniz:)
Oy ve Yorum yapmayı unutmayın canlar♡
Hoş çakalın????????
Tepkiniz nedir?
Beğen
1
Beğenmedim
0
Sevdim
1
Eğlenceli
1
Sinirli
0
Üzgün
0
Vay
0