SADECE İNANMAK
Bu hikayadeki tek suçum ise sadece inanmaktı.
Genç bir kızken, imkansız aşkın ne olduğunu acı bir şekilde yaşayarak öğrenmiştim. Bu aşkın kalbimi en derinden paramparça edeceğini hiçbir zaman bilemedim. O zamanlar aşka inanırdım. Ergenlik çağında, gönlü herkese düşebilecek, herkese inanacak bir yaştaydım. Aşkı kitaplarda okuyan, dizilerde izleyen, masal gibi olduğuna inanan biriydim. Bir gün bu masalın içinde olacağımı, en güzel aşkı yaşayacağımı umut ederek hayaller kurardım. Bir de böyle imkansız olsun; biraz acı, biraz mutluluk derken sonunda da vuslat olacak bir aşk. Bilseydim imkansızlığın bu kadar yarayalacağını ister miydim hiç?
Liseyi İstanbulda okuyan, sınıfın en çalışkanı, en çekingen kızı, konuşmayı pek sevmeyen biriydim. Arkadaşlarım vardı elbet ama iiki elin parmağını geçemeyecek kadardı. Öğretmenlere göre çok çalışkan bir kız, arkadaşlarıma göre kendini beğenmiş biriydim. Halbuki öyle biri değildim, sırf insanlarla fazla diyaloğum olmadığı için bu damgayı yapıştırmışlardı. Bir de üstüne şişko kız eklenince benim için okul biraz daha zor olmaya başlamıştı. Bu arada gönlüme de bir sevgi düşmüştü. Karşı sınıftan bir çocuktu. Her teneffüs kapıya çıkar, onun sınıfını izler, dışarı çıkmasını beklerdim. O da kapıda durur öyle etrafa bakardı. Ama gözleri beni hiç görmezdi. Bense sadece onu izlerdim. Onun ilgisini çekebilmek için de arkadaşım Tuğçe'yle oyun oynar, koridorda koşar dururduk. Ama ilgisini hiçbir zaman çekemedim. Bir gün kulağına gitmiş benim ondan hoşlandığım, tabi bende heyecanla ne dediğini merak ediyordum. Aldığım cevap ise beni yerle bir etmişti. "O şişko kız mı benden hoşlanıyor? İstemez," demiş.
Kalbim paramparça olmuştu, benimle dalga geçmişti. O günden sonra onun yüzüne dahi bakamadım. Utanmıştım, üzülmüştüm. Ne kolaydı insanların kalbini kırmak. Halbuki bana karşı bir şey hissetmiyorsa doğru düzgün söyleyebilirdi ama o kalbimi kırmayı seçmişti. O an anladım, biz ayrı dünyaların insanıydık. Ben sevgiye değer veren biriydim, o ise sadece görünüşe değer veren birisiydi.
Kalbi kırık, aşktan korkan, sevilmeye layık olmadığımı düşünerek aylar geçti. Yaz ayı gelip de okul kapanır kapanmaz soluğu memlekette aldık. O yaz kuzenimin düğünü vardı, ben de öyle heyecanlıyım ki, içim kıpır kıpırdı. Düğün günü gelip çattığında en güzel elbisemi giyinip, saçlarımı kuaförde yaptırdım. Belki okulda pek ünüm yoktu ama memleketimde baya bir ün edinmiştim. İstanbul'dan gelen bir kızdım, şişko olmam kimsenin umurunda değildi.
Düğünde de yıldızım bayağı parladı. Bir çocuğun ilgisini çekmiştim. Kara gözlerini benden ayırmadan sürekli gözlerime bakıyordu ve ben bu gözlerden çok etkilenmiştim. Düğün boyunca bakıştık, bu arada öğrendiğim kadarıyla damadın da kardeşi oluyormuş. Bendeki şans işte, düğün sonunda herkes dağılmaya başladı. Biz de kuzenimle vedalaştık. Annemler önce çıkmış, en son ben kalmıştım. Yavaş adımlarla dışarı çıkacakken biri arkamdan seslendi "Bakar mısınız?" diye. Arkamı dönmemle bir çift kara göze denk geldim. Yanıma yaklaşıp tam karşımda durdu. Kalbim o an yerinden çıkacakmış gibi öyle atıyordu ki.
"Acaba telefon numaranızı verir misiniz? dedi ve ben şok oldum. O güne kadar telefonumu kimseye vermeyen ben, bir yabancıya pat diye verdim. Telefon numaramı kaydedip yüzüme tebessümle baktı ve ben bir kez daha bitmiştim. Heyecanla arkamı dönerek nasıl çıktım, nasıl arabaya bindim hiç bilmiyordum.
Sonunda dedim, sonunda beni de fark eden biri var. Kiloyla ilgilenmeyen, sadece ben olduğum için ilginen biri...
Düğün gününün üzerinden tam üç geçmişti ama ne arayan vardı ne bir mesaj atan. O üç gün boyunca gözlerimi telefondan ayırmadım. Mesaj gelecek diye heyecanla bakıyordum ama sonunda da hayal kırıklığına uğruyordum. Sonunda bir telefon geldi ama arayan kuzenimdi. Beni evlerine davet ediyordu. Belki o da orada olur diye bir umut kuzenimin evine gittim. Tahmin ettiğim gibi o da oradaydı ama ben gözlerine bile bakmadım. Telefon numaramı alıyor ve mesaj dahi atımıyordu. Kızgındım, o da diğerleri gibi beni kandırmıştı. Tabi arada kaçamak bakış atmıyor da değildim. Gözleri kalbimde bir etki yaratmıştı ki kendimi alıkoyamıyordum. Yemeklerimizi yedik, çay içtik derken "lunaparka gidelim mi?" dediler, "olur," dedim. Çünkü o günün hiç bitmesini istemiyordum. Belki bir daha kara çocuğu görme şansım olmayacaktı. Hemen hazırlanıp evden çıktık. Kuzenimle kocası önde, biz arkada hiç konuşmadan yürüyerek lunaparka ulaştık.
Bütün aletlere bindik, bütün heyecanı en dibine kadar yaşadık ve gecenin sonunda kara gözlü çocuğun elleri ellerimdeydi. Ona karşı kızgınlığım sadece bir kaç saat sürmüştü ve o gün sevgili olduk. O gece benden mutlusu, benden daha sevdalısı yoktu. Ona gözüm kapalı güvenerek ellerimi emanet ettim.
Günler geçmiş ve eve gitme vaktimiz gelmişti. O yaz oradan ayrılmak içimi burkuyordu, çünkü kalbimi arkada bırakacaktım. Belki onu sık göremeyecektim ama biliyordum ki sevgisi benimleydi. Son defa görüşüp vedalaştık, gözlerimde yaş ona sımsıkı sarıldım.
İstanbul'a eve geldiğimizde sanki hayat benim için durmuştu. Telefonda görüşuyorduk ama onun kara gözlerini görmemek canımı yakıyordu. Bu şekilde iki ay geçmişti ve bizim ilişkimiz hala devam ediyordu. Öyle böyle değil, birbirini uzaktan çok seven bir çifttik. Ben onun boncuk gözlüsü, o ise benim kara gözlümdü.
Sonunda bu ilişkiyi bir şekilde öğrenen annem ondan ayrılmamı istedi. Çünkü ailesi iyi değildi, özellikle babam babasını hiç sevmemişti. Annem benden ayrılmamı isteyince el mahkum kabul ettim. Çünkü bu işin olacağı yoktu. Bir taraftan ailem, diğer taraftan kalbim... Düşünmeden ailemi seçtim ve gözyaşları içinde ona mesaj atıp ayrılmak isteğimi söyledim. Ona hesap sorma fırsatı bile vermeden sim kartını kırıp attım.
Bir insanın nefes alamamasını, kalbinin feci şekilde yanmasını ben o gün ilk kez tatmıştım. Bu, öyle acıydı ki sanki hayatımı elimden almışlardı. Odama geçip saatlerce ağladım, içim yana yana gözyaşları döktüm. Anneme kızmıyordum, sonuçta o da beni düşünüyordu. Ama gel bunu kalbime anlat. Sol yanım ağrıyordu; sol yanım çok acıyordu. Bu acının çaresini bir tek kişi giderebilirdi, o da yanımda yoktu.
Günler günleri kovalıyordu ama benim için zaman o gün durmuştu. Ondan ayrıldığım gün... Ondan ise hiç bir şekilde haber yoktu. Bir gün acı bir şey öğrendim ve o gün hayatım tamamen karanlığa büründü. Dediler ki o seni gerçekten sevmemiş, dediler ki o senin üzerinden iddiaya girmiş. Ve ben sadece ona açtığım aydınlık tarafımı, yine kendi elleriyle karanlığa çevirmesine izin vermiştim. Abi bildiğim insanla birlikte olup benim üzerimden bir takım elbisesine iddiaya girmişler. Abim dediğim kişi "o kız sana numarasını vermez," demiş. O ise ben "o kızdan numarasını alacağım," demiş. Kazanan taraf belli olmuştu, kara gözlü çocuk. Ben ona numaramı vermiş, hayatımda hiç düşünmeden bir şey yapıp kalbimi avuçlarına koymuştum.
17 yaşımda acımasızca darbe alıp yerle bir olmuştum. Ben her zaman imkansızı isterdim ama sonumun böyle olacağını bilseydim aşık olmazdım. Eğer annemin sözünü dinlemeseydim kandırılmaya devam edecektim. Evet, onunla aramızda imkansızlık vardı. Önce ailelerimiz, sonra kalplerimiz...
Biz onunla iki ayrı dünyaydık, ben seven taraf, o ise aşkımı kullanan taraf. Benim kalbimde sevgi varken onun kalbinde merhamet yoktu. Bizi ayıran en büyük özelliklerimizdi; iki ayrı dünya, iki ayrı kalp...
Bir kez daha sevgimle dalga geçilmiş, bir kez daha yenilmiştim. Kalbimdeki acıyı avuçlarıma alıp öylece baktım. Orada sevdam duruyordu, karşılığı olmayan, kandırılan sevdam. Bir takım elbise uğruna beni yok eden bir sevda. Gözlerimdeki yaşlar tek tek kalbime damladı ama acıma şifa olamadı. Ben o yaşımda bittim, ben 17 yaşımda kendime olan inancımı kaybettim.
Seneler geçti, büyüdüm. Ama içimdeki ateş geçmedi. Gözyaşlarım kurudu ama içimdeki yaşlar durmadı. Kalbim sevdamı unutamadı ama o beni unutmuştu. Boncuk gözlüsünü bir çırpıda unutuvermişti. Gidip başkalarının yari olarak beni bir kez daha öldürmüş, üzerime toprak atmıştı. Ben toprak altındayken, o başkalarının olmuştu. Benim elimden kayıp giden 17 yaşım, öylece hala duruyordu. Ateşi ise hala yüreğimde taptazeydi. Bu hikayadeki tek suçum ise sadece inanmaktı.
Tepkiniz nedir?