SAUDADE
Başka bir Dünya...
SAUDADE:
Günlerden Pazartesi idi. Hande uçağından indiğinde havayı içine çekti ve gözlerini etrafında gezdirdi. Kanada’nın kuzeyinde bulunan Saudade adasında gün batmak üzereydi. Hande bu ortalama büyüklüğe sahip adanın sahibinin kızıydı. Saudade adı verilen şirket babası Murat Bey’e aitti.
Adanın tam ortasında neredeyse altmış dönümlük bir alan yarım daire içerisinde kapatılmıştı. İçeriye girdiğiniz zaman sizi kocaman binaların, ormanlık alanların, göllerin, köprülerin olduğu modern ve küçük bir yaşam alanı bekliyordu. Saudade adasının kapalı havasına rağmen çemberin içerisinde oluşturulmuş olan simülasyon sayesinde günlük güneşlik bir hava yaşanıyordu içeride. Dış mekânda var olan, araştırma ekiplerinin ve kontrol panellerinin bulunduğu büyük binalarda gezdirdi gözlerini Hande.
A bloğundan yeni çıkmış olan Deniz Bey hızlı adımlarla Hande’nin yanına ulaşmıştı. İçerisinde bir endişe bulunuyordu. Her şeyin kusursuz bir şekilde hazırlanmış olması gerekiyordu, kusur çıkmasından tırsıyordu içinde.
“Hoş geldiniz.” Dedi merdiven basamaklarını inen Hande’ye karşı. Deniz kendi içinde bu kadından haz etmiyordu. İşin başında olmasaydı yüzüne bakacağı bir insan bile değildi ancak ekmek parasıydı ya işte, sesini çıkaramıyordu. Hande biraz bencil, kırk yaşlarına yaklaşmış bir kadındı, aynı zamanda mühendislik yapıyordu ve buranın tasarlanmasında büyük bir rol oynamıştı. Babasının yerini doldurmaya başladığından beri içerisinde var olan bencillik adeta harlanmış ve daha da çoğalmıştı. Bu yüzden genelde çalışanları tarafından sevilmezdi.
“Denekler geldi mi?” diye sordu Hande.
“Hepsinin hafızası temizlendi efendim. İçeri alındılar hepsi uyandırılmayı bekliyor.” Hande memnuniyetle başını salladı. “Güzel.” İnsanlar üzerinde uygulanan bir deney yapmak başta Deniz’e hoş gelmemiş olsa bile kendini bunun zararsız olduğuna inandırmak istemişti. Deneklerin simülasyon içerisinde geçirecekleri tam yüz günleri vardı. Yüz gün içerisinde deneklerin üzerinde ilaçlar denenecek ve zamanla oluşan etkileri gözlemlenecekti. Bunların hepsinin yanında yirmili yaşlarına yaklaşmış yaklaşık yüz insanın hayata sıfırdan başladıklarında neler yapacaklarını, ne gibi tepkiler göstereceklerini ve birbirleri ile uyum sağlayıp sağlayamayacaklarını da raporlayacaklardı.
Hande söze girmeden önce boğazını temizledi ve yanındaki görevlinin uzaklaşması için bir kaş hareketi yaptı. Görevli uzaklaşır uzaklaşmaz başını Deniz’e doğru çevirdi.
“Özel bir istekte bulunacağım ve bu aramızda kalacak.” Deniz şaşkınlık içerisinde başıyla onayladığını belli eden bir hareket yaptı. “İlaca olumsuz reaksiyon gösteren bütün denekleri öldüreceksin ve ardından raporuna da bu ölümün ilaç sebebiyle olduğunu yazacaksın.”
“Ama…”
“Ve bunların hepsinin yanında olurda herhangi bir denek sorun çıkarırsa sual etmeden öldür. Gerekirse yenisini getirtiriz. Benim düzenimi bozmaya cüret edecek her insanı ölü olarak istiyorum. Denizin dibine gömersiniz.”
Deniz nutku tutulmuş bir şekilde dinliyordu Hande Hanım’ı. Derin bir nefes aldı ve son sözlerinden sonra itiraz etmekten vazgeçerek başını iki yana olumlu anlamda salladı.
“Güzel, ben şimdi odama gidiyorum ortalıktan kaybolayım deme.” Deniz kafasını eğip bir kere daha sorgulamadan başıyla onayladı. Hande kumral saçlarını omuzlarından alıp arkasına attı ve B bloğa doğru ilerlemeye başladı. Deniz laboratuvara doğru ilerlerken içindeki sese hâkim olamıyordu. Yanlış bir şeyler oluyordu ve buna nasıl engel olacağını bilmiyordu. Bir insanın canını nasıl alabilirdi bir insan aklı varmıyordu. Bloğuna girdiğinde laboratuvara doğru ilerledi. İçeriden gelen yoğun telefon sesi susmak bilmiyordu.
“Alo?”
“Denekleri uyandırın.”
“Tamam efendi-“
Yüzüne kapanan telefon ile gözlerini devirdi Deniz. Laboratuvardan uyandırmak için gerekli olan malzemeleri aldı ve simülasyon alanına doğru ilerlemeye başladı. A blok ile simülasyon merkezinin arasında neredeyse beş yüz metre vardı. Hızlı adımlarla ilerlemeye başladı Deniz.
Hande odasına gelen eşyaları yerleştirmiş ardından da ofisine geçiş yapmış ve deneklerin uyandırılması için gereken emri vermişti. Kusur istemiyordu hiçbir şeyde. Bunun yanında kusur oluşturabilecek herhangi bir şey olursa ondan kurtulmak için her şeyi göze almıştı. Babasını gururlandıracak ve bu deneyden bir şekilde olumlu sonuç alacaktı öyle ya da böyle.
Milyarlar harcanan bu deneyden çoğu insanın haberi vardı ve buraya gelen insanların tamamı gönüllü olarak seçilmişti. Ancak bazı şeylerden sonradan haberleri olmuştu deneklerin. Hafızalarını kaybedeceklerinden habersiz gelen yüz insanın sorun çıkarması beklenirdi elbette. Kim böyle bir şey isterdi değil mi? Hande her iki denek için bir personel görevlendirmişti, bu sayede kargaşa ortamı engellenerek denekler simülasyon için hazır bir hale getirilmişti.
Simülasyon merkezine girdiğinde yorgunluğun verdiği his ile birlikte dizlerine koydu ellerini. Derin bir nefes aldı ve ardından dikleştirdi bedenini. İçeride duran görevliler gri üniformalarını giymişti. Üzerlerindeki Saudade yazısının parlaklığı göz kamaştırıyordu. İçerisi uzay mekiklerini andırıyordu, gri her yerin bolca teknoloji içerdiği bir yerdi. Merkezde kontrol panellerinin bazıları bulunuyordu. Daha kritik olanlar A bloğun üçüncü katında bulunmaktaydı.
“Devrim emir geldi, uyandırıyoruz.” Deniz bütün getirdiği malzemeleri gerekli yerlere yerleştirerek Devrim’in uyandırmak için gerekli şeyleri yapışındaki telaşı izledi.
“Uyanıyorlar.”
“Bu kadar hızlı mı?” dedi Deniz şaşkınlık içerisinde.
Beş dakika içerisinde bütün denekler uyanmıştı. Deneklerden bir tanesi olan Çağla yanında bulunan denek partneri Mert ile uyanmıştı. Her şeyden habersiz bir şekilde uyanmış olan diğer denekler gözlerini gölden ayıramıyorlardı.
“Neden buradayız.” Dedi deneklerden birisi olan Derya. Çağla sesini çıkarmadan görevli olarak düşündüğü kişinin göldeki deneklerin yanına gelişini izledi. “Merhaba arkadaşlar.” Dedi Deniz. Peşinden gelen diğer görevliler de durdular ve deneklerin kendilerine gelişlerini izledi.
“Hepinize eviniz gösterilecek. Görevlilerinizin adları ceplerinizdeki kâğıtlarda yazıyor. Görevliniz aynı kişiyse partnersiniz demektir.” Herkes ne olduğunu anlamadan tek tek ceplerindeki kâğıtlarda yazan yazıları okumaya başladılar. Sıra Çağla’ya geldiğinde “Deniz.” Dedi ve Deniz bir hışımla yanına gelip kâğıdı aldı elinden. Normal şartlarda kâğıtlardan hiçbirinde onun adının yazmıyor olması gerekiyordu. Sorgulamadı ve deneğin yanında durdu. Sıra Mert’e geldiğinde o da aynı ismi zikretti ağzında. Deniz diğerlerini beklemeden deneklerini aldı ve gölün birkaç metre ilerisinde olan kulübeye doğru ilerledi.
“Burası sizin eviniz.” Dedi eliyle kulübeyi göstererek. “Çok güzelmiş.”
“Uyandığınızda elinizde bir bilgilendirme kâğıdı olması gerekiyordu.” Dedi Deniz çekingen bir ses tonuyla. Mert konuşmamakta ısrarcı davranıyordu.
“Burası neresi?” diye söze girdiği Çağla.
“Saudade.”
“Orası neresi.” Diye diretti.
“Kanada’ya ait pek bilinmeyen bir şehirdesiniz. Daha önce duyduğunuzu zannetmiyorum burası biraz küçük bir yer.” Dedi ve susması için tanrıya dua etti içerisinden.
“Peki.” Dedi Çağla kabullenircesine. Kafası hâlâ karışıktı Çağla’nın. Keza Mert’in de öyleydi.
“Benimle iletişime geçmek isterseniz şurada gördüğünüz kırmızı düğmeye basmanız yeterli. Kısa süre içerisinde gelirim.”
“Sen nerede kalıyorsun ki?” dedi Çağla. Deniz içinden lanet okuyordu Hande’ye. Bunu Deniz’i bilerek zora sokmak için yaptığını fark edebiliyordu. Derin bir nefes aldı. Zaten simülasyon içerisindeki insanların görevlileri de simülasyon içerisinde kalmak zorundaydı. Bu nedenle hem öldürme görevini hem de bu iki deneği salmıştı üzerine.
“A1 caddesinde bulunan 3. gökdelende. Sorun mu var?” dedi Deniz artık soru istemediğini belli edecek şekilde.
“Sorun yok.” Dedi Mert uyarır bir halde Çağla’ya bakarken. Çağla homurdandı ve evin içerisinde gezinmeye başladı.
“Gökdelenler içerisindeki bir şehirde böyle küçük ve şirin bir kulübe çok garip, çok güzel.” Dedi Çağla.
“Bence de.” Dedi Mert başıyla destekleyerek kendini.
“Baksana bir buraya.” Dedi Çağla sesinin derinlerinden gelen bir heyecan içerisinde.
“Dışarı çıkalım mı? Gezer sonra geri geliriz. Hem yurtdışında böyle ufak şirin bir yere gelmişken görmeden geri dönmek olmaz değil mi?” Mert partnerinde olan ani duygu değişimlerine anlam veremiyor olsa bile umursamadan uyum sağlamaya çalıştı. Öğrendiği üzere burada kısa bir süreliğine duruyorlardı. Önemli olanın tadını çıkarmak olduğunu düşündüğü için olabildiğince ses çıkarmamaya çalışacaktı.
“Hande Hanım.” Hande oturduğu sandalyeyi pencereden sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Personellerden bir tanesi karşısında dikiliyordu.
“Dinliyorum.” Hande tahammülsüzlük ile homurdandı. “Evet?”
“Deneklerin hepsi uyandı efendim. Sorunsuz bir şekilde hepsi konaklayacakları yerlere yerleştirildi. Görevliler denekleri ile tanıştı ve görevlilerde kendi evlerine yerleştiler. Sokaklardaki ve simülasyonun tepesindeki hareketli kameralar etkinleştirildi.”
“Tamamdır, çekilebilirsin.” Dedi Hande yüzüne yerleştirdiği zafer tebessümü ile.
Bu sırada Çağla ve Mert komşuları ile karşılaşmış ve tanışmışlardı. Merve, Burak, Kerem ve Sima yanlarında bulunan iki katlı evi paylaşıyorlardı. “Yarın ilk ilaç günü.” Dedi Sima.
“Nelerle karşılaşacağız bakalım. O bilgilendirme metni çok kafa karıştırıcıydı.” Dedi Merve bakışlarını Simanın üzerinden çektikten sonra.
Gün batışı simülasyon olsa bile insana huzur verecek cinstendi. Denekler bir adada olduklarını bilmeden huzur içerisinde yaşayıp gidiyorlardı. Kimsenin bunu bozmaya niyeti yoktu şimdilik. İlk bir hafta ilaçlar düzenli bir şekilde verildi ve hiçbir denekte yan etki gösterilmedi. Girilen ikinci hafta belki de yarı yarıya indirecekti denek sayısını. Hepsinin vebali Deniz’in üzerinde olacaktı ve henüz buna hazır değildi. Günlerden pazartesi Çağla spor salonunda okçuluk konusunda kendisini iyiden iyiye geliştirmişti. Başını koşu bandında koşan Mert’e çevirdi.
“Bana mı bakıyorsun sen?” dedi Mert sırıtarak. “Hayır.” Dedi ve oku hedefe fırlattı.
“On ikiden vurduğuna göre kesinlikle bana bakıyordun. Şans işte.” Dedi ve kahkaha attı Mert.
“Kafana bir elma alda bakalım şans mı değil mi. Belki senin şansın vardır da kafandan vururum. Okunu hedeften aldıktan sonra tekrar nişan aldı.
“Peki bugünden itibaren gözlem haftamızın başlaması hakkında ne diyorsun?” dedi Mert.
“Her şey Cuma belli olacak. Ne yalan söyleyeyim şu ana kadar kimsenin ölmemesini bile şans olarak değerlendiriyorum.” Oku fırlattıktan sonra derin bir iç çekti.
“Burada bir hata var Mert.” Dedi Çağla.
“Ne gibi?” dedi merakla Mert. Şimdiye kadar Çağla’dan burası hakkında birçok teori dinlediği için şaşıracağı bir şey söylemesini umdu.
“Kimse sesini çıkarmıyor ama bir gariplik var işte. Örneğin geçen gün bir annem var olduğunu hatırladım ama ismini bilmiyorum.”
“Ya ben de bir sorun var ya da gerçekten bir hata var.” Dedi Çağla yayı bir kenara bırakıp.
“Ben annemin adını biliyorum. Senin annenin adı da mutlaka yazıyordur bilgi kağıdında.” Dedi Mert.
“Ne kâğıdı.”
“İkinci gün Deniz’in bıraktığı kâğıtlar. Kayıt kâğıtlarımız.”
“Peki, onu okumadan önce de biliyor muydun annenin adını?” “Ya da annen hiç aklına geldi mi?” dedi Çağla birkaç adım daha Mert’e yaklaşırken.
Mert düşündü. Gerçekten de anne adını okuyana kadar aklında hiçbir şey canlanmamıştı. Normal şartlarda annesine düşkün birisi olduğunu biliyordu ama gözlerini burada açar açmaz düşünebildiği tek şey hiçlikti. Zihni pırıl pırıl sanki yeniden yaratılmış gibiydi. Bu yüzden ne düşünmeye zorlamıştı kendini ne de sorgulamaya. Deneklerin haberi olmadan onları uysallaştırmak için ayrı bir ilaç hazırlanmış ve uyandırılmadan kısa bir süre önce kanlarına enjekte edilmişti. Zihni yumuşatıp düşünmelerini önleyecek güzel bir formüldü bu.
Hande, elinde tuttuğu kâğıtları masaya koydu.
“Sima denilen kızın sonuçları olumsuz gözüküyor. Hastalığında hiçbir gelişme yok tam tersine kız gittikçe kötüleşiyor.” Dedi Deniz’e dönerek. Deniz irkildi. Bunun sonunun ne olabileceğini düşünmek bile istemiyordu.
“Birkaç gün daha beklememiz gerekmez mi efendim?” dedi çekingen bir ses tonuyla.
“Tanrı aşkına söyler misin neyi bekleyeceğiz? Daha da rezil bir hal alacak ve belki de bulaştırıcı olacak hastalık. Buna göz yumamam. Katiyen olmaz böyle bir şeyi kabul edemem. Bulaşıcı çıkacak herhangi bir şey sonumuzu getirir. Birçok şeyi bu deneye bağladım ben. Sana söylediğimi yapacaksın Deniz. O kızın sabaha kadar infaz edilmesini istiyorum. Derhal!” dedi Hande sinirlerine hâkim olamadığı bariz bir şekilde belli iken. Derin bir iç çekti. Olumsuz hiçbir şeye yer yoktu o simülasyon içerisinde. Olumsuzluk demek başarısızlığa yakın olmak demekti ve buna asla izin vermeyecekti. Sinirle soludu ve başını ne yapacağını düşünen, çaresizce çare arayan Deniz’e çevirdi.
“Ne duruyordun sen burada hala! Çekil git de görevini yap.” Deniz odadan çıktıktan sonra ellerini hafiften beyazlarının olduğu saçlarında gezdirdi. Çalışan insanlardan nefret ediyordu içinden. Hepsi emir almaya muhtaçtı ve bu durum onu çileden çıkarıyordu.
Deniz endişesini belli etmemeye çalışarak simülasyon merkezine giriş yaptı. “Beni içeri alın.” Dedi ve görevliler hemen Deniz’i içeriye girmeye uygun bir şekilde hazırladılar. Öncelikle gri üniformasını giydirdiler ve ardından içerideki mekanizmaları rahatlıkla görebileceği bir gözlük yerleştirdiler. Deniz içeriye girdiğinde yanında hiçbir silah bulunmuyordu. Bu nedenle sessiz bir şekilde bitirmeliydi bu işi. Tek başına halledecek olması onu daha da panikletiyordu. Öncelikle Simanın konakladığı yere gitti Deniz kendini sakinleştirmeye çalışırken.
Sima bahçede oturuyor elindeki dergiyi inceliyordu. Deniz kimsenin duymayacağına emin olduktan sonra kızcağıza seslenip yanına çağırdı.
“Senin sorumlun ile bir sorun yaşadığını duydum Sima. Biliyor musun bilmiyorum ama ben görevlilerden sorumlu kişiyim. Bu yüzden seninle bu konu hakkında konuşmamız lazım. Lütfen benimle birlikte gelir misin?” dedi ve yürümeye başladılar birlikte. Ormanın içerisine iyice girmişlerdi ki Deniz durdu.
“Sorunlu insanlara aramızda yer yok ne yazık ki.” Dedi ama farkında olmasa bile sesi titriyordu. Kız Deniz’e göre çok kısa kalıyordu. Kahverengi gözlerini kızın mavi gözlerine dikti ve son kez baktığını bilerek baktı. Elini kızın ağzını ve burnunu kapatacak şekilde yüzüne götürdü. Sima şaşkınlıkla gözlerini açtı. Her yanını korku sarmıştı. Çığlık atmayı denedi ama ağzını saran elden dolayı sesi çıkmıyordu bile. Deniz gözleri dolu bir şekilde konuştu.
“Özür dilerim.” Dedi.
“Çok özür dilerim.” Kızı yere düşürdükten sonra başını sert kayalığa çarptırdı. Yaptığı şeyin farkına vardıktan sonra elini çekti hızlıca. Kızı kollarından tuttu ve simülasyonun içinde kimsenin rahatlıkla bulamayacağı bir yere bıraktı. Elleri titriyordu. Kendine lanet etti. Tekrar tekrar kendine ne yaptığını soruyordu.
“Bir insanı nasıl öldürdüm ben!” dedi.
“Nasıl?”
Şok olmuştu ve ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu, bilemiyordu. Kızın yüzü gözünün önünden gitmezken bu vicdanla nasıl yaşayacağını sorguladı. Nasıl göz yumacaktı ki vicdanı bu işe. Bilmiyordu. Kendinden bir seri katil oluşacaktı çok yakında. Eline, yakasına birçok insanın kanı bulaşacaktı ve bunu bilmek Deniz’i adeta içten içe çürütüyor, insaniyetini elinden alıyordu. Titreyen eline telefonunu aldı ve Hande’nin yanında çalışan personellerden bir tanesini aradı.
“Hande Hanım’a işinin hallolduğunu söyleyebilir misin?”
“Tamam, efendim.” Dedi karşıdaki ses. Telefonu kapattıktan sonra kızarmış gözlerini sıkıca kapatıp tekrar açtı. Bununla yaşamayı eninde sonunda öğrenmesi gerekecekti.
“Çağla.” Dedi Mert. Çağla mutfağın kapısını kapattıktan sonra Mert’e döndü. “Efendim.”
“Sanırım haklısın.”
“Bana haklı olduğumu mu söyledin?” Çağla sırıttı.
“Gözlerimi burada açtığımda sanki uyuşmuş gibiydim. Gerçekten ne olduğunu anlamak için çabalamadım bile. Fark ettiğim kadarıyla gerçekten annemi hatırlamıyordum, aklıma bile gelmemişti.” Sustu, derin bir nefes aldı ve konuşmaya devam etti.
“Buraya gelmeden öncesini de hatırlamadığımı fark ettim.” Dedi ve Çağla sırıtmasını gülmeye çevirdi.
“Biliyordum!” dedi ve Mert’in yanına oturdu. Gri yastığı kucağına aldıktan sonra konuşmaya başladı Çağla.
“Ben de aynı şeyleri yaşadım ama bir fark var.” Dedi Çağla. Mert şüpheyle çevirdi kafasını.
“Ben az bile olsa bir şeyler hatırlıyorum.” Mert merakla dinliyordu.
“Ne gibi şeyler?” dedi.
“Bir maket. Dünya maketi hatırlıyorum. Panelden yansımıştı ve etrafında birkaç tane yıldız, gezegen de vardı. Sonra maket dönmeye başlıyor ardından da yakınlaşıyordu ama daha fazla detay hatırlamıyorum.” Dedi Çağla.
“Sen söyleyince kafamda canlandı bir şeyler ama ne bilmiyorum.” Dedi Mert. “Biz hep birlikte miydik buraya gelene kadar. Acaba partnerim hep sen miydin?” dedi Çağla kolunu koltuğa yaslayarak.
“Onu bilemem ama bundan sonra öyle olacağı kesin.” Dedi ve gülümsedi Mert.
“Çözmemiz gereken çok şey var gibi duruyor.” Dedi Çağla. Mert başıyla onu onayladı. Kapı çaldığında irkildi Çağla.
Mert bir koşuda kapıya ulaştıktan sonra karşısında Kerem’i görmeyi planlamıyordu. Telaşlı olan görüntüsü Mert’i endişelendirmişti.
“Selam Mert. Rahatsız ediyorum gece gece kusura bakmayın ama Sima yok. Çoktan evde olması gerekiyordu. Siz gördünüz mü hiç?” dedi bir çırpıda Kerem.
“Ne rahatsızlığı lafı olmaz. Bir dakika bekle, ben iki gündür görmedim ama belki Çağla görmüştür.
“Çağla, gelsene bir.” Diye seslendi içeriye Mert. İçine bir kurt düşmüştü.
“En son ne zaman Sima’yı gördün?” Çağla duraksadı.
“Bu sabah evden çıktığını gördüm.” Dedi sakince.
Mert kapının hemen yanında, beyaz duvarda duran kırmızı düğmeye bastı. “Deniz’i çağırdım. Siz de kendi görevlinizi çağırın eğer bilgileri yoksa aramaya çıkarız.” Dedi Mert.
Çağla Kerem’i içeriye davet ettikten sonra beklemeye başladılar. Bu sırada Deniz çağrıyı aldıktan hemen sonra yola koyulmuştu. Bu çağrının Sima ile ilgili olacak olması her ne kadar onu telaşlandırsa bile soğukkanlılığını korumaya devam etmesi gerekiyordu. Her ne kadar profesyonel davranırsa o kadar iyi olurdu kendisi için. Birkaç dakika içerisinde yanlarına varmıştı. Evin açık kapısından içeriye girdiğinde iki denekten fazlası toplanmıştı içeride. Görevlilerden Melis’te buradaydı.
“Sorun nedir?” dedi Deniz.
“Sima yok.” Dedi Mert. Deniz elinden geldiğince renginin atmaması için uğraştı. Midesinde beliren ani mide bulantısına ses vermedi.
“Melis sana haber vermeni söylememiş miydim?” dedi Deniz. Melis başıyla olumsuz cevap verirken Deniz terlemeye başlamıştı.
“Neyi?” dedi Kerem oturduğu yerden kalkarak.
“Sima evine gönderildi bu akşam. İlaçlar etki etmedi tedavisini görmesi için hastaneye gönderdik.” Dedi Deniz sesini kontrol altına alarak.
“İyi mi peki?” dedi Çağla. Deniz başıyla olumlu anlamda işaretler yaptı. Kerem içine gelen rahatlama ile derin bir nefes bıraktı ve koltuğa geri oturdu.
“Dağılabiliriz arkadaşlar. Sorun yok.” Dedi ve evden apar topar çıktı Deniz.
Günler günleri kovalamaya devam ettiğinde cuma günü çoktan gelmiş geçmişti. Çağla ve Mert giden insan sayısının fazla olmasının üstüne ilaç gününün sabahında keşif yapmaya çıkmışlardı. Evlerinin arka bahçesinden çıkıp dümdüz yürümüşlerdi. Bir ara Çağla yorulduğu için mızmızlanıp Mert’i sinir etmişti ve ormanın içerisinde herhangi bir ağacın dibine oturmuşlardı. Biraz soluklandıktan sonra işlerine, yürümeye, geri dönmüşlerdi.
“Baksana bir Mert.” Dedi Çağla dehşet dolu sesiyle.
“Bu kurumuş leke kan lekesi mi bana mı öyle geliyor.” Mert önüne dönüp birkaç adım ile taşa yaklaştı. “Bu…” dedi biraz daha yaklaşarak.
“Kan sanırım.” Dedi Mert. İkisinin de aniden beti benzi attı. Derin bir nefes aldı Çağla.
“Kimin kanı acaba?” dedi Çağla.
“İlerlemeye devam edelim.” Diye çekiştirdi Çağla’yı Mert.
Bu sırada Hande ilaçların ikinci haftasının verdiği heyecan ile ölen kişilerin sayısının az olmasının zevkini çıkarıyordu. Şu ana kadar sadece 4 denekten olumsuz sonuç alınmıştı. Her ne kadar bu sayı onu rahatsız etse bile bu haftadan sonra daha fazla olacağını düşünmüyordu. Odasından dışarıya çıktı ve derin bir nefes alıp verdi. Simülasyon merkezine doğru hızlı adımlarla ilerliyordu. İçeri girdiğinde herkes duraksadı. Bazıları işlerine devam ederken diğerleri Hande’nin kaş hareketi üzerine onu hazırlamaya başlamışlardı.
Deniz Hande’yi karşılamak için simülasyon girişinde bekliyordu. Hande Hanım hızlı bir şekilde hazırlandıktan sonra içeriye alındı.
“Merhaba Deniz.” Dedi en samimiyetsiz hali ile. Deniz’in yüzünde mimik oynamadı. “Merhaba efendim.” Demekle yetindi sadece.
“İlaç işleri nasıl gidiyor. İkinci haftanın ilk ilaçları içildi mi?” cevabını bildiği soruları soruyordu sırf konuşabilmek adına. Deniz homurdandı ve başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı.
“Sabah saatlerinde herkes kahvaltısıyla birlikte içti. Eksik yok.” Dedi Deniz ve ardından şehrin göbeğine doğru ilerlemeye başladılar.
“Lütfen ilaçlarını almadığını söyle. Bu sersemliğini başka neye bağlayabilirim bilmiyorum çünkü.” Dedi Mert Çağla’yı düştüğü yerden kaldırırken.
“Lavabodan aşağıya döktük ya.” Dedi Çağla. Mert kıkırdadı ve Çağla’yı kaldırdı.
Hava günlük güneşlikti. Hava durumlarını simülasyonda kontrol eden panelin görevlisi Yusuf Bey kahvesini yanlışlıkla kontrol paneline döktü. Aceleyle döktüğü yeri silse bile Çağla ve Mert’in gözünden yaşananlar kaçmamıştı. Günlük güneşlik havada birden bulutlar çıkmış, birkaç parça damla su yüzlerine düşmüş ve ardından eski haline geri dönmüştü. Çağla şaşkınlığıyla birlikte Mert’e döndü.
“Gördün mü?” dediler ikisi birlikte aynı anda.
“Evet.” Diye de cevapladılar birlikte. “Sanki kontrol edilir gibi değil miydi?” dedi Çağla yolda yürümeye devam ederken. Havaya bakarak yürümeye devam ederken Çağla tekrar takılıp düştü.
“Bir düşmeden yürü be.” Dedi Mert.
Çağla şok içerisinde takılıp düştüğü şeye bakıyordu. Rengi gitmiş bir beden kanlar içerisinde yatıyordu. Çağla korku içerisinde kendini geri geri ittirirken kafasını bir şeye daha çarptı. Arkasını döndüğü zaman karşılaştığı duvar benzeri şey ile bütün hafızası yerine gelmişti.
“Ceset var.” Dedi Mert.
“Sima’nın cesedi var burada Çağla.” Diye devam etti sözüne.
“Biz bir simülasyondayız Mert. Burası Kanada’nın bilinmeyen küçük bir şehri değil.”
“Ceset.” Dedi Çağla o tarafa doğru dönerek. “Burada bir tane değil tam dört tane var ondan Mert.” Şoka uğramış olmasına rağmen yüzünde mimik oynatmadı Çağla. Mert ise hâlâ idrak etmeye çalışıyordu haliyle.
“Yani şimdi ilaçlara olumsuz tepki veren insanları evlerine tedaviye yollamıyorlar mıydı?” dedi Mert.
“Hayır, tam tersine öldürüyorlardı Mert!” Mert gözlerini Çağlaya sabitledi.
“Bir şekilde buradan çıkmamız lazım ve derhal buradan uzaklaşmalıyız. Eğer gördüğümüzden ve bildiğimizden şüphelenirlerse sonunda varacağımız yer burası olur.” Dedi Mert Çağla’yı geldikleri yöne doğru çekerken. “Eve gideriz. İyice düşünür taşınır, biraz gözlemler sonra bir plan kurarız. Çağla! Kendine gel dönmemiz lazım.” Çağla başını iki yana salladıktan sonra derin bir nefes aldı ve koşar adımla evin yolunu tuttular.
Hande hızlı ve sert adımlarla A bloğun yolunu tutmuştu. Sinirle burnundan soluyarak içeriye girdi. “Nerede o akılsız? Çabuk buraya getirin!” a bloktaki küçük ofisine geçerken içinden küfürler savuruyordu. Ne kadar sorumsuzca bir hareketti böyle! Görev başında değil bir şey içerek, nefes almadan çalışmaları gerekirken şu hallere nasıl geldiklerini düşünüyordu. Sorumsuz insanların hepsinden nefret ediyordu. Hem para alıyor hem de hata yapıyordu üstüne üstlük!
“Efendim.” Diye içeriye girdi Deniz yanında Yusuf ile.
“Bu mu o sorumsuz?” dedi Hande daha yeni oturduğu koltuktan hızlıca kalkarken.
“Evet efendim.” Dedi Deniz Yusuf’u öne doğru ittirirken.
“Kusursa bakmayın lütfen. Nasıl olduğunu anlayamadım bile. Çok az döküldü sorun olmaz diye düşünmüştüm. Hızlıca temizledim ama o sırada olan olmuş. Tekrar çok özür dilerim.” Dedi Yusuf büyük bir pişmanlık ile. Hande birkaç adım öne doğru geldi ve sağında duran masaya elini koyarak ritim tutmaya başladı.
“Deniz.” Dedi sakinliğini korumak adına derin bir nefes alırken. İçinde ki öfke büyümeye devam ediyordu. Kendini dinginleştiremedi ve yeniden bencilce bir karara vardı.
“Affedilemez bir hata yapıldı. Dökülen sıvı panelden sızdıysa diğer sisteme de zarar verebilir.” Başını aşağıya doğru indirdikten sonra tekrar gözlerini Deniz’e sabitledi.
“Sen ne yapman gerektiğini biliyorsun.” Dedi ve koltuğuna geçip oturdu.
“Çıkabilirsiniz.” Yusuf ne olacağını bilmediği için meraklı gözlerle Deniz’e bakıyordu. Deniz’in ise açıklayabileceği ya da söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. İnfazını gerçekleştirmeyecekti. Bloktan çıkar çıkmaz durdurdu Yusuf’u.
“Derhal gidiyorsun buradan. Limandan küçük bir tekne bul ve git. Yoksa hoş şeyler olmayacak. Derhal!” dedi Deniz. Yusuf neler olacağını anlamış olacak ki koşarak uzaklaştı bloktan. Deniz derin bir nefes aldı. Bu böyle nereye kadar devam edecekti bilmiyordu ama biran önce bitmesi için her şeyi yapmaya hazırdı. Daha fazla buna katlanamaz ve vicdanının omuzlarına daha fazla yük yükleyemezdi.
Simülasyon merkezine giriş yaptığında görevliler onu hazırlamak adına üniformasını giydirdiler.
“Gözlük nerede?” dedi Deniz.
“Çıkarken getirmediniz ki efendim.” Dedi görevli çocuk. Deniz nerede bırakmış olabileceğini düşünüyordu.
“Tamamdır, derhal alın beni içeriye.” Diye emri verdikten sonra hızlıca içeriye girip kendi konakladığı eve doğru ilerledi.
Bu sırada Çağla ve Mert kendi evlerinde kalmış kare camlara sahip, rengi yeşile kayan bir gözlük bulmuşlardı.
“Deniz’in mi dersin?” dedi Mert.
“Normal bir gözlük mü bu şimdi?” dedi ve eline alıp gözlüğü gözüne taktı. Evin içerisinde oluşan büyük değişim ile şaşkınlığına hakim olamadı. Beyaz duvarlar kiremit rengiydi. Oturdukları o mükemmel gri koltuk taş üzerine konmuş kuş tüyü minderlerden oluşuyordu. Duvarlarda gezdirdi gözünü Çağla. Büyük bir şekilde işlenmiş Saudade yazısı dikkat çekiyordu.
“Biz…” dedi Çağla dili tutulmuştu adeta.
“Biz gerçekten bir simülasyondayız.” Mert gözlüğü Çağla’dan alıp ardından kendisi takınca aynı mekanizmayı kendi gözleriyle görmüştü.
“Eğer bu Deniz’e aitse almak için buraya gelecektir. Dışarıya çıkalım.” Dedi Çağla ve bu seferde o sürükledi Mert’i dışarıya.
“Gözlüğü bana ver bir.” Dedi Çağla gözünden gözlüğü çekiştirirken.
“Tamam, tamam sakin ol.” Dedi ve çıkarıp verdi gözlüğü Mert. İkisinin de kalp atışları hızlanmış, istemsizce strese girmişlerdi.
“Ne görüyorsun?” dedi Mert sabırsızca. O kadar heyecanlıydı ki anlatmaya kelimeler yetmezdi.
“Sanırım görüntünün bütünlüğünü sağlayan kilit noktalar var. Her binanın üzerinde kilit noktalar var. Buradan çıkacağız Mert.” Dedi Çağla.
“Tam anlamıyla on tane kilit noktası var.” Diye ekledi. “Koş Mert, yayı ve okları almamız lazım.”
Spor salonuna doğru koştukları sırada Mert “Ne yapacaksın?” diye sordu. “Kilit noktaları vuracağım.” Dedi Çağla eline yayını alırken.
“Tam on beş tane var oktan. Ekstra beş şansımız var Mert.” Dedi Çağla sesinin titrediğinin farkında bile değildi. Yaşadığı stresin haddi hesabı yoktu. Mert Çağla’nın ellerini tuttu ve kendine çevirdi. İkilinin gözleri birbirine kenetlendiği sırada Mert Çağla’yı kendine çekti ve sıkı sıkı sarıldı.
“O beş oka ihtiyaç bile duymayacaksın.” Dedi Mert fısıldayarak. Başına bir öpücük kondurdu ve ardından derin bir nefes alıp kadını rahatlatmaya çalıştı.
Alnına bir öpücük daha kondurduktan sonra ayırdı bedenini kendinden. “Sen demiştin ya bundan öncesini bilmem ama bundan sonra partneriz diye.”
“Evet, demiştim.” Dedi Çağla ağlamaklı gelen sesiyle. Mert onu dinginleştiriyordu.
“Birlikte kurtulacağız bu işten.” Dedi ve bir elini bırakıp ok çantasını sırtladı Mert.
İkisi birlikte kendilerine yüksek ve rahatlıkla atış yapabilecekleri, görüş alanı geniş bir yer bulurken Deniz her yerde gözlüğü arıyordu. Kendi içerisinde bu gözlüğü bulan birisi olursa ne olur onu düşünüyordu. Çalan telefonunu açmadan her yeri aramaya devam etmişti.
Bu sırada Hande hatalı personelin deniz yolu ile adadan ayrıldığını duyunca küplere binmiş ve hareket halinde bulunan küçük tekneyi denizin derin sularına göndermişti. Deniz’e ulaşamamak onu daha çok sinirlendirdiği için oturduğu yerden kalkmış odayı tam dört kere hızlıca turlamıştı. Kelimenin tam anlamıyla sürekli burnundan soluyordu.
“Mert ben burada ilk üç oku gökyüzüne fırlatacağım. Sen o sırada Merve, Burak ve Kerem’i buraya getir.” Mert başını olumlu anlamda sallayarak hemen harekete geçti. Koşarak evlerinin olduğu yere geldiğinde evin içerisinde birisi vardı. Deniz olduğunu düşündüğü için ses çıkarmadan yanda bulunan eve girdi. Tam da istediği gibi içeride bulması gereken herkes vardı.
“Gidiyoruz!” dedi Mert. Herkes şaşkınlıkla onu izlerken anlam vermeye çalışıyorlardı aynı zamanda.
“Bakın şimdi…”
Mert olayı diğerlerine anlatırken Çağla derin bir nefes alarak ilk oku gökyüzüne fırlatmıştı. Cızırtılarla birlikte gelen sesler eşliğinde gökyüzünün neredeyse yarısı simsiyah olmuştu. İkinci oku yayına yerleştirdikten sonra görüş alanındaki diğer merkez noktaya fırlattı okunu. Tam on ikiden! Gökyüzünün diğer yarısı da karanlığa büründüğünde gökyüzü olarak bildikleri yerde dört tane daha merkez noktası kalmıştı. Şimdi sıra binalardan birisini seçmeye gelmişti. Çağla okunu yayına yerleştirdikten sonra binalardan bir tanesini hedefi haline getirmişti. Ardından gökyüzüne son kez daha bakmış ve ani karar değişikliği ile batı tarafında bulunan merkez noktasına okunu sert bir şekilde yollamıştı.
Tekrar tam on ikiden! Çağla zafer ile gülümserken karşısında bulunan küçük şehrin binalarından yansıyan görüntünün sarsıldığını ve koyu bir renk aldığını fark etti. Batı tarafındaki binalardan bir tanesi tamamen yıkıldı ve gözlerinin önünde diğer binaya hasar verdi.
Hızlı bir şekilde okunu alıp tam tersi yönünde bulunan merkez noktasına yolladıktan sonra gözlerine inanamadı. Şehrin diğer yakasında bulunan binalardan bir tanesi yere gömülürken diğer binalar alttan sarsılmıştı. Deprem olduğunu düşündüğü bu sarsıntı birkaç dakika sürdü.
Hande simülasyonun içerisinde olan şeyleri duyduğunda siniri on kat artmıştı. Derin bir nefes aldı ve hızlı adımlarla ana kontrol panellerinin olduğu binaya geçti. “Neler oluyor!” dedi bağırarak.
“Kontrol merkezlerinde arıza var efendim.” Dedi personelin birisi.
“Ne demek arıza var. Kameraları kontrol etmediniz mi?” diye sordu telaşla. Bu nasıl bir şeydi böyle.
“Buyurun hep birlikte bakalım.” Dedikten sonra kamera kayıtlarını büyük ekrana yansıttı görevli.
Büyük ekranda sırtında yayı ile merkez noktaları hedeflemiş olan Çağla vardı. “Bu ne böyle!” dedi Hande elini masaya sertçe vurarak.
“Çabuk bulun o kadını. Gerekeni yapın ve son verin şu işe. Simülasyon yıkılıyor!” dedi Hande telaş içerisinde olduğunu belli etmemeye çalışarak.
Bu sırada Mert ve yanındakiler Çağla ile buluşmayı başarmıştı. Çağla çıktıkları tepeden kendi kaldıkları evin yönünü bularak o tarafta bulunan kontrol merkezine bir atışını gerçekleştirdi.
“Kapıları açacak merkezi bulmam lazım. Deniz kesin giriş çıkış yapıyordur buraya. Ayrıca bizi buraya sokmaları için de bir kapıya ihtiyaçları var.” Dedi Çağla.
“Bu kadar iyi yay kullanabiliyor olman beni şaşırttı.” Dedi ve güldü Burak.
“Tek şaşkınlığının bu olması ne kadar garip.” Dedi Mert.
“Buldum!” diye bağırdı heyecanla Çağla. Çıkış yapacak oldukları için heyecanlıydı.
Merkezlerin patlamasıyla birlikte kararan hava görüş alanını kısıtlıyordu. Yıkılan binaların enkazlarının yanında ayakta kalan binalardan gelen ışıklar sönmek üzereydi. Bazıları gidip geliyordu. Gerçek gökyüzü görünür bir hal almıştı. Mert diğerlerinden uzaklaşarak şehre baktı. Yukarıda bu dairesel alanın dışında bir yerde şimşek çakıyordu ama hava tam olarak karanlık değildi.
Her şey birbirine girmişken Hande hâlâ kameradan Çağla’yı izliyordu. Görevliler simülasyona giriş yapmak için uğraşıyorlardı bir yandan. Hande Çağla’nın hedef aldığı noktanın neresi olduğunu anlar anlamaz riskli bir emir verdi.
“Döndürme işlemini başlatın!” İçerideki her şeyi tersle düz edecek bir işlemin komutunu vermişti az önce. Batı tarafından tahliye edilen deneklerin bazıları B bloğunda bulunan boş odalara yerleştirilmişti.
Yerin derinden sarsılması ile birlikte simülasyonu içerisi dönmeye başladı. Bazı bina yıkıntıları üst üste gelerek daha fazla arbede çıkarıyordu.
“Çağla at şu oku!” diye bağırdı Kerem.
“Kes sesini de odaklansın kız.” Dedi Mert hiddetle. Çağla gözlerini Mert’in gözlerine dikti. Gözlükle birlikte binaların üzerinde bulunan merkezlere son kez baktı. Sarsıntı ile birlikte tökezlediği sırada gözlük bulunduğu binadan aşağıya doğru düştü. Çağla sinirle içerisinden bir küfür savururken diğer herkes ne yapacaklarını düşünüyordu.
Mert elini çağlanın eline götürdü. “Gözlerini kapat ve düşün.” Diye fısıldadı kulağına.
Çağla derin bir nefes aldı ve merkezleri hayal etti. Aldığı oku kuzeye doğrulttu ve hareket halinde olan binaların oluşturduğu gri toz bulutunu umursamadan oku fırlattı. Binalar yerin içerisine doğru ilerlemeye başladığında yıkılan bir bina göze battı. Çağla yeni okunu en son karşılarında olduğunu bildiği kapının anahtarı olan merkez noktasına doğrulttu ve birkaç saniye derin nefes ardından oku fırlattı.
Karşılarında açılan delik sayesinde kapıyı bulduklarını gördüler ve neşe içerisinde bir haykırış çıktı ağızlarından. Karşılarında yavaşça açılan aydınlığa giden daire sayesinde gözleri ışık görmüştü hepsinin. Derin bir nefes daha aldı Çağla.
Bu sefer sağ kısımlarında kalan merkez noktasına kör atış yaptı. Bu sefer açılan kapının içerisinden görevliler giriş yapmıştı.
“Hadi gidiyoruz!” dedi Mert ve herkes hareket haline geçiş yaptı.
Hande hâlâ Deniz’e ulaşmaya çalışıyordu ancak deniz o arbede içerisinde hayatını kaybetmişti. Hayatını kaybeden bir çok insan vardı ve içeriye giren görevlilerin çoğu üzerlerine düşen binalardan ötürü gözlerini kapatmıştı hayata. Hande odasından dışarıya kontrol merkezinin kuzeyine gitmişti. Oradan çıkacak olan denekleri karşılamayı bekliyordu.
Kerem, Merve, Burak, Mert ve Çağla çıkış kapısına ulaştıklarında kuzey kapısı kapanmış ve üstüne üstlük içeriden büyük bir gürültü kopmuştu. A bloktaki kontrol panelinde arıza oluştuğu için sistem devre dışı kalmıştı. Hande karşısında bulunan bir avuç genci öldürmemek için kendini zor tutuyordu. Çağla yanağından akan kanı sildi. Sanırım yanağı kesilmişti. Umursamadı ve okunu yayına yerleştirerek Hande’ye doğrulttu. Üzerinde bulunan Saudade yazısı parlaklığını hâlâ koruyordu.
“Sen kimsin?” dedi Mert.
“Sizin sahibinizim ben. Siz kimsiniz biliyor musunuz?” dedi Hande küçümser bir tavırla.
“Sanırım senin sayende biz kim olduğumuzu bilmiyoruz.” Dedi Çağla titreyen sesiyle. İçi öfke ile harlanıyordu.
“Sen bizim kişiliğimizi çaldın ama biz hepimiz kendimizi yeniden yaratacağız ve kimse buna engel olamayacak.” Diye devam etti sözüne. Gözü kararmış her şeyi yapabilecek bir hale gelmişti.
Hande’nin yanında beliren iki görevlinin elinde silah vardı. Silahların hepsi bir kere ateşlendi ve iki kişi yere serildi. Çağla’nın içi yanıyordu ama belli etmedi.
Kafasını Mert’in olduğu yere çevirdiğinde Mert ayaktaydı, şükretti. Görüşü bulanıklaşmış biraz gözleri dolmuştu. Merve ve Kerem yerde kanlar içerisinde yatıyordu. Çağla birkaç adım geriye çekilerek etrafı gözlemledi. Patlayıcı içeren bir varil aşınmış bir görüntüye sahipti. Okunu iyice çekti ve nişan alanını birkaç saniye içerisinde değiştirerek varile fırlattı okunu.
Oluşan patlama Hande’nin sağında birkaç metre ötesinde duran ve silahını Mert’e doğrultmuş olan görevlinin ölümüne sebep olmuştu. Hande ve diğer görevli daha ne olduğunu anlayamadan Çağla diğer oku görevlinin alnına çoktan yollamıştı.
“Son iki ok.” Dedi Çağla fısıldayarak.
Bir oku aldı ve yayına yerleştirdi. “Sen durmayacaksın.” Dedi. Hande şaşkınlık içerisinde olan ifadesini stabil bir hale getirdikten sonra Çağla’ya sabitledi gözlerini. Mert ve Burak hâlâ neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
“Biz duramayız.” Dedi ve hedefi kafasından kadının karnına yöneltti. Bunun hemen ardından ok yaydan çıktı ve Hande acı içerisinde inledi. “Gidiyoruz.” Koşarak birkaç metre ilerisinde olan tekneye koştular. Diğer deneklerin arasına karışarak o gün o adadan ayrılmak için yola koyuldular.
Mert ve Çağla söyledikleri gibi o günden sonra birbirlerinden hiç ayrılmadılar. Deniz vicdanının kurbanı olduğunu düşünüyordu ama Saudade bir sürü insanın canını almıştı Deniz gibi. Hande ise kendi kötülüğünde boğularak, acı içerisinde ölmüştü. Belki de huzura ermişti kim bilir?
O günden sonra Saudade şirketi tamamen kapanmış ve bu hayata kattığı tek şey bir aşk olarak bilinmişti.
Tepkiniz nedir?