YERYÜZÜ KORUYUCULARI

BİZİM GİBİ, BİZDEN FARKLI… Algılayamadığımız boyutların ötesinde… Karanlığın anavatanında yaşamaya zorlanan, insanlığın unuttuğu, tarih sahnelerinden sildiği Gece Halkı. Karanlık Çağ olarak adlandırılan zaman diliminde bölgeleri farklı olsa da aynı dünyayı paylaşırlardı. Gerek görünüşleri gerekse yetenekleri insanoğlundan tamamen farklıydı, bu değişkenleri birer üstünlük olarak kabul edenlerin sayısı artıyordu. İçlerindeki bu soyut ‘güç’ azınlık grubun güçlenmesi ile somutluk kazandı. Zalimlikleri ve üstünlük sevdaları dünyada bilinmeyen 2. Büyük savaşı başlattı. Cinlerin; Melekler tarafından dağ eteklerine kovulmasının ardında yaşanan, insanoğlunun yaradılışından bu yana yaşadığı ilk savaştı… İnsan nesli, Gece halkına karşı ilk mağlubiyetini aldı. Mağara eteklerinde kurdukları topluluk, tarih kitaplarına avcı toplayıcı olarak yazıldı. Bu süre zarfında Gece halkının barış yanlıları mağlup toplum ile bir anlaşmaya vardılar. İki halk arasında yaratılacak yeni bir melez türü, ayrı dünyalarına bir kapı olacak ve taraflar arasında nihai orta yolu bulacaklardı. Aradan geçen süre zarfında; insanoğlu, barışçıl gece halkı azınlığı ve yarattıkları melez türü beraber ürediler, çoğaldılar ve güçlendiler. Gece halkının unuttuğu bir şey vardı; insanoğlu varoluşsal içgüdülerinin yanı sıra mantıklarını ve iradelerini de kullanıyorlardı, savaşın ikinci yarısında yıllar içerisinde şahlanan insanoğlu haklı galibiyetini almıştı. Küçümseyici ve üstünlük emellerinin kurbanları bir zamanlar evleri bildikleri boyutlarından kovuldular, melezler ise nesliyle asırlarca iki dünya arasına kapı oldular. İnsanoğlu ve Gece halkı arasındaki dengeyi korumaya yemin eden bu melezlere; Yeryüzü Koruyucuları adını verdiler… 21. Yüzyıl koruyucularını konu alan bu seride; Evrin’in başından geçenleri, onun bakış açısından okuyacağız, onun gözünden ilk kez koruyucuların dünyasını ve gece halkını tanıyacağız.

Kasım 13, 2021 - 00:01
Mart 3, 2022 - 04:57
 0

1. Yeryüzü Koruyucuları BAŞLANGIÇ

Yeryüzü Koruyucuları BAŞLANGIÇ

MERHABA EDEBİYATBLOG OKURLARI!

Fantastik kurgu severlere muhteşem bir hikaye getirdim, umarım beğenir ve bölümleri takip edersiniz.

-*-

Karşılıklı güven duyguları oluşturmak için yıllar gerekebilir, peki ya o güveni kırmak için ne kadar zaman gerekiyor? Kimine göre 1 gün kimine göre yıllar, benimse içimde farklı işliyordu.

Yalanlar, saklanması gereken tüm o gerçekler. Bütün benliğiyle ruhumun derinliklerinden çıkıp kanlı canlı karşımda dikiliyordu, asıl hikayem tam da burada başlamıştı bu sokak ortasında, ben her ne kadar kabul etmek istemese de benliğim yaşayacağım her şeye hazırlıklıydı. Başta kaçmak kurtulmak istediğim her şeyi şimdi sımsıkı kucaklar olmuştum, geriye dönüp baktığımda verdiğim tepkilerin söylediğim sözlerin hükmünün artık kalmadığını görebiliyordum.

Kafanızın karıştığını biliyorum, o zaman sıkı durun! Sizi en başa götürmem gerekiyor…

---

İyi insanların ezildiği, kötü insanların kendini tanrı olarak gördüğü, her gün insanın; insana kırdırıldığı bu dünyada kendimi güvende hissettiğim tek yer onun kollarıydı. 8 yıl geçmesine rağmen yüreğimdeki acı geçmiyordu bir türlü, elimde dikilmeyi bekleyen bir saksı karanfil ve can suyu ile mezarının başında duruyordum yine.

“Anne! Kızın geldi, en sevdiğin çiçeklerle geldi sana.” Mezarının üstündeki otları temizledim önce, her geldiğimde sanki hiç temizlemişim gibi ot bağlar ektiğim karanfillerin canına kastederlerdi, kötü insanlar gibi.

“Bu sefer sana güzel bir haberle geldim, kızın sonunda üniversiteden mezun oldu. Diplomaları verirken herkesin ailesi alkış tutuyordu, çocuklarının en mutlu anlarını kameraya alıp gururla gülümsüyorlardı.” Gözümden istemsizce akan birkaç damla yaşı elimin tersiyle sildim. “Yanımda olmanı bana gururla bakmanı istedim, anne ben seni çok özledim.”

Baş ucundaki mezar taşına sarıldım, hiçbir şey zoruma gitmiyordu bu hayatta. Her şey halloluyormuş ama annenin yerini doldurmuyormuş meğer, özenle diktim getirdiğim bütün karanfilleri, sonra can suyunu döktüm diplerine, biliyorum annem ben yeniden gelene kadar iyi bakacaktı bu çiçeklere.

Telefonum titrediğinde iç dünyamın derinliklerinden sıyrılıp gerçek dünyaya adım atmıştım yine, hala nefes alabiliyorsam bunu yanında durduğum mezarının başında saatlerce vakit geçirdiğim anneme borçluydum.

“Alo, efendim Uzay?” Arsızca çalan telefonu sonunda açıp beni arayan kişiye seslendim, karşı uçtaki Uzay ise sesli olarak nefesini dışarıya vererek birkaç saniye geçirdi. “Neredesin?”

“Annemin mezarındayım, eve geçeceğim birazdan.” Uzay telefonun başında cevabımı duyduktan sonra arkadan annesinin sesi geldi; ‘Söyle bize gelsin.’ “Nohut yapmış bak, sen seversin hadi gel.”

“Olur gelirim, Sevinç teyzeyi kıracak değilim.” Yalandan da olsa telefona kıkırdamıştım, Uzay “Görüşürüz.” Dedikten sonra telefonu kapattı.

Mezarlıktan evimin bulunduğu mahalleye kadar yürümüştüm, şehir mezarlığı çoğu yerde şehrin dışına taşınmıştı, yaşadığım şehirde ise bir kısmı taşınmış bir kısmına ise dokunmama kararı alınmıştı, işin iyi yanı yürüme mesafesinde oluşu benim de işime geliyordu.

Uzay ve annesi evimin arka sokağında yaşıyorlardı, birbirimize gelip gitme konusunda zorluk çekmiyorduk. İlkokuldan beri arkadaş olduğumuzdan mıdır bilinmez bu zamana kadar yanımda olan dost diyebileceğim tek kişi o olmuştu, annemi kaybettikten sonra bile sığınabileceğim tek liman, yaslanacağım tek omuzdu.

Giriş kapılarının yanında mutfak camının ışığı yanıyordu. “Evrin yeterince Nermin’in yasını tuttu, artık daha fazla bu oyunu oynayamazsın, o artık hazır.”

Sevinç teyze adımın geçtiği bir cümle kurduğunda çalmak için uzattığım elimi kapıdan geri çektim, küçük ve sessiz attığımı düşündüğüm her bir adımla sol taraftaki cama yaklaştım, görünmemek için yan tarafa duvara yaslandım, açık pencere içerideki tülü rüzgâr yüzünden dışarıya doğru itiyordu.

“Ona, yıllarca anne dediğin Nermin senin gerçek annen değil mi diyeyim, dünyası başına yıkılır.” Sevinç teyze sıkıntıyla oflarken bense Uzayın az önce kurduğu cümleyi idrak etmeye çalışıyordum, saçmalıyor düşüncesi içimi kemirirken daha fazla dinlemek istemediğimi fark ettim, yaslandığım duvardan bir an önce uzaklaşıp gitme isteği bütün bedenimi ele geçirirken kapı önüne dizilmiş saksılardan birine çarptım, o anda beni görmemeleri için hızla uzaklaşma içgüdüsü beynime emrini verdiğinde bahçeden çıktım.

Kendimi sokağa nasıl attığımı bilmiyordum, sadece uzaklaşmak istiyordum, her şeyden herkesten. Duyduğum her şeyi unutup çekip gitmek fakat yolun yarısında durduruldum biri kolumu çekiştiriyordu.

“Dokunma bana!” Elini umarsızca koluma kavrayan Uzayı kendimden uzaklaştırmaya çalıştım.

“Camdan ne kadarını duydun bilmiyorum ama beni dinlemeni istiyorum, sana olanları en uygun şekilde açıklayacaktım, yemin ederim.” Bir şey açıklamasına gerek yoktu, ben zaten duyacağım tüm saçmalıkları duymuştum. Kolumu ondan kurtarmak adına bir hamlede bulundum ondan kendimi kurtarmak istediğimi anlamış olacak ki çözülen eliyle yeniden kavradı.

“Neyi söyleyeceksin Uzay, Nermin annemin gerçek annem olmadığını mı? Sakladığınız diğer tüm gerçekler umurumda bile değil.” Ne kadar sıkı kavramış olursa olsun yeniden kolumu ondan kurtarmayı başarmıştım, sokağın sonuna doğru çevirdim yönümü, artık bir kelime daha duymak istemiyordum çünkü.

Babam bizi yıllar önce terk edip gitmiş annemse yüzlerini bile göremediğim gece ansızın eve gelen adamlar tarafından öldürülmüştü, şu son birkaç yıldır ailesiz yaşamıştım bunlardan daha fazlasını duymak istemiyordum.

“Evrin çocukluk yapma, beni biraz dinle kendini yalanlarla avutamazsın, sana gerçekleri anlatmama izin ver, hey kime diyorum ben, Evrin!” Bağırıyordu ama bıraktığım yerden değildi bu, peşimden geliyordu.

“Beni dinlemek zorundasın ve dinleyeceksin de.” Arkadan koşar adım yetişip kolumu tekrar sıkıca kavradı, acıdığını belli etmek için tepkiler vermeme rağmen bırakmamakta ısrar ediyordu, etrafı biraz kolaçan ettikten sonra beni karanlık olduğuna emin olduğu ara sokağa çekiştirdi. Gözlerindeki kararlılık ifadesini görebiliyordum, ben ne kadar direnmek istesem de karşı koymama müsaade etmeyecekti.

İç cebinden tuhaf görünümlü ucunda farklı şekiller işlenmiş olan mavi bir sopa çıkardı, daha ben ne olduğunu çözemeden anlayamadığım dilde bir şeyler söyleyerek sopayı üstümüzde spiral şeklinde döndürdü. O elindeki sopayı döndürdükçe mavi ışıklar çıkıyor etrafımızı sarıyordu, Uzay dışında etrafta hiçbir şey görünmüyordu, ta ki zorla çekiştirildiğim ara sokak ortasından çıkıp bir odada kendimi bulana kadar.

“S…sen, bu.., bunu nasıl yaptın?” Kekelemiş cümlemin kırıntıları canımı yakıyordu, bu zamana kadar gücü bir evladı sayan ben, şu an yaşananlardan olsa gerek deli gibi korkuyordum.

“Sana anlatmama izin verseydin inan bana şartlar daha iyi olabilirdi.” Uzay benimle kafa buluyor olmalıydı, daha az önce sokak ortasındaydık şimdi ise tanımadığım bir odada, nasıl bir prodüksiyon döndüğünden emin değildim fakat her an kaçmak isteyen aklıma bacaklarım titreyerek karşı çıkıyordu.

“Bu yaptığın büyücülük ya da ben delirdim, hayır delirmiş olamam aklım yerinde, yok ya sen kesin büyücüsün.” Kendimce teoriler üretmeye çalışıyor akla hayale sığmayacak şeyleri bir kalıba oturtmaya çalışıyordum, nafileydi. Bir sağa bir sola volta atarken Uzaya bakmamaya çalışıyordum fakat onun garip haller sergileyen bana baktığından adım gibi emindim.

“Aslında böyle anılmaktan hoşlanmayız.”

“Ne?” Volta atmayı bıraktım, şaşkınlığımı gizleyemiyordum artık. Yaşanan garip olaylar silsilesi üstüne anlam veremediğim şeylerin hala yaşanıyor oluşu acaba rüyada mıyım? Sorusunu da beraberinde getiriyordu. Emin olmak için koluma bir çimdik attım, refleks olarak dudaklarımdan çıkan küçük bir acı iniltisi bulunduğumuz odaya doldu.

Bana doğru bir adım atmasıyla karşı tepki olarak geri çekildim, yaptığım bu ani karşılık Uzayın beni şaşkınlıkla süzmesine neden oldu. “Ailen seni bu dünyadan korumak istedi sadece, onlara teşekkür etmelisin.”

Hala aile diye nutuk atması canımı sıkmaya başlamıştı, yıllarca başka bir kadına anne demiş olmam mümkün değildi. Dünyanın zaten kendisi acımasızdı, dünyadaki tek varlığımı da toprağa vermiştim başka bir şeye inanmak istemiyordum.

“Dediklerinin birini bile anlamıyorum, bir tek annem vardı o da öldü tamam mı, ayrıca büyücü müsün nesin benden uzak dur!” Ellerimi karşıya doğru uzatmış aramızdaki mesafeyi resmileştirmiştim, Uzay tepkimi yok sayarak önüme doğru birkaç adım attı, o ne kadar yaklaşıyorsa ben o kadar adım geri gidiyordum.

“Evrin kabullenmelisin artık, Nermin teyze senin gerçek annen değil, bırak anlatayım bana başka seçenek bırakmıyorsun.” O da benim gibi ellerini kaldırdı fakat teslim olur gibi yapıyordu, avını ürkütmemeye çalışan bir avcı gibi karşımda bana doğru eğildi.

“Saçmalıklarını bir tarafına sok, artık… Neler oluyor?” Uzay aramızda yaşanan durumun sonunun gelmeyeceğini anlamış gibiydi, anlamadığım dilde bir şeyler söylüyordu yine. Gözlerim kapanıyor beynim vücudumda hakimiyet kuramıyordu, yanımdaki tekli koltuğa tutunmaya çalıştım ama işe yaramıyordu, tüm vücudum uyuşurken dizlerimin üzerine çöktüm göz perdeme inen karanlığa karşı daha fazla savaşacak gücü kendimde bulamıyordum.

---

“Neredeyim ben?” Başım delicesine zonkluyordu, masaj yapmak için elimi oynatmaya çalışsam da başarılı olamadım, vücudumu esir alan bu uyuşukluk hissi geçmek bilmiyordu bir türlü.

“Aslına bakarsan aynı yerdeyiz sadece bağlısın.” Ne olduğunu anlamak için bileklerime baktığımda kelepçe gibi duran mavi ışık huzmeleriyle karşılaştım, ayak bileklerime baktığımdan onlarda da aynı ışık huzmelerinden vardı.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun, bunlar da neyin nesi?” Uzay karşımdaki sandalyeyi biraz daha bana yakın olacak şekilde ters çevirip oturdu, kollarını yaslanılacak yerin üstüne koyup çenesini yerleştirdi. Dışarıya verdiği her nefes suratıma çarpıyordu, ona karşı olan korkumu bir üst seviyeye atlatmıştı, kendisi ne tür bir canavardı işte bundan şüpheliydim.

“Beni dinlemeni sağlıyorum Evrin, bana başka seçenek bırakmadın ne yazık ki.”  Olduğum yerde çırpınıyordum, belki bir umut içimde bir yerde hala kurtulabilirsin diyen bir hissiyat vardı, bunun boşuna bir çaba olduğundan mantığım gayet emindi, gözlerimle şahit olduğum bu ışıklar sert sıkı bir ip gibiydi. “Seni dinlemek istemiyorum.”

“Ama artık dinlemek zorundasın.” Elim kolum bağlıydı, ona karşı savunmasızdım. Normal bir ip veya halat olsa kurtulmak için beynim bin bir senaryo üretebilirdi fakat hayatında ilk kez gördüğü bu tuhaf şey için ‘404 NOT FOUND’ uyarısı veriyordu. Uzayı çok uzun zamandan beri tanıyordum, bugüne kadar söylediği her şey yalandan ibaret olamazdı, bu iddiaya inanmak istemiyordum

“Peki anlat, neymiş söyleyeceğin gerçekler.” Uzayın yüzünde memnun olur bir ifade belirirken ben hala yaşadığımız bu anormal durumu sorguluyordum, kolunun üstüne koyduğu kafasını kaldırdı.

“Senin asıl ailen Nermin teyze değil, lütfen bu konuda daha fazla tartışmayalım. Alya ve Sadi Gök çiftinin kızısın, bide bana büyücü deyip durma lütfen, ben büyücü falan değilim yeryüzü koruyucularından biriyim.”

“Yeryüzü Koruyucuları?” Sorduğum soruya bak! Başka isimler duyup ailem olmalarına şaşırmıyordum da buna mı takılmıştım? Sadece Uzay değil bende çok garip tepkiler veriyordum, içimdeki hemen kabulleniş hissi canımı sıkmaya başlamıştı.

“Aynen öyle, biz ve bizim gibiler karanlık boyut ile içinde olduğumuz dünya arasında bir kapıdır, yeryüzünü kötücül gece halkından koruruz.” Söylediklerinin her bir kelimesi bana yabancı ve saçma bir fantastik hikayesi gibi geliyordu, Uzay nasıl böyle bir saçmalığın parçası olabilirdi dahası bunları bana niye anlatıyordu?

“Yeryüzüymüş, karanlık boyutmuş ne saçma şeyler anlatıyorsun, bizim gibiler diyorsun bide, seni anlamıyorum, yıllardır tanıdığım Uzayı tanıyamıyordum.” Ufak bir tebessüm edip kafasını eğdi, söylediklerim ona komik gelmiş olabilirdi fakat ben gülmüyordum.

“Tamam tamam sana şöyle anlatmaya başlamalıyım sanırım, bundan yüzyıllar önce yani aşağı yukarı karanlık çağ dediğimiz zaman dilimine denk geliyordu, insan neslinden bile önce yaratılan dünyanın cinlerden sonraki sahipleri gece halkıydı. Gece halkı sakinleri insan üstü dediğimiz yeteneklere sahip, hatta birçok şaman öğretilerinin çıkışı gece halkından öğrenilen yeteneklerle geliştirilmiştir, tabi insanlar bu gerçekten habersizler.

Gece halkının tuttuğu kaynakların birçoğunda insan neslinin istilacı olduğundan bahsedilir, tabi bu ne kadar doğru ne kadar yanlış tartışılır. Uzun bir süre kendilerine farklı bölgeler seçmiş olsalar da aynı dünyayı paylaşırlardı gerek görünüşleri olsun gerekse yetenekleri insanlardan farklıydı, bunu insanoğlu karşısında bir üstünlük olarak gördüler sonunda da dünyada bilinmeyen 2. Büyük savaşı başlattılar.

İnsan nesli azınlık olmaları ve savaş konusundaki cahilliklerinden dolayı ilk kaybeden taraf oldu, geçici olarak dağ eteklerine kaçmak zorunda bırakıldılar. Bu süre zarfında gece halkından barış yanlıları ve insanlar bir anlaşmaya vardılar, iki halk arasında yaratılacak yeni bir melez tür taraflar arasında olacak ve savaşı bitireceklerdi. Aradan geçen yıllar boyunca ürediler, çoğaldılar ve güçlendiler.

Gece halkının unuttuğu bir şey vardı; insanoğlu varoluşsal içgüdülerinin yanı sıra mantıklarını ve iradelerini de kullanıyorlardı, zekiydiler de savaştılar. Muharebenin ikinci yarısında kazanan bu sefer insanlar olmuştu, kötü niyetlerinin kurbanı olan bütün gece halkı mensupları başka bir boyuta kovuldular, melezler ise asırlarca iki dünya arasında kapı oldular. İnsanoğlunu korumaya ant içen bu melezlere; ‘Yeryüzü Koruyucuları’ adını verdiler.

Yani anlayacağın ben, sen ve bizim gibi birçok insan melez kanı taşıyoruz, biz bir kapıyız, Yeryüzü Koruyucularıyız.”

2. YALAN HAYAT

YALAN HAYAT

"Ellerimi çözer misin artık?" Karşımdaki sandalye de hala ters bir vaziyette oturuyordu, Uzaya doğru yönelttiğim sorudan sonra sandalyeden kalkıp tam karşıma dikildi.

"Ellerini çözeceğim ama önce bu anlattıklarımdan neler anladın onu bir söyle, bu kadar şeyi uyduruyor olamam değil mi? Ailenin başındaki bela sadece Gece halkı değil, seni onlarla iş birliği yapan Erdi 'den korumak için de Nermin teyzeye verdiler." Uzayın anlattığı hikâyeyi tekrar zihnimde gözden geçirmek zorunda kalmıştım, Erdi denen adam da kimdi, beni o adamdan mı korumaya çalışıyorlardı, asıl tehdit kimdi? Düşünerek fazlaca zaman kaybettiğimi karşımda cevap beklemekten sıkılmış olan Uzay'ın ayağıyla yere ritmik bir şekilde vurmasından anlayabiliyordum, hayır ellerimi de çözmüyordu ki.

"Bir zamanlar insanlarla beraber yaşamış Gece halkından bahsettin, tarihi örnekler verdin, yeni tür olarak melezler yaratmışlar ve savaş bitmiş, yani benim anladığım bu. Benim tek anlamadığım Erdi denen adam kim, benimle derdi ne?" Verdiğim cevaptan tatmin olmuş gibiydi, yine cebinden ucunda farklı farklı şekilleri olan mavi sopasını çıkardı. Sopanın şekilli ucunu bana doğrulttuğu anda elimdeki mavi huzmeler kayboldu.

"Teşekkür ederim." Bileklerimden kaybolan mavi ışıklar gittiğinde sanki bağlanmışım gibi refleks olarak ovuşturdum, sahi neden teşekkür etmiştim ben? Yıllardır dostum dediğim insan bana hayatımda duyamayacağım kadar gerçek dışı şeyler anlatıyor, gerçek olduğuna gözümle görmesem inanmayacağım kadar başka biri olduğundan bahsediyordu, üstelik uzun uzun anlattığı yeryüzü olayını da anlamış değildim, daha sabah görüştüğümüzde çok normal davranıyordu.

Zorla, tuhaf bir şekilde getirildiğimden olsa gerek odayı yeni yeni inceleme fırsatı buluyordum. Karşımda sade bir başlıkla duran tek kişilik bir yatak, iki yanında eski zamanlardan kalma dediğimiz işlemelerinden olan komodinler, camın yanına konumlandırılmış yatağın sade başlıklarına uydurulmuş tek kişilik koltuklar ve onları ayıran küçük bir masa vardı, kapının biraz ilerisine gömme olduğu belli bir dolap ile tamamlanıyordu oda. "Biz neredeyiz Uzay?"

Sorduğum soruya yanıtını sadece tekli koltukları işaret ederek vermişti, gözlerim kararmadan önce tutunmaya çalışıp başarısız olduğum koltuğa bu sefer oturmayı seçmiştim, sonbahar mevsimi kendini hafif esen rüzgarıyla gösteriyordu, yarı açık pencereden bulunduğumuz odaya dolduğunda ani gelen ürpertiye engel olamadım, istemsizce kollarımı ısıtmak için bir hamlede bulunsam da Uzay yanımdaki koltuğa oturmadan önce omzuma atabileceğim bir polar vermişti. "Aslına bakarsan odamdayız."

Her geçen dakika varlığını sorguladığım şu anın verdiği fazlasıyla şaşkınlık, hızla içimde yeniden canlanmaya hazırlanan korku kırıntılarının birleşip içimde dağ olmasıyla son buluyordu, istemsizce gözlerim camdan ayrılıp yeniden odayı turladı. "Ama senin odan böyle değil ki"

Söylediğim cümle onu güldürmüş olacak ki ufak çapta bir kahkaha attı, koltuğundan kalkarak ağır adımlarla arkama geçti omuzlarımı kavrayarak sol yanağıma doğru eğildi. "Sevinç teyze de benim gerçek annem değil, o evde sadece formaliteden kullandığım evimdi, sana yakın olmak zorundaydım."

Sıktığı omuzlarımı bırakıp etrafımda yarım daire çizdi sonunda önüme doğru gelip kendini camın pervazına yasladı, tam olarak gözlerimin içine bakarak gülümsüyordu, göz hapsinden kaçınmak bir tarafa dursun hala içimde kendi benliğini oluşturmuş korku hissiyatı yüzünden faydasız olduğunu biliyordum.

"Ama neden bana yakın olmak zorundaydın? Korunmaya ihtiyacım olduğunu hiç düşünmüyorum." Dediğimde neşeli suratı düştü, içinde bulunduğum şartların ne kadar tuhaf olduğunu yok sayarak ve dahası Uzay'ın hala tanıdığım insan olduğunu umarak kelimelerimi sert tonda tutuyordum. Ben her insanınki kadar normal hayatımda geçinip gidiyordum, kimse de hırçın yapım dolayısıyla bulaşmak istemezdi.

"Anlaşıldı, sana bunu başka türlü anlatmam gerekiyor, beni takip et." Ben 'nereye?' demeye kalmadan Uzay kapıya doğru ilerlemişti bile, henüz nerede olduğumu bilmediğimden peşine takıldım.

İki tarafta sonu dikkatli bakmadığın sürece belli olmayan çıktığımız odalara çıktığını tahmin ettiğim kapılarıyla upuzun koridor karşımda duruyordu, hiç tereddüt etmeden sağ tarafa döndü bende arkasından. Merdivenlerden inerek bir koridora daha ulaştık, sol tarafa döndüğünde karşımızda dışarıya çıktığı bariz belli olan kapıya doğru ilerledik.

Bulunduğumuz binadan ayrıldığımızda arkaya dönerek biraz geri geri yürümeyi seçtim, çıktığımız bina gibi birkaç tane daha konut vardı hepsi de sanki TOKİ yapmış gibi birbirine benziyordu. Geri geri yürümek eziyete dönüştüğünde önüme döndüm, Uzay'dan uzaklaşmamak için açılan arayı adımlarımı hızlandırarak kapattım, az ileride etrafta bulunan bütün binalardan daha büyük ve ihtişamlı görünen yapı karşısında şaşkınlığımı gizleyememiştim.

Benim hoşuma giden o binaya girdiğimizde tuhaf bir şekilde inşası tanıdık gelmişti, diğer konutlardan fazlaca geniş olsa da bu binada da sonunu loş ışıklar yüzünden göremediğim koridorlar oluşturuyordu, herhalde burada tek başıma yürümüş olsam kaybolma ihtimalim çok yüksekti. Bir koridordan diğerine geçiyorduk, duvarların çoğu yerinde önemli kişiler olduğunu tahmin ettiğim insanların portreleri yer alıyordu.

Sonunda Uzay bir kapının önünde durduğunda az kalsın sırtına çarpıyordum, mavi sopasını yeniden çıkarıp kapının üstünde yer alan kabartmalı olarak işlenmiş olan şekli çizdi, kabartmalı şekil parladığında kapı kendiliğinden açıldı.

"Hadi girsene?" Burası devasa bir kütüphane olmalıydı, her yerde raflar üzerine özenle dizilmiş milyarlarca kitap vardı, odanın ortasını yuvarlak olacak şekilde açıktı, etrafı masa ve sandalyelerle çevriliydi. Kitaplarla dolu rafların arasına daldığında bir çeşit meraklı melahat olan ben kafamı Uzay'ın gittiği rafa doğru eğdim, her raf sırasının üstünde ne ile ilgiliyse o yazıyordu, hangi raftan aldığını görmek için ayağımı da o yöne atarak esneme payımı genişlettim.

'Alfa Takımı Görev Arşivi' yazan bölmeye bakıp büyük kasetler gibi duranlardan birini aldı, üstünde yazanı okuduktan sonra gülümsedi, sanırım aradığını bulmuştu. Hızlı adımlarla yanıma doğru ulaşırken tuhaf göründüğümden emin olduğum duruşumu bozdum. "Sana bu zamana olup biteni anlatacağım ama bu sefer bir hikayeyle değil, gözünle görmeye hazır mısın?"

Ben elinde tuttuğu kasete bakmakla meşgulken o benim elimi tutarak ortadaki açıklığa sürükledi, kendini benden ayırdıktan sonra, sopasını diğer elinde bulunan kasetin üstüne tuttu, biraz beklettikten sonra kaseti içinden gelen beyaz ışıklar sopasına dolduğu anda geri çekti. Yanımızdaki en yakın masaya bıraktığında diğer elindeki mavi sopasını yukarı doğru kaldırdı, kasetten sopasına; sopasındansa havaya karıştı.

Bembeyaz o ışık havai fişek gibi havaya dağıldıkça yoğunlaşıyordu, kütüphaneyi gözlerim seçmiyordu artık. Etrafımızda beyazdan başka bir renk yoktu, endişelendiğimi fark etmiş olacak ki diğer elimi de tuttu.

Renkler ve şekiller birbirine karışıp bir mekân oluşturuyordu, karşımızda duran iki genci görebiliyordum artık, sırt sırta vermişti her an savaşmaya hazır gibilerdi. Ellerinde Uzay'ın sopasına benzer sopalar vardı sadece renkleri farklıydı, kızda olan sopa kırmızı, erkeğin ise sarı renkteydi. Etrafa baktığımda gördüğüm yaratıklar o iki gence gözlerini dikmiş onlardan gelecek herhangi bir atağını bekliyorlardı, ben korkudan Uzay'ın arkasına saklandığımda kıkırdadı.

"Bu geçmişten bir görüntü, sana zarar veremez." Geçmişten bir görüntü olsa da bu kadar gerçekçi olması dahi beni korkutmaya yetmişti, sanki iğrenç yaratıklar o gençleri bırakıp bize saldıracak gibi duruyorlardı.

"Ne yapacağız? Çok kalabalıklar." Karşımda savaşmaya hazır duran kızda benimle aynı korku duygusunu paylaşıyor olsa gerek yüzü endişeyle gerilmişti, ona baktığımda çok tanıdık birini andırdığına yemin edebilirdim ama kafamdaki parçalar bir türlü birleşmiyordu.

"Kapana kısıldık Alya, bunu söylemekten hiç hoşlanmayacağım ama başka çaremizde yok." Koyu kahve saçları terle kaplanmıştı, birkaç tutamı alnına düştü. Derin bir nefes çekti içine, alnına düşen tutamdan akan birkaç ter damlası yanağı boyunca ilerledi. "Enerji özümüzü birleştirmek zorundayız."

Erkeğin daha yeni yeni çıkmaya yeltenmiş sakallı yüzü gerildiğinde bende gerilmiştim, iki kişiye karşılık bir düzine yaratık vardı. O kadar tuhaf ve korkunç yaratıkların karşısında ben olsaydım çoktan tabana kuvvet kaçıyordum tabi yaratıklar da beni yakalamış ve derimi yüzüyor olurlardı. "Ama bu çok tehlikeli Sadi, enerji ikizim değilsen ölebiliriz bunu biliyorsun."

Karşımda duran kızın daha fazla savaşacak hali kalmamış gibiydi, ayaklarının onu taşımaya direniyor oluşunu dehşet içinde izliyordum. "Evet biliyorum ama başka çaremiz yok, saatlerdir engellemeye çalışıyoruz, karargâhı bulmaları an meselesi."

Dedikleri içimi acıtmaya yetmişti, dokunsam yere yığılacak kadar bitkin görünüyorlardı, sırf karargâh denen yeri korumak için canlarını feda etmeye razıydılar, Uzay'a baktığımda karşımızda duran iki genci hayranlıkla izliyordu. "Enerji ikizi ne?"

"Her koruyucunun kendine özel enerjisi vardır ve hayatta o enerjinin bir ikizi vardır, eğer ikiz enerjilere sahip insanlar birbirini bulursa yenilmez bir takım olurlar ve o birliktelikten doğacak çocukta güçlü olur, şimdi izle." Uzay'ın söylediklerini idrak etmeye çalışırken gözlerim yeniden iki gence döndü, sırt sırta olmalarına rağmen el ele tutuştular, her ikisinin de sopası karşı yönlerdeki ellerindeydi.

"Hazır mısın?" Genç kız sıkıntıyla iç çekerek kafasını olumlu anlamda salladı, kötü şeylerin olacağını seziyor gibiydi. İkisi de aynı anda anlamadığım dilde bir şeyler söylemeye başladılar, etraflarında ışık huzmeleri oluşuyordu. Onlardan yayılan ışığın renkleri aynı sopalarındakine benziyordu, iki farklı renk birbiriyle ters şekilde dönüyor ama asla karışmıyordu, etraflarını sarmış olan bir düzine yaratık karşı atağa geçtiğinde daha çok bağırarak söylediler.

Etraflarında dolanan ışık gittikçe güçleniyor yarım daire çeklinde bir bariyer oluşturuyordu, ikisi de gözlerini kapatmıştı artık ellerini bir saniye olsun oynatmıyorlardı, yerlerine mıhlanmış gibiydiler. Bariyer gittikçe güçleniyor hatta elektrikleniyordu, gençlerin üzerine doğru hızlanan yaratıklar bariyere değdiği an yığınla küle dönüp sağ sola uçuşuyordu.

Birden bariyer büyük bir patlamayla dağıldı, daha saniyeler önce kanlı canlı karşılarında duran yaratıklar kül yığınından başka bir şey değildi artık. Son gördüğüm şeyler koyu turuncu toz bulutu ve yerde cansız gibi yatan iki gencin bedeniydi, bulunduğumuz ortam silikleşmeye başlamıştı.

Renkler ve şekiller yeniden birbirine karıştığında aklım hala canlarını tehlikeye atan iki gençte kalmıştı, sonunda etrafımızdaki renk cümbüşü farklı bir ortamı göstermeye başladığında hastanedeydik, az önceye kadar savaşan iki genç şimdi yan yana duran yataklarda uyuyorlardı. "Yaşıyorlar mı?"

Uzay'a doğru bir soruyla döndüğümde, bir an bana baksa da yüzünde hafif bir gülümsemeyle tekrar karşıda yatan iki gence döndü. "Yaşamak zorundalar, çünkü onlar senin ailen."

"Ailem mi, nasıl yani?" Tekrar yataklarda yatan iki gence takıldı gözlerim, çocuğun refakatçisi kız üstüne çökmüş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, odanın içinde volta atan gence çarpmamaya çalışarak kızın yattığı yatağa doğru ilerledim, sanki az önceye kadar savaşan kendisi değilmiş gibi huzurla yatıyordu, peki bunlar ailemse niye beni başka bir kadına teslim etmişlerdi.

Birden kapının açılmasıyla irkildiğim için geri Uzay'ın yanına döndüm, içeriye girenler doktor önlüğü giymiş biri ve elinde belgelerle gelen hemşireydi. "Doktor Bey, bir şey söyleyin ne olur?" Babamın yanındaki kız hıçkırıklarının arasından zor kurabilmişti cümlesini.

"Hala baygınlar fakat pek umutlanmayın, ikisinin de durumu riskli." Doktorun yaptığı konuşmadan sonra annemin yanındaki erkek sinirle doktorun önüne geldi, boynundaki damarlar öyle gerilmişti ki, kendini sakinleştirmek için yumruklarını sıkıyordu. "Söyle! Neden Alya'm bu halde?" Doktorla konuşan çocuk ne kadar sinirli dursa da az daha ağlayacak olduğunu görebiliyordum, iyice suratına doğru eğilmişti.

"Alya ile Sadi enerji ikizi olmadıkları halde onlar için tehlikeli bir ayin kullanmışlar, yaşıyor olmaları bile mucize tamamlayamadan ölmüş olmaları gerekirdi." Dehşet içindeki gözleri bütün odayı etkisi altına alıyordu, her an değişen ruh haline ayak uydurmakta ben zorlanmıştım ama karşısındaki doktor aksine çok sakindi, bu adam her kimse anneme verdiği değeri görmemek aptallık olurdu.

"Sen neler söylüyorsun? Alya bunu yapmaz, enerji ikizim olduğunu biliyordu, kendi hayatını bile bile tehlikeye atmaz." Çocuğun söyledikleri karşısında şaşkınlığımı gizleyemiyordum, annemin enerji ikizi başkasıydı ama o sırf karargâh denen yeri korumak için canını ortaya koymak için ölümü göze almıştı.

"Asıl sizlere söylemem gereken yer de burası, artık enerji bağlarınız ortak değil, kullandıkları eski kadim bir çember ayini maalesef." Doktoru tehdit eden çocuk sonunda kendini tutmaktan vazgeçmiş görünüyordu aniden adamın burnuna sert bir yumruk indirdi, acıyla yere çöken doktor '818. Oda kırmızı kod' diye bağırdı, çok geçmeden de iki güvenlik odaya girdi.

"Çıkarın şunu hastaneden." Güvenlik çocuğu yaka paça odadan çıkarırken doktor burnundan akan kanı elinin tersiyle sildi, birkaç küfür eşliğinde çıktı.

Yeniden etrafımızdaki ortam silikleştiğinde hastane ortamı yerini mis gibi bir doğa manzarasına bırakmıştı, uçuruma yakın bir yerdeydik sol tarafımızda şehrin ışıklarını ve batan güneşin bir kısmını görebiliyordum. Bastığımız toprak yeşil çimlerle buluşmuş ağaçlar gölgemiz olmuştu, uçurumun aşağısı denizdi, karşımızda ise hastane yataklarından çıkmış yaraları ise tamamen iyileşmiş annem ve babam oturuyordu, romantik bir ortam yaratmak için pille çalışan küçük küçük rengarenk süs mumları yerleştirmişlerdi. "Erdi ile aramda bir bağ vardı o da kalmadı."

"Benimde Selinle." Karşılıklı cümlelerinin ardından gülüşmeye başladılar.

"Düşünebiliyor musun? Eğer bu olay yaşanmamış olsaydı göz göre göre Erdi ile birleşiyordum."

"Birleşmek ne?" Yeniden bir soruyla ona döndüğümde, cahilliğime verdiği tepki fazlaca abartılıydı. "Koruyucularda birleşmek, evlenmek anlamına gelir şaşkın, biraz mantık yürüt." Benimle konuşmasına rağmen bana doğru bakmıyordu, yaşananları izlemek bana cevap vermekten daha fazla ilgisini çekiyordu.

"Sen istesen bile bunun olmasına izin vermezdim, bu dünyada sadece enerji ikizinle evlenecek değilsin ya." Annem babama ufak bir gülümseme gönderdi ve onun avuçlarını ellerinin içine aldı. "Artık aramızda bir bağ kalmadığına göre babam evlenebilmemize müsaade edecektir."

Babam elinin birini annemin yanağına dokunmak için çektiğinde, karşılık olarak yanağını babamın eline doğru yasladığını gördüm, gerçekten birbirlerine âşık olmuş olmalıydılar. "Haklısın Deniz ailesi ve gelenekleri, herkes enerji ikiziyle evlenmek zorunda." Biraz daha böyle geçirdikleri romantik dakikalardan sonra etraflarına koydukları süs mumlarını söndürüp toplandılar, onlar ormanın içine doğru giderken mekân yeniden silikleşti.

"Seninle şimdi bundan birkaç yıl sonrasına gideceğiz, hazır mısın?" Uzayın bu sorusuna sadece kafamı olumlu anlamda sallayarak yanıt vermeyi seçmiştim, mekân silikleşirken burayı özleyeceğimi hissetmiştim, yaşadığım şehirde böyle güzel bir manzara olduğunu bilseydim eğer kesin bıkana kadar gelmek isterdim. Doğa ayaklarımızın altındaydı, uçurumun ardından masmavi deniz kucaklıyordu.

Silikleşen mekân bizi yeniden başka bir yere götürüyordu, silikleşip birbirine karışan renkler yeniden bir bütün olmak için birbirlerine çekiliyordu. Gayet şık döşenmiş bu evde annem ile babam hararetli bir tartışma içerisindeydiler, yanlarında 2 ya da 3 yaşlarında bir bebek oyuncağını dişliyordu.

"Hayatım ne olur dinle beni, Evrin yanımızda güvende değil onu bu kadar savunmasızken koruyamayız." Babam, anneme yalvarıyor gibiydi, omuzlarından tutmuş ikna etmeye çalışıyordu. "O benim kızım, benim. Başkasına teslim etmek istemiyorum, lütfen başka bir yolu yok mu?" Annem, babamla uzlaşmak yerine kaçmayı tercih etmişti. Israrcı bakışlarından kaçıp yerde kendi kendine oynayan küçüklüğümün yanına çöktü, kucaklayıp ardı ardına öperken yanağından süzülen birkaç damla yaşı görebiliyordum.

"Alya yapma böyle ne olur, emin ellerde olacak güven bana kılına en ufak zarar gelmeyecek, Nermin'i tanıyorsun." Babamda ısrarcı tavrını sürdürürken, annemin yanına çöktü. "Artık Evrin'i götürmem gerek, Alya lütfen!" Babam aşağı yukarı 3 yaşında olan beni kucağına almıştı, kapıya doğru giderken annemin acı çığlıkları tüm evi inletiyordu. Bende ağlıyordum, neden ağladığımı da bilmiyordum üstelik, içimden sadece ağlamak geliyordu. Bir şekilde duygularım bunun gerçek olduğundan emindi fakat mantığım devamlı sorgulamaya devam ediyordu.

"Uzay, artık kendi zamanımıza dönebilir miyiz?" Sadece kafa sallamakla yetinmişti, etrafımızdaki ortam yeniden silikleşirken son kez kapıdan çıkan babamı ve ağlamaktan yere çökmüş anneme baktım, içimi cayır cayır yakan görüntü kaybolurken yeniden bembeyaz olan mekân kendini kütüphaneye bıraktı.

Uzay elindeki mavi sopasını cebine geri atarken ben ona bakıyordum, o da fark etmiş olacak ki soru sorarcasına bakmaya başladı. "Bana bildiğin her şeyi öğretmeni istiyorum."

3. ENERJİ GRUBU

ENERJİ GRUBU

 Issız ve soğuk burası…

Her yer küf ve pas kokuyordu, geniş buğulu camların ardından dışarısı görünmüyordu bile. Üşümeye başladığımda ellerimi kollarıma sardım, kollarımın açıkta olduğunu fark etmemle üstüme baktım, dün akşamki geceliğim duruyordu, sahi ben buraya nasıl gelmiştim.

Etrafı tanımak adına biraz yürüdüm, eski bir fabrikaya benziyordu, paslanmaya bırakılmış devasa makinelerin ardında geniş bir açıklık yer alıyordu, anlayacağınız tam bir fare yuvasıydı. Ayağıma batan şeyle durdum, yarıktan sızan kan ayağımı ıslatırken canım yanmaya başlamıştı bile. Aşağıya doğru eğildiğimde küçük bir cam parçasının ayağıma batmış olduğunu gördüm, çıkarmak için bir hamle de bulunduğumda akan kanın kırmızı değil de koyu turuncu olduğuna şahitlik ediyordum.

Fabrikanın girişinden birden çok ses duyulduğunda ayağımdaki acıyı yok sayma kararı aldım, paslı makinelerden birinin arkasına geçtim. Bakımsız, kullanışsız, terk edilmeye yüz tutmuş buraya kim gelmek isterdi ki?

Sesler iyice yaklaştığında saklandığım yere daha çok sindim ve karşıyı görebilmek için kafamı biraz uzattım. Birçok şık giyinmiş ama bir o kadar da serseri tipli ızbandut gibi adamlar ortalarında sürükledikleri kafasına siyah kumaş parçası geçirdikleri adamı ortaya doğru getirdikten sonra yere attılar, biri yere attıkları adamın üstüne doğru tükürdü, iğrenerek bakıyordu. “Bağlayın şunu, uyandığında zorluk çıkarmasın.”

İçlerinden birinin söylediği komuta uyarak oldukça kalın olduğunu gördüğüm halatla bağlamaya başladılar, emir veren adam cebinden sigara paketini çıkarıp bir tane yaktı, diğerleri yerde baygın yatan adamı bağlamayı bitirdiklerinde farklı köşelere çekildiler. “Patrona haber verdin mi?”

Sigara içen adamın yanında dikilen bir başka adamın sorduğu soruyla yerde yatan bağlı adamı izlemeyi bırakıp yanındakine döndü. “Vermez olur muyum 2 dakikaya burada olur.” Sigara içen adamın alay dolu cümlesi yanındaki adamı da güldürdü. “Biraz uğraştırdı bizi ama olsun zoru severim.” O sırada girişten adım sesleri bulunduğumuz alana doğru geldiğinde patronlarının giriş yaptığını tahmin etmiştim, yerde bağlı adamdan ne istiyorlardı ki?

Karşıdan gelen kişi Erdiydi, serseri tipli adamların gerçek sahibi belli olmuştu ama kimi kaçırdığına ya da neden benim bunlara şahitlik ettiğim soruları yanıtsızdı. Hızlı adımlarla yerde baygın yatan kişinin önüne kadar ulaştı, yüzünde bariz bir sevinç vardı fakat bunun alaydan ibaret olması ne kadar gaddar olabileceğinin canlı bir kanıtı gibiydi, gülen yüz ifadesi aniden ciddiye büründüğünde saklandığım yere daha çok gömüldüm, bu yüz ifadelerine karşı tanıdıkmış hissi bütün korkumu bir üst seviyeye çıkarıyordu. “Uyandırın şunu!”

Erdi’nin emir dolu cümlesiyle elinde sigara olan adam, karşısında yatan adamın önüne çöktü. Sigarasını açıkta kalmış koluna söndürdüğünde ufak çaplı bir irkilme yaşadı, uyandığı anlaşıldığında serseri adam tutsak adamın başındaki bez parçasını çıkardı.

Ama, ama bu babamdı! Kolundaki acıyı yok sayarcasına karşısında tüm ihtişamıyla dikilen Erdiye bakıyordu. Kolum sızlamaya başladığında anlam veremeyerek baktım, elimle acıyan tarafa sürtmeme rağmen hiçbir şey yoktu, sanki babamın kolunda değil benimkinde söndürmüşlerdi. Acıyı yok saymaya çalışarak daha çok ilgimi çeken karşıda yaşananları izlemeye devam ettim. “Seni yeniden görmek güzel eski dostum.”

Babamın söylediği bu cümle Erdi’nin iştahlı bir kahkaha atmasına sebep olmuştu. Yüzünde birçok yara izi vardı, ağzından akan kan kurumuş derisinin bir parçası olmuştu, demek buraya getirilmeden de baya hırpalanmıştı. “Eskiden olsa doğru diyebilirdim ama biz dost değiliz.”

Erdi’nin söylediği bolca alay yüklü cümlenin ardından onu ve diğer adamlarını güldürmüştü, babam ise şu an ortamda tiksinirmiş gibi bakan tek kişiydi. “Alya’yı elinden aldığım için böyle yapıyorsun, üstünden çeyrek asır geçti hala neyin hırsı bu?”

Babamın karşı cümlesi Erdi’yi kızdırmış olacak ki sert bir yumruk indirdi, babam ağzına dolan kanı bir çırpıda tükürürken sahip olması gereken acının bende olduğunu yeniden ıstıraplı bir şekilde hissetmiştim, kenara sokulup bir elimle yüzümü ovuşturdum, bu nasıl mümkün olabilirdi?

“Alya benim enerji ikizimdi, onunla birleşmek benim hakkımdı ama sen, can dostum bildiğim sen onu benden çaldın.” Erdi, babamın suratına tükürürcesine konuşuyordu o ise daha çok dik durmaya çalışarak o haliyle bile meydan okuyordu.

“Alya beni seviyordu, sırf sen onun enerji ikizisin diye seninle birleşmek zorunda değildi, hoş gerçi artık enerji bağlarınızda ortak değil.” Dediğinde Erdi ayağına sert bir tekme savurdu, an anda babama atılmış olmasına rağmen acından yere çöken benim bedenimdi, istemsizce ağzımdan çıkan küçük bir iniltiye de engel olamamıştım, babamda tek bir hareketlilik yok iken ben nasıl hissedebiliyordum?

“Sevdiğim kadını elimden almış olabilirsin ama benim bambaşka planlarım var.” Erdi sağa sola volta atıyordu, ellerini arkaya bağladığında kısa olsa da ‘kötü adam gülüşü’ diyebileceğimiz bir kahkaha attı. “Kızınızı elinizden alacağım.”

Tuhaftır ki bu sefer kahkaha atma sırası babamdaydı, tüm fabrika onun sesi ile yankılanırken etraflarında duran adamlar kısa bir şaşkınlık yaşamışlardı, kimse bu tepkiyi kestirememiş olmalıydı. “İşte onu nasıl yapacaksın merak ediyorum, Evrin’in daha nerede olduğunu bilmiyorsun, kimse bilmiyor.”

Bu sefer kahkaha atma sırası Erdi’deydi, yüz ifadesi çabucak sinire dönüştüğünde afili bir yumruğu daha babamın suratında patladı. Yüzüm alev çıkarırcasına acıyordu, hissettiğim darbeler yetmezmiş gibi bir de üstüne bu eklenmişti. Hedefinin babam olduğu her bir darbe, canımın acısına sebebiyet veriyordu, neden benim hissettiğimse hala büyük gizemini koruyordu. “Sen öyle san! Yıllarca baksın diye teslim ettiğiniz o sıradan öldü, ben öldürdüm. Her zaman bir adım önündeyim Sadi, kendi tarafıma çekeceğim onu ve ölümün kendi kızının elinden olacak.”

Yıllarca annem bildiğim kadını Erdi mi öldürmüştü yani? Acıyla yanan bedenime bir de bunun acısı çökmüştü, doyumsuz hırsının kurbanı etmişti annemi, boşu boşuna kara toprağa yollamıştı, nasıl bu kadar zalim olabilirdi. ‘Burada olduğunu hissediyorum kızım, buraya nasıl geldiğini bilmiyorum ama acımı almayı kes lütfen kendi canın yanıyor.’ Zihnimde babamın sesinin yankılanması bunu nasıl yapabiliyor? Sorusunu da beraberinde getiriyordu, dahası burada olduğumu nasıl hissetmişti?

‘Baba isteyerek yapmıyorum, buraya nasıl geldiğimi de bilmiyorum.’ Zihnimde yankılanan kendi sesimi dinlerken babamın duymasını umut ediyordum.

“Evrin er geç senin bir sahtekâr olduğunu anlayacak, onu kendi tarafına çekemeyeceksin.” Babam sinirli bir şekilde Erdi ’ye bakarken zihnimde tekrar onun sesi yankılandı. ‘Artık gitmelisin meleğim, iyi olacağıma söz veriyorum.’

Ortam silikleşmeye başladığında yerini zifiri bir karanlık alıyordu, son kez babamın olduğu tarafa baktım, yüzüne baktım. O anda gözlerini bana çevirdi, oradaki son anlarımı gözlerinin içine bakarak geçirdim, sonrasında tamamen karanlık ele geçirdi…

“Evrin! Evrin uyan.” Kolumu biri dürtüyordu, anlamsız birkaç mırıldanma eşliğinde yatağın diğer tarafına döndüm. Bir dakika! Rüya mıydı yani? Oysa hiç olmadığı kadar gerçekçiydi, sanki gerçekten oradaydım. “Uzay daha sabahın körü, bırak beni.”

Uzayın sıkıntıyla iç geçirdiğini uzun nefes verişinden anlayabiliyordum, uykuya devam etme kararım onu memnun etmediği için dürtmeye devam ediyordu, oflayarak yattığım yerden doğruldum, sırtımı başlığa dayadım. “Ne oldu sabah sabah, beni bu saatte uyandıracak kadar acil olan ne?” Uzay’ın endişeli yüzü beni de endişelendirmeye yetmişti.

“Sadi amcayı kaçırmışlar.”

---

“Saçmalık tamamen saçmalık.” Salonda sakince oturan bana karşı Uzay bir sağa bir sola volta atıp duruyordu, rüyamda yaşadığım olayın her detayını anlatırken gergin hali daha da şiddetlenmiş salona kadar taşınmıştı.

“Ya babamı gördüm diyorum sana, rüya desem rüya gibi de değildi. Acısını aldığımı söyledi, ona atılan yumrukların her zerresini hissettim.” Sonunda volta atmayı bırakıp yanıma oturdu, düşünceleri arasında kaybolduğundan adımın Evrin olduğu kadar emindim, bana döndüğünde gözlerinin parladığını açıkça görebiliyordum, üstündeki mevsimlik ceketinden çıkardığı mavi sopasını üstüme doğru tutmaya çalıştığında geriye doğru eğildim. “Ne yapıyorsun?”

“Bana doğru gelir misin, anılarına erişeceğim.” Ne yaptığını bilmediğimden çekingen bir şekilde ona doğru yaklaştım, mavi sopasının şekilli ucunu iki kaşımın arasına yerleştirdi. “Gözlerini kapat.”

Uzay’ın emir dolu cümlesine uyup gözlerimi sıkıca kapattım, sopasının değdi yer alev gibi yanıyordu bir anda rüyamda gördüklerim tekrar yaşıyormuşçasına gözlerimin önünde akmaya başlamıştı, bu genç yaşımda daha neler görecektim kim bilir. Akış bittiğinde sopasını alnımdan çekti, gözlerimi açtığımda Uzay’ın şaşkın bakışlarına maruz kalmayı beklemiyordum. “Bu nasıl olur?”

“Sana doğru söylüyorum demiştim.” Dediğimde şaşırmış olsa da emindi, yanımdan kalktı düşünceleriyle geçirdi birkaç dakikadan sonra elini bana doğru uzattı. “Gidiyoruz.” Çekimser tavrımı sürdürsem de ısrarcı bakışlarının hapsinden kaçamıyordum, uzattığı elini tutmak yerine kalkıp karşısına dikildim. “Nereye gidiyoruz?”

Elindeki sopasını bana karşı salladığında, sıkıntıyla yutkundum yine ışınlanarak bir yere gidecektik sanırım. “Karargâhın baş koruyucusuna.”

---

Yeniden karargâh denilen o ihtişamlı yapıya girdiğimizde birkaç farklı koridor aştık ve bir üst kata çıktık, sonunda bir kapının önünde durduğumuzda Uzay ardı ardına tıklayıp giriş komutunu bekledi, içeriden bir onay cümlesi geldiğinde kapıyı açtı. Başıyla ufak bir selam verdi karşıda oturan adama, en fazla 50’li yaşlarda göstermesine rağmen saçında gözle görülür yoğunlukta beyazları olan adam bizi gördüğünde oturduğu masanın karşısındaki koltukları göstererek oturmamızı istedi. “Efendim rahatsız ediyoruz ama danışmak istediğimiz bir konu vardı?”

Karşımızda oturan adam bir süre bizi süzdükten sonra Uzay’a doğru dönerek muhatabına aldı. “Yanında gelen koruyucu ilk kez görüyorum, farklı bir karargâhtan mı geldi?” Gözlerini Uzay’dan ayırıp bana çevirdiğinde, daha yeni gördüğüm insanlara karşı takındığım tavrımı ortaya koyma kararı aldım ben sessizliğimi sürdürürken cevaplayan tarafın Uzay olmasına izin verdim.

“Özür dilerim tanıştırmama izin verin, kendisi Alya ve Sadi Gök çiftinin kızları Evrin, hani enerji ikizleriyle bağlarını koparan çift.”

Uzay’ın baş koruyucu dediği adam anladığını belirterek kafasını salladı, gözlerini ben ve Uzay arasında gezdiriyordu. “Demek meşhur çiftin kızlarısın, yer aldıkları takım döneminin en iyisiydi kimse böyle bir delilik yapacaklarını düşünmezdi, peki benden yardım istediğiniz konu neydi?”

“Bu sabah Sadi amcanın Erdi tarafından kaçırıldığı haberini aldım, babasının durumundan haberdar olmasını istediğim için Evrin’e uğradım fakat karşılaştığım şeyler bambaşkaydı, müsaade ederseniz göstermek istiyorum.” Uzay büyük bir ciddiyetle durumu özetleyip üstüne benim zihnimle, baş koruyucunun zihni arasındaki anı akışı için bir köprü kurarak yaşananlara şahitlik etmesini sağladı.

“Acısını alabilmesi ata miras yeteneği şifacı olan bir koruyucunun yapacağı türden bir şey fakat benim anlam veremediğim tek konu Evrin olayların içinde olmasına rağmen nasıl yatağında uyurken bulabildiğin.” Uzay beklediği cevabın bir kısmını almışa benziyordu ama sormak istediği başka bir konu var gibiydi. “Peki Erdi neden Sadi amcayı böyle saçma bir nedenden kaçırdı ki?”

Bu soru benim de ilgimi çekmişti, ısrarcı bakışlarım odada bulununlar tarafından fark edildiğinde baş koruyucu olduğunu öğrendiğim adam konuşmayı devraldı. “Geçen zamanın intikamını almak istiyor olabilir, kendi içinde kurduğu savaşın ilk yarısını kaybetti ve şimdiki kozunu Evrin üzerinde kullanmak istiyor, büyük ihtimal kendi yöntemleriyle yetiştirmeyi deneyecektir, bu arada enerji grubunu biliyor musun?”

Cümlesini bitirene kadar ortaya konuşmuş sonunu bana bakarak tamamlamıştı, enerji grubu dediği şeyin ne olduğu hakkında bir fikrim olmadığından sessizliğimi sürdürmeye niyetliydim ama baş koruyucu benden ısrarla bir cevap bekliyordu. “Ne demek istediğinizi anlamadım, ben içinde bulunduğunuz dünyada büyümedim.”

Baş koruyucu verdiğim cevap karşısında kısa süre düşündü ve sanırım bulabildiği en hızlı çözümü bulmuştu. “O zaman önce Uzay sana yerleşkeyi ve koruyucuları tanıtsın, enerji gruplarını ve hangi gruba dahil olduğunu da öğretsin, şimdilik Evrin senin öğrencindir.”

---

Baş koruyucu denilen adamın odasından çıkmıştık şu son iki günüdür sıklıkla tekrarladığı gibi bileğimden tutmuş beni sürüklüyordu, bir çeşit labirenti andıran bu koridorlara alışamayacaktım galiba, her yer yerde tanıdık duvarlar, tek başıma kalsam kaybolacağımdan adım gibi emindim, bir aşağı kata indik ve yeniden birkaç koridor değiştirdik, geçtiğimiz son koridor kendini büyük bir açıklığa bıraktı. “Burası neresi böyle?”

Gördüklerim karşısında dudağım uçuklasa umursamazdım herhalde çünkü açıklığın dört bir yanında son teknoloji bilgisayarlar ve büyük camdan ekranlar vardı ve muhtemelen insan yapımı değillerdi, insanların kullandıkları daha sıradan ve teknolojisi zayıftı. Her yerde koşuşturanlar vardı ve acelesi oldukları gayet anlaşılıyordu. Uzay benim hayran budalası gibi izlediğimi görünce sırıttı. “Şu an karargâhın ana kumanda odasına bakıyorsun, bir ara sana detaylı anlatırım ama şimdi gitmemiz gerek.”

Tekrar koluma yapışıp beni başka bir koridora sürükledi, karargâh denen yapıdan çıktığımızda yerleşkenin girişine yakın bir binaya doğru çevirdi yönünü, 4 katlı şehirde bulunan devlet okullarından farkı olmayan yapıya doğru gidiyorduk. İçerisine girdikten sonra giriş kapısına yakın duvara asılmış büyük panonun önünde durduk. “Derslikler doluymuş yardımcı seremonisinin yapıldığı oda boş görünüyor, şimdilik orayı kullanabiliriz.”

Giriş katı içerisinde tabelasında kütüphane kapısındaki gibi kabartmalı şekil olan sınıf kapısının önüne geldiğimizde cebinden çıkardığı mavi sopası ile kapıdaki şekli çizdi, parlamasıyla kapı kendiliğinden açıldı, Uzay eli ile sırtıma dokundu bunun içeri gir komutu olduğunu anladığımda ağır adımlarla odayı incelemeye aldım.

Odanın dört ayrı duvarı, dört farklı rengi barındırıyordu, sağ köşede cam vitrinlere kapatılmış bir sürü Uzay’ın sopasına benzer sopalar vardı. Tam karşı duvardaki devasa camda duvarlardaki gibi dört ayrı rengin üzerine farklı şekiller çizilmişti. “Bakıyorum çok beğendin.”

Uzay beğendiğimi anlamış olacak ki bunu dillendirmeyi seçmişti bense ona cevap vermek yerine sol tarafa döndüm. Milyonlarca kişinin küçük çerçevelerde resimleri duruyordu, o kadar çoktu ki bu resimler tek tek incelemeye kalksam günlerimi alabilirdi. “Sağ tarafta senin sopana benzer sopalar var ama hepsi neden beyaz?”

Sorduğum soruya karşı sadece tebessüm etmişti, sopaların olduğu alana yürümeye başlayınca bende onu takip ettim. “Bunlar sopa değiller Evrin, değnekler bir koruyucunun en önemli silahıdır. Biz koruyucular iki ırk arasındaki melezler olmamızdan dolayı gücümüz sınırlıdır ama bu karşında gördüğün değnekler bir çeşit iletken görevi görüyor yaptığın ayini tamamlamanı sağlıyorlar.”

Gözümü sopa, pardon değneklerden ayırıp Uzay’a çevirdim, onun gözleri de benimle buluştuğunda geri çekerek değneklere bakmaya devam etti. “Peki bunlar neden beyaz, seninki mavi ama?”

Sorumu yenilediğimde tekrar gözlerini değneklerin üzerine sabitledi. “Her bir koruyucu teorik eğitimini tamamladığında değneğiyle taçlandırılır, bu değneklerden biri onun için yaratılmıştır koruyucu bunu hisseder zaten. Seçtiği değneği kendi enerji özüyle birleştirdiğinde artık o değnek tamamen ona aittir ve hiçbir koruyucu o kişinin değneğiyle ayin yapamaz.”

“Peki ayin?” Diye sorduğumda ufak çapta bir kahkaha attı. “Her şey sırayla küçük hanım, artık hazırsan eğitimlerine başlayabiliriz.” Beraber odanın diğer ucuna doğru gittik, birkaç adet üst üstte konulmuş puflardan iki tanesini ortadaki açıklığa doğru getirdik, nedense bu karargâh yerleşkesi denen yerin bütün odalarının merkezinde açıklık vardı.

“Her koruyucu akıl Bali olduğu andan itibaren eğitim görmeye başlar, ilk önce sana temel konulardan başlayarak anlatacağım.” Ben ortadaki açıklığa getirdiğimiz puflardan birine oturmayı seçerken o değneğini karşıma doğru uzattı, büyük camdan bir ekran yukarıdan önümüze doğru indi.

“Sana daha önce de anlattığım gibi; biz koruyucular var olan iki boyut arasına bir kapı görevi görüyoruz. Sakın bu koruyucuları yanlış anlamana neden olmasın, yeraltı sakinleri zamanla acımasız ve cani birileri haline geldiler, sahip oldukları güçlerini kötüye kullanmaya kalktılar. Eskiden yeryüzü onlar için daha yaşanılır bir haldeydi ama zamanla sıradan insanları kaçırıp onlar üzerinde deneyler yapmaya kalktılar, kimini kendilerine benzetmeye çalıştılar, kimini meleze dönüştürerek aramıza sızdırmaya. Bu yüzden de yeryüzüne çıkmaları tamamen engellendi, sadece yüksek rütbeli koruyucular, orada gardiyan olmak için eğitilmiş koruyucular ve eğitim kapsamında görmeleri ve öğrenmeleri için öğrenciler inebiliyor.”

Uzay bir yandan anlatırken bende karşımdaki ekrana bakıyordum, her ne anlatıyorsa o konu hakkındaki deliller ve görüntüler çıkıyordu. Daha önce eğitim için inen çocukların fotoğrafları yer alıyordu, resimlerden gördüğüm kadarıyla yeraltı dünyası dediği yer karanlıktan ibaretti ya da sadece ben öyle görüyordum.

“İnsanlardan sadece azınlıkta bir grup bizi ve yeraltını biliyor, bunlara Nermin ve Sevinç teyze de dahil o yüzden karargâhı saklamak zorundayız, sahip olduğumuz güçlerimizi ve yaptığımız ayinleri insan ırkı gözlerindeki perdeden dolayı göremiyorlar ama biz yine de tedbiri elden bırakmıyoruz çünkü bazı sıradan insanların görme yetisi var, koruyucuları gördüklerinde delirebiliyorlar ve bu zamana kadar da birçok örnekleri mevcut.” Karşıdaki ekranda akıl hastanesinde çekilmiş bir hastanın fotoğrafı vardı, kameraya karşı bağırmış olmalı ki ağzı yırtılacak kadar açıktı, ben fotoğrafa iğrenerek bakarken Uzay da kaldığı yerden devam etmeyi seçti.

“Koruyucuların en önemli özelliğiyse onu var eden enerji özüdür, kâinatta daha önce yaşamış ve hala yaşıyor olan her bir canlı da var olan tek ortak payda sahip oldukları enerjileridir, insanlar kendilerinde bulunan bu enerji yoğunluğunu hissedebilirler, gözlemlendiği kadarsa onların enerji yoğunluğunun bir rengi yok şeffaf dumansı bir şekilde tabir ediliyor, gece halkının ise iki farklı renk gözlemlendiği için iki farklı gruba ayrılıyorlar; barışçıl ve iyi olanlarda gördüğümüz beyaz, kötü ve uzak durman gerekenlerin de siyah. Biz koruyucularda gözlemlenenler ise dört farklı renk olduğundan, renklere benzer element isimleri vermeyi tercih etmişlerdir, yani dört ayrı element ismi, dört ayrı grubu temsil ediyor.”

Karşımdaki ekrana baktığımda dört ayrı renk ve üzerinde devasa camda gördüğüm simgeler belirdi. “Senden içlerindeki bir rengi söylemeni istiyorum.” Dediğinde biraz düşünmek için zaman ayırdım, Uzay’ın değneği maviydi bu da beni mavi rengi söylemeye itiyordu.

“Mavi” Kelimeyi bir andan söylediğimde tuhaf bakışlarına maruz kaldım, hem ne vardı ki? Bana birini seç demişti bende seçmiştim.

“Mavi, güzel seçim.

Mavi, yani Su grubu; Bende dahil olmak üzere bu grubun özelliklerini taşıyan koruyucular içinde su bulunan her bir maddeyi kontrol etme özelliğine sahiptirler. Hz. Musa peygamberi bilirsin kavmiyle mısır kıralı ve ordusundan kaçarken denizi yardığı söylenir, herkes Allah’ın bahşettiği bir mucize olarak bahse de aslında gerçekte bir su grubu koruyucusuydu, hatta elindeki sopa aslında değneğiydi ve yere vurduğu anda denizi ikiye böldü bu da en iyi kanıt zaten. Allah tarafından peygamberlik görevi verildiğinden bu grubun en önemli temsilcisi olmuştur, Ayrıca bu grup görselliği temsil eder; yani anı akışlarını yönetmek, illüzyon yaratmak ve farklı boyutlara kapı açmak gibi, sana göstermeme izin ver.”

Değneğini öne doğru uzatıp cam ekranın yanına doğru tuttu, farklı dildeki cümlelerini söylediğinde hiçbir şeyi gözü görmüyor gibiydi, değneğinin şekilli ucundan mavi enerjisini çıkararak karşımızda daire şeklini oluşturuyordu, bunu gördüğünde sesini daha fazla yükseltti o volümünü yükselttikçe yarattığı daire de onunla büyüyordu, söylediği sözler bittiğinde değneğini ceketine geri koydu. “Nasıl beğendin mi?”

Uzay sormasaydı bile beğendiğimi söyleyebilirdim çünkü karşımda gördüğüm manzara inanılmazdı, oturduğum puftan kalkıp yaratılmış dairenin önünde Uzay’ın tam yanında yerimi aldım. “İstediğin bir yeri görmek istiyorsan sana gösterir mi?”

“Tabi ama nereyi görmek istiyorsun?” Diye sorduğunda aklıma annem ile babamın konuştuğu uçurum gelmişti, denizin o mis gibi kokusu, ağaçların güzelliği başımı döndürmeye yetmişti.

“Beni geçmişe götürdüğünde annem ile babamın konuştuğu bir uçurum vardı, orayı gösterebilir misin?” Dediğimde sırıttı ve değneğini ceketinden çıkarıp portal’a tuttu ve anında o yer gözlerimin tam önüne serildi, onlarca yıl geçmesine rağmen güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş hatta daha güzel olmuştu. “Bir gün buraya beraber gider miyiz?”

“Gideriz elbette ama şimdi eğitimine geri dönmeliyiz.” Geri dönüp getirip bir türlü oturmadığı pufuna sonunda oturmuştu, portla kendiliğinden yok olduğunda bende kendi pufumdaki yerimi aldım. “Kalan 3 gruptan birini seçmeni istiyorum şimdi de.”

Karşımdaki ekranda anlatmadığı diğer renkler belirdiğinde gözlerimi onlara diktim. “Kırmızı.”

“Ateş.” Bu kelimeyi söylerken hoşuna gitmiş gibiydi.

“Kırmızı, Ateş grubu;

Bu gruba sahip koruyucular daha önce söylediğim üzere ateş ve içinde ateş bulunan her bir maddeyi kontrol etme özelliğine sahiptirler, ayrıca bu grubun insanları azınlıktadır çünkü herkese geçmeyen ateş grubu çekingen bir gruptur, babam ateş grubu bir koruyucu ama ne yazık ki ben enerji grubumu annemden almışım.

Ateş grup duyguları temsil eder, duygularını yönetme, duygu durumunu değiştirebilme, bunu silah olarak kullanabilme gibi, bir de bu grubun mensuplarına ait çok nadir kesiminde bulunan mirasçısı asırda bir gelen yetenekleri vardır; ‘Zümrüt-ü Anka’ Anka kuşunun efsanesini bilirsin, öleceğini anladığı anda kendini ateşe verir ve küllerinden yeniden doğar, bu yüzyılın mirasçısı annen Alya’ydı. Seninle geçmişe gittiğimizde ilk yaşananları hatırlıyorsun değil mi? Ayin biter bitmez bir patlama olmuştu, yaşamaları Zümrüt-ü Anka yeteneği sayesinde.”

Karşımdaki ekranda annem ile babamın savaştığı an gösteriliyordu, ayin bitmiş ve annem gözlerini açmıştı, o anda gözlerinden yayılan ışık tüm bedenini kaplamış babama da sıçramıştı. Tam o anda bir ışık patlaması oldu ve ekran yeniden eski halini alarak Uzay’ın anlatmadığı 2 renge döndü “Biz niye daha önce fark etmedik?”

“Ben sana hepsini göstermedim de ondan, çok soru soruyordun.” Dediğinde ona doğru tabiri caizse ‘salak mısın?’ bakışı atıyordum, bana doğru göz ucuyla baktığında ufak bir tebessüm gönderip yeniden önüne döndü.

“Kalan son gruplardan birini daha seç Evrin, bakma bana öyle her şeyi sırayla öğreneceksin.” Uzay tekrar sözü bana bıraktığında dahi kızgın bakışlarımı atıyordum, benim hayatımı ben bilmiyordum bana sırayla değil hepsini anlatmalıydı.

“Sarı.” Dediğimde cümlelerine başlamak için hazırladı kendini.

“Sarı, Hava grubu;

Bu grubun koruyucuları tam bir gökyüzü insanıdır, hava ve içinde hava olan her şeyi kontrol etme özelliğine sahiptirler. Tüm kanatlı hayvanların özelliklerini kopyalayabilirler ayrıca hava grubuna mensup kişiler düşünceleri temsil ederler, zihin oyunları konusunda tam bir ustadırlar. Rüyanda babanın seninle zihin yoluyla iletişim kurduğunu söylemiştin değil mi? Bu grubun özelliği sayesinde.”

Uzay anlatmayı bitirdiğinde şaşkınlığımı gizleyemiyordum, ben nasıl bir alemin içine düşmüştüm böyle? “Kahverengi demeyeceğim zaten bir tek o kaldı.” Dememle Uzay’ın yüzü menün olur bir hal aldı.

“Peki o halde. Kahverengi, Toprak grubu;

Bu grubun özelliklerine sahip koruyucular da toprak ve içinde toprak olan her maddeyi kontrol etme yetisine sahiptirler, enerji gruplarının içindeki en bilge gruptur bu yüzden liderler hep Toprak grubundan çıkar. Bu grubun temsil ettiği şeyse dokunma duyusudur, çok iyi iz sürerler, yere dokundukları anda bulamayacakları hiçbir şey yoktur ayrıca doğal olmayan her şeyi etkisiz hale getirme hatta yok etme özellikleridir.”

Uzay anlatmayı bitirdiğinde benim aklım hala babamı gördüğüm rüyadaydı, babamın acısını alabilmek bir tarafa dursun ben rüyada olduğumu sandığımda bile aslında o anda yaşanan olayların tam ortasında olduğuma bir yanıt bulamamıştım hayır anlattığı hiçbir grupta bu özellik yoktu. “Uzay?”

“Efendim?” Değneğiyle cam ekranı yukarı geri gönderip bana döndü. “Sana bir şey sorabilir miyim?” Daha önce oturduğumuz pufları yerine götürürken cevapladı sorumu. “Sor, dinliyorum.”

“Tamam babamın acısını alabilmemin sebebi miras yetenekmiş ama hala yatağımda uyurken ruhumun tam olayların ortasında olmasını açıklayamıyorum bir türlü.” Merakıma yenik düşerek açtığım ağzımı kapattım, Uzay elini çenesinde gezdirerek düşünmek için zaman tanıdı kendince. “Baş koruyucunun da emin olamadığı bir durum, yüzyıllardır varız biliyorsun belki bir ara araştırabiliriz.” Anladım manasında kafa salladım, Uzay’ın daha anlatacakları olduğunu bildiğimden sessizliğimi koruyarak devam etmesini bekledim.

“Temel konuları geçtiğimize göre artık asıl konulara başlayabiliriz, bir koruyucu için en önemli şeylerden biri de enerji özünün hangi gruba ait olduğunu bilmesidir. İş ondan sonra da bitmiyor, hangi gruptaysan bundan sonra sadece kendi özünü tanımaya ve o alanda eğitim görmeye başlayacaksın. Şimdi enerji grubunu öğrenil mi?” Dediğinde bir heyecan dalgası bedenimi sarmaya başlamıştı bile, streste işin içine girince içinden çıkılamaz bir yolun başına ulaşmıştım bile, Uzay elinde tuttuğu değneğini hatırlayıp ceketinin iç tarafına geri soktu.

“Şimdi senden enerjini hissetmeni istiyorum, içinde dolaştığını hayal et, damarlarında gezdiğini, durma gözlerini kapat.” Uzay’ın söylediğini yapıp gözlerimi kapattım, ne demişti? Enerjinin içinde dolaştığını hisset ama olmuyordu, hissetmeye çalışıyordum ama olmayan bir şeyi nasıl hissedebilirdim ki? “Hissediyor musun?”

O anda gözlerimi açtım, olmuyordu işte yapamıyordum. “Gözlerini neden açtın?” Karşımda öyle bir duruyordu ki sinirlendiğini görmemek için kör olmak falan gerekiyordu. “Olmuyor Uzay, olmuyor tamam mı? Gözlerimi kapattığımda koyu bir karanlıktan başka bir şey görmüyorum ben.”

Uzay sıkılmış olacak ki sesli verdi nefesini, sağa sola birkaç tur attıktan sonra aklına bir şey gelmiş olmalı ki bana umut yüklü gözlerle bakmaya başladı. “Tamam şöyle yapıyoruz; sana daha somut şekilde anlatacağım, şimdi kapat gözlerini ben yönlendireceğim.”

Komutuna uyarak tekrar kapattım gözlerimi, bu sefer pek umutlu değildim açıkçası ya da sadece tekrar olmamasından korkuyordum. “İçindeki enerjini beyaz bir ışık huzmesi olarak düşün, hani ellerini bağladığımda gördüğün gibi, sonra o enerjinin tüm vücudunda gezdiğini hayal et, unutma enerji sensin.”

Aynen dediği gibi düşünmeye başladım, tüm vücudumda o beyaz ışık huzmesinin dolaştığını, sanki gözlerimle görüyormuşçasına hayal etmeye çalıştım. “Miden de bir burkulma hissedeceksin, o anda ellerini fazla uzatmadan karşıya aç, avuç içleri yukarı baksın, dua ediyormuş gibi.”

Uzay cümlesini bitirdiğinde bende kendimi hazırladım, midemde ufak çapta burkulma baş göstermeye başlamıştı bile. Ellerimi aynen söylediği gibi açtım, dua eder gibi evet. “Çok güzel, şimdi vücudunda gezinen enerjinin parmak uçlarından dışarıya çıktığını hayal et, uçlarının yandığını hissedeceksin.”

İçimde arsızca dolaşan beyaz enerjinin yukarı çekildiğini hissetmemle midemde olan sızı şiddetleniyordu, parmak uçlarım uyuşuyordu evet hissedebiliyordum. “Evrin gözlerini aç, hemen!”

Anlamayarak gözlerimi açtığımda, bana doğru şaşkın bakışlar atan bir çift Uzay ile karşılaştım, baktığı yere bakmamla aynı şok dalgası beni de etkisi almıştı. Rüyamda ayağım kesildiğinde akan kanın rengi gibiydi, nihayet sessizliğini bozdu.

“Ama… ama nasıl ya? Bu baya turuncu!”

4. ASTRAL GEZGİNİ

ASTRAL GEZGİNİ

Ortam hiç olmadığı kadar gergindi…

Sessizlik sanki odada çığ gibi büyüyor ve bizi de etkisi altına alıyordu, bir şey söylemek istiyor ve uygun kelimenin dilimden çıkması için bekliyordum ama ardına saklanıyor gün yüzüne çıkmıyordu bir türlü.

Aynı şekilde baş koruyucuya da enerji denen şeyi gösteriyordum ama yanımda olan iki insanın da sesi çıkmıyordu, bu şey her ne ise bende korkmaya başlamıştım, Uzay`ın anlattığı hiçbir gruba benzemiyordu.

“Melezlerin melezi!” Baş koruyucu sonunda sessizliğini bozduğunda Uzayı da beni de germişti, melezlerin melezi, bu ne anlama geliyordu?

“Efendim ne demek istiyorsunuz?” Uzay benim sormak istediğimi dillendiren kişi olmuştu, herkes oturduğu koltuklara geri dönerken baş koruyucu kendisine yöneltilen soruyu cevaplamak için biraz düşünmek zorunda kalmıştı.

“Demek istediğim şu ki çocuklar, daha önce böyle bir şey görmemiştim. Buna benzer bir duruma sahip sadece 18. Yüzyıla ait bir örnek var.”

“Yani bu durumu yaşayan bir tek ben değilim değil mi?” Sorduğum soruya karşılık bakışların bütün hedefi beni buldu, daha önce böyle bir durumun yaşanmış olması bana bile tuhaf gelmişti.

“Hayır Evrin değilsin, bilmelisin ki biz koruyucular tüm dünyadayız daha önce yaşanan olaysa Fransa`da ki bir koruyucu ailesi.

Bazı koruyucular enerji ikizleri daha doğmadan öldükleri için yoktur, sahipsiz kalmışlardır.

Aynı karargâhta büyümüş iki genç de böyle bir duruma sahiptirler. Zamanla sahipsiz iki koruyucu birbirine âşık olur, aşkları o kadar büyür ki enerjilerini birleştirmek isteyecek kadar da ileri giderler, bunu başarabilmek için de bir ayin arayışına girerler.

Ne yazık ki o zamanın bilgisizliği ve şartları yaşadığımız yüzyıldaki gibi olmadığından yanlış ayin kullanırlar, ölümden dönen çift artık enerji ikizidir. Evlenirler de fakat büyük bir sorun çocukları olduğu zaman başlar.

Albert Sansef adındaki oğulları büyür ve koruyucu eğitimlerine başlar, fakat enerji özü anlaşıldığında herkesin dikkatini çekerler çünkü oğulları Albert`ın enerji özü `Mor’dur. Melezlerin melezi kabul edilen bu koruyucunun özellikleri takdire şayandı.

Albert Sansef her iki grup enerjisini de kullanabiliyordu. Ateş grubunun en kadim ayinlerinin üstesinden geliyor, sadece su grubu koruyucularının yapabildiği en tehlikeli mühürleri kırıyordu.

Yani diyeceğim o ki, sen dünyaya gelen ikinci farklı grupsun. Albert`ın `mor` enerji grubunun öncüsüyse sende `Bronz` grubunun öncüsüsün.”

Uzay ve ben de ağzımız beş karış açık baş koruyucuyu dinlemiştik, bronz grubunun öncüsü mü? Bu genç yaşımda daha neler duyacaktım kim bilir? “Efendim yani diyorsunuz ki; alışılmışın dışında yeni enerji özü grubu açıldı.”

“Aynen öyle Uzay ama bu grubun hayatta kalacağını sanmıyorum, hangi enerji özü daha baskınsa o aktarılır ve görünen o ki Evrin`in baskın enerjisi ateş.” Bu başta korkutsa da baş koruyucunun söylediği şeyler üstüme su serpmişti, melezlerin melezi ha?

“Artık bireysel eğitimlerin başlamış bulunmakta Evrin, 2 grubun özelliklerine de sahip olduğun için 2 eğitmenle ayrı dersler alacaksın ama babanın şuan ki durumunu da es geçemeyiz bu yüzden Uzay seni kaldığın eve geri götürecek Erdi`nin dikkatini çekmemek için gündüz eski hayatına devam ederken gece karargâhta alacaksın anlaştık mı?” Baş koruyucuyu onaylarcasına kafa salladım, Uzay`ın ayaklandığını görmemle bende oturduğum yerden kalktım. “Peki öyleyse, çıkabilirsiniz.”

Uzay`ı takip ederek odadan çıktım, yine bu tanıdık koridorlar. Bir an önce evime gitmek istiyordum, eskiden evim sandığım evime. “Ne düşünüyorsun?”

Sorduğu soruyla yüzünde bariz merak olan Uzay ağır ağır yürümeye devam etti, bir koridordan diğerine geçerken cevapladım sorusunu. “Evime gitme fikrini düşünüyordum.”

Uzay`dan bir cümle beklemeden yürümeye devam ettim, ana kumanda olduğunu bildiğim yere geldiğimizde diğer koridora geçmek yerine kolumdan tutarak beni oraya götürmeyi tercih etti. “Evine gitmeden önce sana buranın işleyişini göstereyim.”

Beraber sırayla duran ekranların ve bilgisayarların arasından gitmeye başladık, çok karışık bir bilmece gibi duruyorlardı, ben boş boş ekranlara bakarken Uzay anlatmaya başladı. “Bu sıradaki ekranların hepsi belirli bir bölgeyi tararlar ters bir durum var mı, her şey yolunda mı? Diye çünkü yeraltı dünyasındakiler yeryüzüne kara portal ile sızabiliyorlar.”

“Ama bana sadece senin gibilerin portal açabildiğini söylemiştin?” Dediğimde ufak çapta bir kahkaha attı, küçüklüğünde bile şen şakrak bir çocuktu, ciddilik ona yakışmıyordu.

“Dikkatini çekerim Evrin, biz meleziz güçlerimizin çoğu için yeraltı insanlarına borçluyuz, hepsi portal açabiliyor ama onların bu özelliği barışçıllarımızın ayini sayesinde mühürlü, mührü kırabilenler yeryüzüne sızabiliyor maalesef.” Dediğinde bende güldüm çünkü yüzündeki gülümseme anlatırken dahi gitmemişti.

“Her neyse, bu kısımda görev listesi ve o göreve hangi koruyucu takımının gideceğini gösteren listeler ve bölgeleri var.” Uzay o tarafa yürüdüğünde bende takip ettim, liste dediği şey bir sürüydü ve uzayıp gidiyordu. Zodyak Takımı, Sinhwa Takımı.

“Bu takım isimleri neler?” Uzay benim sorduğum sorudan sonra isimlerin olduğu ekrana bakmaya başladı. “Koruyucular tek başına bir hiçtir, belli takımlar altına toplanan koruyucular birlikte göreve çıkarlar, bir takım ismi belirlerler ve hayat boyu o isimle anılırlar.”

Anladığımı belli edercesine kafa salladım, etraftaki diğer koruyucular beni tanımadıkları için bakışlarını ara sıra üzerimde hissediyordum, ister istemez Uzay`ın yanına daha çok siniyordum.

“Ah Uzay! Uzay, hoş geldin canım nerelerdeydin?” Karşıdan koşarak gelen sarışın bir kız Uzay`ın boynuna resmen yapıştı, ani bir refleks olarak biraz kenara kaymak zorunda kalmıştım. “İyiyim Aslı, ne oldu göreve çıkmadın mı sen?”

Sarışın kız Uzay`a hayran hayran bakıyordu, belli ki hoşlanıyordu, göz ucuyla bana baktıktan sonra tekrar Uzay ile ilgilenmeye kaldığı yerden devam etti. “Yok ya, bu gün görev çıkmadı. Bizim takımın yanına gelsene, takılırız.”

Sarışın kızın sorusuna bir müddet cevap vermedi bir anlığına bana bakıp tekrar Aslı denen kıza döndü. “Maalesef, Evrin`i evine götüreceğim.”

Aslı denen kız, benim ismimi duyduğunda gözlerinin odağına beni aldı, öyle bir bakıyordu ki utanmasa üstüme atlayıp saçlarıma yapışacak gibiydi fakat ben buna izin verir miydim? Tabi ki hayır. “Bakıcılık işine devam ha? Ne zaman biteceğini çok merak ediyorum.”

Şu Aslı denen kızın suratına yumruğu geçirmemek için kendimi zor tutuyordum, bana doğru birkaç defa gözlerini deviriyordu, üstüne ben orada yokmuşum gibi davranıyordu. Ayrıca Uzay benim bakıcı falan değildi, bir anda çok sert bilenmiştim. “Kimsenin bana bakıcılık yaptığı yok, eğer çeneni kapatıp şimdi uzaklaşmazsan çenenin olduğu yerde öyle bir şey kalmayacak.”

İşaret parmağımı gayet kibar bir şekilde sallayarak çenesini gösteriyordum, bana karşı olan tavırlarına karşı bu kadar sakin kalabilmem bile başlı başına bir mucizeydi çünkü normal şartlarda böyle karakterdeki birinin saçını başını yolmuştum. “Bak güzelim yenisin diye bir şey demiyorum, başkası olsa çoktan arenada gömmüştüm, ben sıradanlar gibi kavga etmem güzelim, ateşim kavurur seni.”

Bu Aslı denen kız çok oluyordu, sıradanlar gibi kavga etmezmiş. Ellerimi sıkmaya başladım, tırnaklarımı avuç içlerime batırdıkça daha çok acıyordu ama aksine acı sinirlerimi yatıştırıyordu. “Tamam kızlar sakin olun ana kumanda odasında kurulacak cümleler değil bunlar, Evrin hadi!”

Gergin ortamdan uzaklaştırılmak suretiyle Uzay tarafından çekiştiriliyordum ama ne ben ne de Aslı buna aldırmayarak birbirimizi gözlerimizle öldürmeye çalışıyorduk, bir şekilde beni Uzay`a karşı potansiyel bir rakip olarak görüyordu. “Burada bitmedi dip boyası gelmiş çakma miss turkey güzeli.”

Şu an arka fonda zafer müziği çaldığından emindim, Uzay`la birlikte giderken kızın oldukça tiz çıkan kısık sesteki bağırışını duyabiliyordum çünkü, işte son noktayı koymak diye buna derim ben.

Karargâh binasından çıkarken Uzay hiç istifini bozmadan yürümeye devam ediyordu, yani hiç mi kızmamıştı, insan olan bir tepki verirdi değil mi? “Bir şey demeyecek misin?” Dediğimde durdu, arkasından yürüdüğüm için az daha sırtına çarpıyordum. Bana doğru döndüğünde yüzünde hiçbir ifade yoktu. “Teşekkür ederim.”

Daha tam olarak ne dediğini anlamadığım için kafamı biraz yana eğdim. “Ne için?”  Karşıdan nasıl göründüğümü bilmiyorum ama bu halim onun hoşuna gitmiş gibiydi, ufak bir tebessüm oluştu yüzünde. “Benden hoşlanıyor, sende fark etmişsindir zaten, iyi kız ama çok yapışkan.”

“İyi kız mı?” Sorduğum sorudan sonra yüzündeki gülüşü daha da alevlendi ve resmen kahkaha attı, Aslı`nın sinir bozucu suratını düşündüğümden olsa gerek suratımdaki ifadenin iğrenti olduğundan emindim. Sonunda dayanamayarak kahkahasına cevap verdim, gülüşlerimiz yerleşkenin bahçesinde yankılanıyordu, yanımızdan geçen bir nöbetçinin anlamayan gözlerle bize bakıp geçtiğine bile şahit olmuştum.

“Takımına girmem için yalvarıyordu, artık sen varken yaklaşamayacak.” Bir de takımı mı vardı yani? Onunla aynı takımda olanlara acımıştım, ben 2 saniye katlanamazken.

O önde ben arkada bahçeden çıkışa doğru giderken biraz arkada kalmıştım koşarak koluna girdim, ilk yaptığım atağa şaşırsa da sonra aldırmadan yoluna devam etti. “Hatırlıyor musun? Okulda sana hasta olan kızları gördüğünde koluma girerdin, sonra kızlar sinirlenip bakışlarını kaçırırlardı.” Dediğimde yaşananları hatırlamış olacak ki kafasını eğdi gülerek, sonra gözleri beni bulduğunda bende tebessümüne karşılık verdim. “Bilmez miyim, sırf bu saçma sebepten kavga ederdin.”

“Ama ne yapayım, ağızlarını yayıp konuşuyorlardı bende bir tane çarpıyordum oh, bana da ekşın oluyordu, fena mı yani?” Tekrar bir kahkaha tufanı koptu aramızda, çocukluğumun en güzel yılları beraber geçmişti, iyi ve kötü her anımda yanımdaydı bu çalkantılı zamanımda bile yol göstericim olmuştu, Uzay`a ne kadar borçlu olsam azdı.

---

Mavi ışık huzmeleri etrafımızdan dağıldığında evimdeydik, kendimi üçlü koltuğa bırakırken kafamı geriye yasladım. “Koltuğa gösterdiğin ilgiyi bana göstermiyorsun, bu kadar mı özledin evini?” Uzay`ın bu cümlesinden sonra kafamı kaldırıp ona doğru baktım, kendisinden bekleyemeyeceğim kadar tuhaf bir cümle kurmuştu.

“Özledim, hem de o kadar özledim ki nikahıma alacağım, Uzay nasıl cümleler kuruyorsun?” Omuz silkerek cevap vermeyi reddetti, kafamı tekrar koltuğa attım. Kafamda o kadar çok soru işareti vardı ki, sormak konusunda kararsızdım. Yıllarca benim en yakın dostum olmuş ama benden bir gerçeği gizlemişti. “Uzay?”

“Efendim?” O da düşüncelerinden sıyrılıp benden tarafa bakmaya başlamıştı kafamı kaldırmadan göz ucuyla ondan tarafa bakıyordum. Kendimi hazırladım, içim huzursuzlukla dolduğunda istemsizce oturduğum yerde kıpırdandım.

“Peki sen neden geldin, neden seni yanıma vermek istediler?” Uzay`ın yüzü ciddi bir hal aldı, ne zaman ciddi bir duruş sergilese gerilirdim çünkü ardından gelecek şeyler hep canımı yakardı. “Sana anlatacağım ama bir şartım var?” Dediğinde gergin halimin üstüne tekrar bir dalga inmişti, şartlardan hoşlanmıyordum, ucunda hep bir sorun çıkıyordu çünkü. Kimseye şart koşmayı sevmiyordum, üzerime konulmasından da hoşlanmıyordum, istisnaların kaideyi bozmasına izin vermeyecektim. “Nedir şartın?”

“Karargâhtan birkaç kişi ve biz dışında senin ve ailenin başındaki beladan haberleri yok bu yüzden herkese her şeyi anlatma ve mümkünse karargâhta herkesle konuşma.” Uzay fazla temkinliydi, hak vermek istemiyordum çünkü zaten pek konuşkan biri de değildim. Sinirlerime hâkim olamadığım için yanımdakilerin sayısı azdı, bende böyle mutluydum. “Tamam Uzay, anlatacak mısın artık?”

“Pekâlâ, ülkenin doğu kanadındaki karargâhtan 7 yaşında geldim, annem hala orada. O zamanın baş koruyucusu, annen Alya teyze ve baban Sadi amca`nın beni özel olarak senin yanına seçtiklerini söylemişlerdi.

İlk aşama; her şeyi belirli bir süre saklamamı istediler hem tehlikede olmayacaktın hem de normal hayatına devam edebilecektin.

İkinci aşama; her şeyi kavrayacak yaşa geldiğinde eğitimlerin de başlamış olacaktı, böylece bu dünyayı tanıyacak ve adımlarını ona göre belirleyecektin.

Ben sadece aracıyım Evrin, Erdi sadece aileni değil koruyucu dünyasının da odak noktası. Yeraltı dünyasıyla bir bağlantısı olduğunu düşünüyoruz, yanında adamlarımızdan birkaç kişiyi casus olarak yerleştirdik, onların aktardığı bilgilere göre belli noktalara kara partallarla sızıp insanlığa yayılmayı planlıyorlar.”

Uzay`ı dinlerken içimde yayılan korku kırıntılarına engel olamıyordum, cümlelerin vücuduma bıraktığı öfke tomurcukları beni her geçen dakika etkisi altına alıyordu. Erdi`nin öfkesi sadece aileme değildi, tüm insanlığa kin güdüyordu, amacına ulaşmamalıydı. “Erdi denen o pisliğin durdurulması gerek, bu masum insanların ölümüne kadar gidebilir.”

“Biliyorum ama şu an yapabileceğimiz hiçbir şey yok, sürekli yer değiştiriyor.” Daha önce babamı kaçırdıkları yeri görmüştüm, belki durdurmamızın bir yolu olabilirdi, daha onu da nasıl yaptığımı da bilmiyordum ama. “Şimdilik bunları düşünme Evrin, eğitimini tamamlaman gerekiyor biliyorsun.”

“Biliyorum ama burada elim kolum bağlı oturmak istemiyorum Uzay.” Sıkıntıyla iç geçirdikten sonra ayaklanıp odaların olduğu koridora yürümeye başladı, oturduğum yerden arkaya döndüm ama cevap vermeye niyeti yok gibiydi tama misafir odasının kapısını açacakken bana döndü. “Uyu artık, yarın sabah erken kalkacaksın.”

“Ama, ned…” Daha lafımı bitirmeden içeri girip kapıyı ardından örtmüştü, farklı dilde sarf ettiği cümlesini uğultu şeklinde duyduğumda odasına girip girmemek konusunda kararsız kalmıştım, kısa bir muhakemeden sonra vazgeçtim, koltukta rahat bir pozisyon alırken hala Erdi denen şerefsizin ne kadar ileri gidebileceğini düşünüyordum, kini o kadar büyüktü ki sadece kendini değil beraberinde insanları ve koruyucuları da yakacaktı.

Artık çoğu şeyin farkındaydım, bana biçilen kadere razı olmak yerine kendi kaderimi yazacaktım…

---

Sabah güzel bir kahvaltının ardından çay keyfi yapmak için balkona doğru gitme isteğinin başıma geleceğini tahmin etmediğim durumları yeniden başlatıyor oluşuna yeniden ediyordum, kulaklarımda küçük bir çınlamanın eşliğinde bilincimi kaybettiğimde gözlerimi yeniden açmaya zorladım.

Zor da olsa açabildiğim gözlerim artık bambaşka bir yeri görüyordu, her yanım deli gibi sızlıyordu üstelik sanki 1 saat aralıksız dövmüşler de ellerinden zor kurtulmuşum gibi hissediyordum. Dört bir yanımın karanlıktan ibaret olduğu bir yerdeydim, gözlerim bulunduğum yere alıştığında ortamı sadece bir fenerin aydınlattığını gördüm. Neredeydim ben?

Zemin buz gibiydi, ayağa kalktım. Bulunduğum bu yer her neresiyse oldukça sessiz ve ürkütücüydü. Fenerin bulunduğu yere ilerledim, belki onu alabilirsem etrafı inceleyebilme fırsatım olurdu.

Tam feneri alacakken bana doğru gelen ayak seslerini duyuyordum, bulduğum en karanlık yere sindim, daha burada me işim olduğunu bilemsem de yakalanma ihtimalini göze alamazdım. Acaba geçen sefer rüya sandığım ama aslının öyle olmadığı zamandaki gibi miydi? Ama o zaman uyuyordum, peki ya şimdi? “Anne bu gün okulda ne öğrendim biliyor musun?”

“Ne öğrendin benim alev parçam?” İleride okuldan annesiyle yeni dönen çocuk göz odağıma girmeye başladılar, fenerin önünde durduklarında hafif bir şaşkınlık yaşamıştım. Yüzleri ve vücutları hiçbir insanda olmayacak kadar beyazdı, kireç gibi. Onun haricinde ufak tefek farklılıklardan başka bir şey yoktu, istemsizce avatardaki mavi renkli bir halkı anımsatmıştı çünkü kadının üzerinde deriden olduğunu tahmin ettiğim 2 parça peştamal vardı, oldukça eski bir kabile tarzı vardı.

“Yeryüzü koruyucuları hem bizden hem de insanlardan olmaymış anne ama bize düşman gibiler, bizi her gördüklerinde yüzlerini ekşitiyorlar neden?” Çocuk merakla annesine bakarken kadın söyleyeceği kelimeleri bir türlü bulamıyordu, küçük bir çocuğa ne denebilirdi ki!

“Onlar artık bizim tarafımızda değiller oğlum, yüzyıllar önce seçimlerini insanlardan yana kullandılar, bizi bir fareymişiz gibi bu soğuk ve karanlık boyuta tıktılar, bu yüzden bazıları bize iğrenerek bakıyor çünkü yeraltında yaşayan bir fareymişiz gibi sindirmeye çalışıyorlar.” Küçük çocuğun bakışları öfkeliydi sanki o küçücük bedeniyle tüm dünyaya meydan okuyabilirmiş gibi kabartmıştı göğsünü. Annesi oğlunun yanağını okşarken konuşmaya devam etti.

Bizden olduklarını unuttular, kendilerini herkesten üstün bir varlık olarak görmeye başladılar maalesef bir melezden ibaret olduklarını unuttular.” Kadının ne kadar kin güttüğü anlaşılıyordu çünkü artık oğluyla değil kendiyle konuşuyor gibiydi bunu fark etmesi çok da uzun sürmemişti. “Neyse sen böyle şeylere kafanı yorma Göksun, hepsini sırayla öğreneceklesin.”

Annesi hızlı bir şekilde yoluna devam ederken adının Göksun olduğunu öğrendiğim küçük çocuk tam benim olduğum yerde duydu ve bana doğru döndü, gözlerimin içine doğru bakıyordu, beni görmüş müydü yani?

“Yeraltına hoş geldin Evrin abla.”

Çocuk bana doğru gözlerini ayırmadan söylediği bu cümleden sonra kafamın içinde aynı cümle yankılanıyordu, tekrar, tekrar. Başım dönmeye başladığında yere çöktüm, gözlerim buğulanırken çocuk koşarak gitti.

Tüm bedenimin çekildiğini hissediyordum, beni nasıl tanımıştı, dahası yeraltında ne işim vardı, niye şimdi böyle hissediyordum. Hiçbir fikrim yoktu dahası korkuyordum ve bayılmadan önce orada gördüğüm son şey az ötede duran buğulu fenerdi.

“Uyandı!” Uzay`ın sanki uzaktan geliyormuşçasına kulağıma ulaşan boğuk sesiyle yaşadığım dünyaya geldiğimi anladım, başım çatlıyordu, gözlerimi açmak için çabalamam az da olsa sonuç verdiğinde etrafımda sadece Uzay`ın değil başka insanların da olduğunu görmemi sağladı.

Başımın ağrısı yavaşlarken gözlerimdeki boğuk katmanda onunla kayboluyordu, etrafımdaki insanlar şaşkın ve endişeli bakışlarını üzerimde gezdirirken rahatsız olduğumu belli edercesine mırıldandım. “Ne oldu bana?”

“Nöbet geçirdin ama biraz dinlen sonra konuşuruz tamam mı?”

“Tamam.” Kelimesini mırıltı eşliğinde söylediğimde anladıklarından bile şüpheliydim, gözlerimi kapatıp kendimi uykuya teslim ederken bedenim bana inat üstünde tonlarca ağırlık varmışçasına can çekişiyordu. Bunlar arasında düşündüğüm en son şey çocuğun bana söylediği sözdü; `Yeraltına hoş geldin Evrin abla. `

---

Ortamda yine tanıdık bir sessizlik hüküm sürerken etrafımdakilere meraklı bakışlarımı atıyordum, Uzay nöbet geçirdiğimi söylemişti ama hissettiklerim ve gördüklerim bambaşkaydı. Meraktan çatlamak üzereydim, önemli bir soruysa kendimi yeraltında bulurken asıl olan buradaki bedenim niye nöbet geçirmişti, odada Uzay dışında baş koruyucu ve tanımadığım başka biri daha vardı ama herkes tek kelime etmiyordu, bu rahatsız edici sessizlikten sıkılmaya başlamıştım. “Bana ne oldu anlatacak mısınız artık?”

Baş koruyucu ve tanımadığım kadın bana doğru bir bakış atıyorlarken birden Uzay`a döndüler, derin bir iç çektiğinde konuşmayı onun başlatacağını anladım. “Beraber kahvaltı ettikten sonra salona geçtik, her şey normaldi, sonra bir anda Evrin yere yığıldı, başta bayıldı sandım ama birden bedeni soğumaya başladı üstüne titriyordu da kesik kesik nefes alıyordu. Kriz geçiriyor sandım, üçlü koltuğa yatırdım, ne yaptıysam uyandıramadım sonra siz geldiniz işte.”

Anlattıklarına inanasım gelmiyordu, böyle şeyler olsa benim de bizzat hissetmem gerekmez miydi, benim son hatırladığım kulağıma gelen çınlamadan sonra bilincimi kaybettiğimdi, sonra gözümü yeraltı dünyasında açmıştım, bana bile tuhaf geliyordu açıkçası. “Evrin, sen ne hissettin? Nöbet geçirdiğini fark ettin mi ya da şöyle sormalıyım; fiziksel bir rahatsızlığın var mı?”

“Hayır efendim, fiziksel hiçbir rahatsızlığım yok bende en az sizin kadar şaşkınım. Son hatırladığım bilincimin kapanıp yere yığıldığımdı sonra bir anda gözlerimi bambaşka bir yerde açtım, karanlık ve soğuktu. Daha sonra bir anne ve çocuğu geldi o zaman anladım ki yeraltı boyutundayım. Yüzleri kireç kadar beyazdı, çocuk annesine koruyucuların onların yüzüne iğrenirmiş gibi baktığını söyledi, annesi ise şu cümleyi kurdu; bazıları bize iğrenerek bakıyorlar çünkü bizi yeraltında yaşayan fareler gibi sindirmeye çalışıyorlar. Korkudan yerime iyice sindiğimde çocuk beni fark etti, annesi yoluna devam ederken o önemde durup; yeraltına hoş geldin Evrin abla dedi.”

Odadaki herkes bana doğru şaşkınlık ve korku dolu karışık duygularla bakıyorlardı, tanımadığım ama önemli bir kişi olduğunu anladığım kadın gözlüğünü düzeltip beni odağına aldı. “Çok ilginç, peki daha önce başına geldi mi?”

“Bu arada, Evrin çekinmene gerek yok, Kendisi koruyucu tarihi yardımcı asistanı Yasemin Alaca, sana yardım etmek için burada.” Baş koruyucu sonunda kadını tanıttığında gergin halimden biraz olsun uzaklaşmıştım, hala yorgun hissediyordum, bunca olay bana çok fazlaydı.

“Daha önce başıma geldiğinde yatağımda uyuyordum, başta rüya sanmıştım ama oradaydım, bir şekilde babamla iletişim kurdum.” Dediğimde kadın merakla bitirmemi beklemişti, biraz da şaşkınlık vardı ama emin değildim yüzünden okumak zordu.

“İşte bu yüzden sizi çağırdım Yasemin Hanım, bu durumu sizin açıklayabileceğinizi düşündüm.” Kadın fazlasıyla işini ciddiye alıyor olmalıydı, gözlüğünün tekrar düzeltip kucağına koyduğu çantasını açtı içerisinden birkaç belge çıkarıp orta sehpaya koydu, içinden birkaç kâğıdı inceleyip bir tanesini eline yeniden aldı. “Evet Evrin, baş koruyucu Ömer Bey bana her şeyi anlattı, melezlerin meleziymişsin öyle mi?”

“Galiba.” Ben bile tam olarak emin değildim, bu konular bana o kadar yabancıydı ki. Daha birkaç gün öncesine kadar normal bir hayatım vardı şimdi ise bambaşka olayların içinde bulunuyordum.

“Ben gayet eminim, her neyse biliyorum ki sana bu durumlar gayet karışık ama bu senin içinde, sen güçlü bir takım ailenin kızısın. Bulduğum bazı bilgilere göre; buna benzer birkaç olay var ama hala yaşayan tek biri var Erdal Alp. Ben buradaki her şeyi okuyabilirim ama kendisiyle birebir görüşmen daha iyi olacaktır eminim.”

“Ben götürürüm.” Tüm bakışlar Uzay`a dönerken ben kararsızdım, neler ile karşılaşacağımı bilmediğim her ortamdan uzak durmayı tercih eden ben için bu zor bir karardı.

“Pekâlâ, her şey normalmiş gibi işlerinizi halledin akşama doğru mutlaka görüşün.” Baş koruyucu Ömer Bey ayağa kalktığında Yasemin hanımda ayaklandı, sehpaya bıraktığı ve önemsiz olduğunu düşündüğü fazladan belgeleri toplayıp çantasına geri koydu, güler yüzlüydü ciddi bakmaya çalışan gözleri bunu engelleyemiyordu. “İhtiyacın olacak belgeleri bıraktım, tanıştığıma çok sevindim Evrin.”

“Bende.” Dediğimde portal yaratmayı bitirmişti, Ömer Bey ile geçtiklerinde bir anda yok oldu. Uzay oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi, kolunu omzuma attığında daha çok sokulup kafamı omzuna yasladım.

“Daha iyi misin?” O da korkmuş olmalıydı, buradaki bedenime olanlara şahit olmuştu. Biraz daha sokuldum, kafamı kaldırdığımda onun da bana baktığını görmemle gülmeye başladım, asla dayanamazdı biri güldüğünde o da gülerdi. “Sence kötü mü görünüyorum?” Ben böyle dediğimde üst dudağı biraz yukarı kıvrıldı, yine aklından bir şeyler geçiyordu.

“Kalk künefe yemeye gidelim, ne zamandır yemiyoruz.” Uzay`a saçmalama diyen bakışlarımı atarken o gayet istekli görünüyordu, yine can evimden vurmuştu beni, künefeye hayır diyemeyeceğimi en iyi o bilirdi. “Kalk o zaman gidiyoruz.”

---

O sırada yeraltı boyutu;

Anne çocuğunun elini sıkıca tutuyordu, tedirginliği en üst Safalara erişirken kendini sakinleştirmek için yavaş adımlar atmaya çalışıyordu. “Anne, gerçekten lord Omay`a söyleyecek miyim?” Eylin hanım düşüncelerinden sıyrılıp oğluna baktı, küçük meşalelerin aydınlattığı karanlık koridorda diğer elini de avuçlarının içine alarak oğlunun önüne doğru eğildi.

“Bilmeye ihtiyacı var Göksun, biliyorsun ki yeraltı dünyasını o yönetiyor, anlıyorsun beni değil mi alev parçam.” Annesi Göksun`un yanağını okşayarak ayağa kalktı, kapıdaki koruyuculara ne diyeceğini düşünürken yürümeye devam ettiler.

Lorda hiçbir şekilde haber uçmaması için her yerde muhafız koruyucular vardı, işleri bir hayli güçtü, dahası oğlunun gördüğü kız gerçekten orada mıydı? Biliyordu ki Lord Omay`a yalan bir bilgi verdiği an canından olacaktı ama oğluna güveniyordu, güvenmek zorundaydı.

Lord Omay`ın olduğu kapıya yaklaştıklarında kadın durdu, kapıdaki muhafızlardan biri telepattı. Oğlunun önüne geçti ve eliyle sessiz ol işareti yaptı. “Hangi niyetle geldiğimizi bilmemeliler Göksün, gözlerini kapat benim alev parçam.” Çocuk gözlerini kapattığında kadın baş parmaklarını oğlunun şakağına koydu, niyeti düşüncelerinin önüne perde indirmekti, böylece telepat koruyucu hangi niyetle geldiklerini anlayamayacaktı.

Oğlunun şakaklarından parmaklarını çekti, aynı işlemi kendine de tekrarladığında yürümeye kaldıkları yerden devam ettiler. Kapının önündekiler soru soran bakışlarını anne ve oğlunun üzerine yönlendirirken anne ve oğul çoktan önlerine gelmişlerdi bile. “Neden buradasınız?”

“Oğlum Lord Omay`ın küçük oğlu Zamir ile oynasın diye getirdim.” Koruyucu çocuğun gözlerinin içine bakmaya başladı, kadının içi rahattı gerçeklerin üstünü örtmüş bambaşka bir anıyı gün yüzüne çıkarmıştı, koruyucu fark etmedi, biliyordu ki; yeraltı insanı koruyucudan bin kat daha güçlüydü.

Kaplar onlar için açıldı, anne, oğul beraber içeri girdiler. Etrafta koşuşturan bir çok insan vardı, yakın zamanda olacak olan partiye, daha doğrusu büyük toplantıya hazırlanıyorlardı. Kadın etrafta koşturan birini durdurdu. “Lord Omay`ı arıyorum.”

“Dümdüz ilerle, soldaki ilk kapı.” Kadın yanlarından ayrılırken annesi oğlunun elini daha sıkı kavrayarak ilerlemeye başladı, 100 yıl sonra ilk kez böyle bir olaya şahitlik ediyordu oğlu, asıl soruysa Göksun`un gezgini nasıl görüp konuştuğuydu. Aklındaki soruları bir kenara itip derin bir nefes aldı, kapıyı tıklattığında oğlunun yüzüne baktı.

“Gir!” Komutunu duyduklarında içeri girdiler, Lord Omay`ın tahtının önüne geldiklerinde yeraltı insanlarına özgü selamlarını verdiler. “Sizi buraya getiren sebep nedir?”

“Saygıdeğer Lordum, oğlum Göksun bir astral gezgini gördüğünü söyledi, üstelik onunla konuşmuş.” Lord Omay düşünmek için elini kirli sakalında gezdirdi, sıradanlarda bu özellik olmazdı, koruyucularda ise nadiren ortaya çıkardı, yeraltı insanındaysa sadece zaman gezgini vardı.

“Göksun, yaklaş.” Çocuk biraz tedirgin olmuştu, heybetli bir lider yanına çağırıyordu onu. İkiletmeden Omay`ın önüne kadar geldi, baş parmaklarını çocuğun şakaklarına koyarak o an ki anılarına erişti, lord Omay gördükleri karşısında şaşırsa da kibirli yüzü dışarıya en ufak bir belirti ansıtmıyordu. Sonunda anılar bittiğinde çocuk geri çekildiği gibi annesinin yanına döndü, daha 5-6 yaşlarındaki bu çocuğun bir savaşçı olacağını düşünüyordu Omay. “Gerçekten Göksün bir astral gezginiyle konuşmuş, sezgisel yeteneği takdire şayan. Temel eğitimleri bittiğinde Zamir ile özel eğitimlerine başlarız.”

“Bu benim ve oğlum için bir onurdur saygı değer Omay.” Kadın memnun olur bir şekilde selamını verdi, belki de kendi oğlu yeraltından kurtuluş biletleriydi.

“Büyük bir toplantıya hazırlanıyoruz, senin ve ailenin gelmesini istiyorum.” Eylin, lordun söylediklerini büyük bir ciddiyete dinlemişti, oğlunun herhangi bir fikri olmasa da kendisi yaşananların gayet farkındaydı. “Nasıl arzu ederseniz lordum.”

“Çekilebilirsiniz.” Kedin oğlunun elini tuttuktan sonra tekrar gece halkına özel selamlarını vererek ayrıldılar, bu büyük bir şanstı. Bu toplantıya sadece yeraltı dünyasının önde gelenleri katılacaktı, önemli şeylerin olacağı baştan belliydi.

---

Dün Gece; Uzay.

“Hesta maypu kaedov.”

Karşımda portalın oluşmasıyla gideceğim yeri düşünerek içeri girdim, suyun beni sarmalayışını seviyordum beni içine çeken o berraklığı sonunda gideceğim yere ulaştırdığında gözlerimi açtım, bu sefer saklandığı yer berbattı, hayvan bağlasan durmaz kaçar giderdi.

Kapıdaki korumalara ufak bir baş selamı verip kapının açılmasını izledim, kendimden emin adımlarla yürürken yanımdan geçen adamlar selam vermeden ilerlemiyorlardı. “Nerede?”

“İçerideler efendim, eşlik edeyim isterseniz.” Benim az ilerimde yürüyen 2 adamla beraber bir kapıya kadar yürüdük, adamlardan biri eliyle kapıyı işaret ettiğinde durmaları için onlardan önce davrandım, yalnız konuşacaktım.

Kapıyı çalmadan içeri girdiğimde odadaki tüm gözler benim üzerimdeydi, aldırmadan içerideki korumalara `çık` işareti yaptığımda ikiletmeden odayı terk ettiler, kapı tamamen kapandığında boş koltuklardan birine geçtim. “Gelmene sevindim Uzay, uzun zaman oldu.”

“Uzatmadan konuya gireceğim, baba!” `baba` kelimesini bastıra bastıra söylemem hoşuna gitmiş gibiydi, benim ise pek memnun olduğum söylenemezdi. “Karargâh için büyük bir tehlike haline geldin, herkes sana cephe almış durumda. Koruyucular er ya da geç yerini bulacaklar, daha ne kadar kaçacaksın.”

Herkes babasını severdi, hele ki erkek çocukları… Küçükken herkes gibi bende babamı bir kahraman olarak görürdüm ama babam kahramandan çok bir hain, bir düşman. Koltuğunda daha çok gerildi, anlattıklarım onu endişelendirmemiş daha çok sevindirmiş gibiydi.

“Korkma oğlum, yanımda sen gibi güçlü askerlerim oldukça bize hiçbir şey olmayacak.” Tam bir şey söyleyecek iken kapı çaldı, babamın `girin! ` komutunu duyan kişi içeri girdi. “Efendin, yeraltından bir elçi geldi.”

“İçeri girsin.” Kapıdan kireç gibi suratıyla yeraltı sakini olduğu bariz anlaşılan elçi yanında korumalarımızdan biriyle içeri girdi, koruma elçiyi dizlerinin üzerine çöktürdü.

Babam oturduğu koltuktan kalkıp elçinin önüne geldi, küçümseyici bakışlarını atarken elçi konuşmaya başladı. “Melezlerin baş kumandanı Erdi Aksu, Yeraltı lordu Omay tarafından gönderildim, sizi yeryüzü zamanına göre bir hafta sonra gün batımında yeraltı boyutundaki özel kutlamaya bekliyor.”

Elçi konuşmasını bitirdiğinde babam soruyu cevapsız bırakarak koltuğuna geri oturdu, büyük bir toplantı olacağa benziyordu orada bulunmam şarttı. “Büyük kumandan Omay`a geleceğimi iletin.”

Koruma elçiyi çöktüğü yerken kaldırıp çıkışa kadar eşlik etti, kapı tamamen kapandığında bile kendimi davet ettirmenin yolarını arıyordum. “Kız nasıl, zorluk çıkarıyor mu sana?” Dediğinde düşüncelerimden sıyrılıp babama odaklandım, kız dediği Evrindi. Ailesinin yaptıklarının bedelini ne yazık ki o ödüyordu. “Zorluk değil de daha çok bizi şaşırtıyor.”

Meraklı bakışlarının hedefi beni bulduğunda bir şekilde onu şaşırtarak Evrine karşı olan baskısını avantaja çevirme fırsatı vererek korumayı amaçlıyordum, babamın gazabından koruyabileceğim tek yol buydu. “Ne gibi?”

“Eğitimlerine başladık ancak enerji grubunun Bronz olduğunu öğrendik, baş koruyucuya danıştığımızda yeni bir enerji grubunun açıldığını, Evrin`in melezlerin melezi olduğunu söyledi.” Dediğimde sinsi bir gülüş sergiledikten sonra iştahlı kahkahası tüm odayı doldurdu, söylediklerim hoşuna gitmiş gibiydi.

“Sonunda yaptıkları şey bir işe yaramış, o kızdan bir şey olmaz diye düşünmüştüm ama demek ki yanılmışım. Bu bizim için büyük bir fırsat oğlum, Evrin bir şekilde bizim tarafımızda olmalı, o an bizi çok büyük bir zafer bekliyor olacak.”

Babamın yüzünde güller açarken bende dışarıya memnun olur bir görüntü sergilemeye çalışıyordum. Evrin, Sadi amcanın onun babası olduğunu biliyordu, bambaşka bir plan hazırlamam gerekiyordu. “Evrin`i tarafımıza çekmeye ikna edeceğim, sana söz veriyorum baba.”

“Bundan hiç şüphem yok Uzay, seni ben yetiştirdim, karargâhtaki en büyük silahım sensin, İntikamımızı bir alalım sonra tüm dünyaya hükmedeceğiz. Sadece gelen elçiler, emrimizdeki koruyucular değil tüm dünya ayaklarımıza serilecek oğlum, çok yakında.”

5. ENERJİ İKİZİ

ENERJİ İKİZİ

"Peki şimdi nereye gidiyoruz?" Uzay'a soru soran bakışlarımı yolladım, künefe çok iyi gelmişti şerbetli tatlıların damakta bıraktığı bayma hissini seviyordum, sorumu yanıtsız bırakarak usul usul yürüyordu.

"Yasemin hanımın dediği Erdal beye gideceğiz." Kafamı olumlu anlamda salladım az ilerden sola saptık, sanki artık her şey daha açık gibiydi. Yıllarca içimde bir boşlukla yaşamış eksik yapboz parçalarıydım, bir yanım hep eksik.

Hep bir babam olsun istemiştim mesela, yoldan geçerken babalarının ellerinden tutan kızlara özenir ağlardım çoğu zaman. Peki ya şimdi? Annemin bambaşka biri, babamınsa var olduğunu öğrenmek, bana dünyaları bahşetseler bu kadar mutlu olacağımı sanmıyordum.

Tekrar sola saptık, hava yavaş yavaş kızıla bürünürken yeryüzü geceye hazırlanıyordu Issız boş bir sokağa geldiğimizde Uzay durdu, bende ona uyduğumda ceketinin cebinden değneğini çıkardı. "Hesta maypu kaedov."

Değnekten çıkan mavi ışıklar üstümüzde toplanıp spiral şeklinde dönerek kaplamaya başladı, her seferinde gözlerimi kapatma dürtüsüne engel olamıyordum fakat bu sefer yok saymayacaktım. Her şey o kadar yabancı ve bir o kadar da güzeldi ki, sanki etrafımızda dolanan her ışık zerresi bedenlerimizi okşuyordu.

Sonunda o his kaybolduğunda gözlerimi açtım, nezih bir mahalledeydik,2 ya da 3 katlı evler çoğunlukta olsa da müstakil evlerde bulunuyordu, Uzay karşımızdaki eve gözünü diktiğinde oraya gideceğimizi anlamıştım. "Burası mı?"

Uzay sorumu yanıtsız bıraktı, elim hala onda olduğu için bir nevi sürükleniyordum, sonunda kapının önüne ulaştığımızda zile basmak yerine bana döndü. "Evrin, emin misin?"

Emin miydim, bilmiyordum açıkçası fakat merakım her şeyin önünde seyrediyordu, bu merak denen illet kendisine öyle çekiyordu ki beni, kaçmak imkansızdı. "Zili çalar mısın artık!"

Bana bakmaktan vazgeçmiş görünüyordu, son kez isteyip istemediğimi ölçmüş olsa da emindim, madem sorulara bir cevap istiyorduk, o zaman onu alana kadar durmayacaktık. Sonunda kapı yavaşça aralandı, en fazla 40'lı yaşların sonunda olan kadın bize meraklı gözlerini dikmişti.

"Biz Erdal Bey'i arıyoruz, evi burası mı?" Uzay'ın yönelttiği sorudan sonra kadın endişe içinde gerildi araladığı kapıyı biraz daha kıstı.

"Evet burası onun evi ama bu saatte bir misafir beklemiyorduk açıkçası." Kadın fazla çekingendi, söylediği cümleyle en az kendi kadar beni de germişti, kapıya kendini öyle yaklaştırmıştı ki az sonra suratımıza kapatacağı belliydi. "Karısı olmalısınız, onunla konuşmamız mümkün mü?"

Kadının tepkileri ben konuştuktan sonra bile değişmemişti, ondan farklı enerjiler alıyordum. İstemsiz endişe, biraz korku, bize kapıyı sonunda açtığında içeri geçmemiz için evin içini gösterdi, ben teşekkür manasında kafamı yere eğerken Uzay sanki kadını önemsemiyormuş gibiydi, sanki orada yokmuş gibi.

Karısı bize yolu gösterirken Uzay ile arkadan seyir diyorduk, ev sanki fazla kasvetliydi ama buna rağmen bakımlı görünüyordu, yalnız yaşıyor olmalıydılar. Odası olduğunu anladığım kapının önünde durduğumuzda kadın geri çekildi. "Siz içeri geçin, bende çay getireyim."

Kadın yanımızdan uzaklaştığında Uzayla birbirimize baktık, eli kapının kulpuna gidiyordu ama sonra çekiyordu, bu birkaç kez tekrar etti. "Kadında bir şey fark ettin mi?" Diye sorduğumda tepki vermedi, bana uzun uzun bakarken tartmaya çalışıyor gibiydi.

"Evet, bir insan ile evli." Dediğinde durdum, koruyucular sadece koruyucularla evlendiğini sanıyordum demek ki yanıldığım daha çok konu varmış.

Uzay'ın cevabını yanıtsız bırakarak kulpa bu sefer ben davrandım. Girişin aksine oda daha sıcaktı, tam karşımızda şömine tatlı ateşiyle odayı ısıtıyordu, içeri girip kapıyı kapattım. Uzay sesini çıkarmadan arkamdan geliyordu, şöminenin biraz ilerisinde camın önünde bir adam oturuyordu. "Erdal Bey!"

Camın önünde bizi duymuş olmalı ki tekerlekli sandalyesiyle bize doğru döndü, o kadar da yaşlı durmuyordu dahası karısından bile genç görünüyordu. "Koruyucular evime hangi sebeple gelmiş olabilir?"

Erdal Bey'in kurduğu cümle beni biraz olsun germeye yetmişti, Uzay ise yanımda kuracağı cümlelerini kafasında toparlamaya çalışıyordu. "Bizi koruyucu tarihi baş asistanı Yasemin Hanım yönlendirdi, bize yardım edebilirsiniz efendim."

Adam biraz düşünebilmek için zaman tanıdı kendine, bizim kadar o da merak etmiş olmalıydı. "Geçin oturun bakalım, neymiş derdiniz." Erdal Bey ve karısının pek misafirperver olduklarını söyleyemezdim, yıllardır yabancı birilerinin evlerine hiç uğramadığına kalıbımı basabilirdim.

Karısı elinde çayların olduğu tepsiyi içeri getirdiğinde Uzay ve bana tepsiyi uzattı, ikimizde payımıza düşen bardağı aldığımızda kocasına da ikram etti, tepsiyle beraber tekli koltuklardan birine oturdu. "Efendim öncelikle kırmayıp bizi evinize buyur ettiğiniz için minnettarım."

"Uzatma da konuya gir!" Diyerek çıkıştığında sertçe yutkunma gereği duymuştum, karşıdan bakıldığında gerçekten huysuz biriydi, anlaşması zordu.

"Buradaki bedenimin kriz geçirdiğine şahit olan var ama ben kendimi bambaşka yerlerde buluyorum efendim, ilk babamın kaçırıldığını gördüm ve sonra yeraltı dünyasına gittim, baş koruyucuya danıştığımızda size gelmemizi söyledi, aradığım cevaplar sizde olabilir efendim."

Erdal bey söylediği kelimeleri büyük bir dikkatle takip etmişti, bitirdiğimde elindeki çaydan bir yudum alıp bardağını yanındaki küçük sehpaya koydu. "Anladım kızım, sende benim gibi astral gezginisin."

"Astral gezgini?" Dediğimde Erdal Bey ufak bir tebessüm etti. "Koruyuculara özel bir yetenek ama insanlar da çok çabaladıklarında astral seyahati başarabilirler." Anladığımı gösterircesine kafamı sallayarak eğdim, Uzay bana destek verircesine elini dizlerimin üstünde birleştirdiğim ellerimin üzerine koydu.

"Bedenin kriz geçirmesi normal bir şey mi, Erdal Bey?" Bakışları sabitleşmişti, eski yaşadıklarını düşünüyor olmalıydı, belli ki çok çekmişti, bense artık bazı şeylere cevap istiyordum.

"Adlarınız ne pardon?" Soru soran bakışlarını üzerimize doğrulttuğunda bir şey demek istemiyordum, Uzay zaten benim yerime konuşmayı devralmış görünüyordu. "Ben Uzay, yanımdaki arkadaşım da Evrin."

"Maalesef çocuklar bunu durduramazsınız, Evrin kızım çok dikkat etmelisin. Her an nerede, ne zaman gerçekleşeceğini sen belirleyemiyorsun, bu koruyucuya bahşedilmiş bir ödül hem de bir cezadır." İşte şimdi korkmaya başlamıştım, her an her yerde olabilirdi, nelerin içine düşmüştüm ben böyle?

"Peki bu yaşlarda bir anda ortaya çıkması normal mi?" Erdal Bey sıkılmış gibiydi, bu kadar sual onu da yormuş olmalıydı. Elimdeki çaydan bir yudum aldım, ne zamandır çay demlememiştim. Nermin annemin yani ölen insan annemin çayı çok güzel olurdu, akşamları bir demlik çayı beraber bitirirdik, anılar arasında gezinirken gerçek dünyadan tamimiyle kopmuştum, konuşmalara tekrar dikkatimi verdim.

"Ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz çocuklar, benim ilk kez başıma geldiğinde yeni mezun oluyordum." Erdal Bey derin bir nefes çekti içine, söylediği şeyleri hatırlamak onu da eski anılarına geri götürmüştü.

"Nasıl bu hale geldiniz?" Dediğimde yüzü düştü, yarasına tuz basıyormuş gibi hissediyordum ama merakta etmiştim, belki de bu yüzden olabilirdi, ya benim de başıma gelirse? İşte en çok bundan korkuyordum. "İstemiyorsanız anlatmayabilirsiniz."

"Yok sorun değil çocuklar, anlatırım. Uzun zamandan sonra ilk kez bir misafir gelmiş." Aslında çok iyi bir adamdı, baştaki sert çıkışlarından eser kalmamıştı. Çayımdan son bir yudum daha aldığımda ortada duran küçük sehpaya bıraktım.

"Mümkün olduğunca yalnız kalmamaya çalış, ben bu yüzden bu haldeyim kızım. Tek başıma olduğum bir anda bu hale geldim, yanımda kimse de olmadığı için de sebebini kimse bilmiyor." Şaşkınlığım korkuma karışmış geriye sadece kocaman bir hissizlik kalmıştı, her an buna benzer bir şey başıma gelebilirdi.

Uzay da elindeki bardağını sehpaya bırakmış ellerini birbirine bağlamıştı. "Hanım karşıdaki defteri verir misin?"

Karısı yerinden kalkıp karşıdaki küçük dolaptan defteri aldı, kocasına uzattığında yıllardır durduğu belli olduğundan açmadan önce üstüne binen tozdan kurtuldu ve masasının yanında duran kalemi alıp son sayfasına birkaç kelime yazarak bize doğru uzattı. "Bu benim günlüğüm kızım, içinde bu durumlarla nasıl başa çıktığımı neler gördüğümü yazdığım bir defter bu, ansiklopedilerde sadece kısa tanımlar var ama bunlar bir ömür yaşanmışlıklarımdır, al bunu."

Bana günlüğünü uzattığında yerimden kalkıp utana sıkıla aldım, insanın bir ömür özelidir günlük, herkes okuyamazdı, şimdiyse bana veriyordu, hayatında ilk kez karşılaştığı birine. "Teşekkür ederim Erdal Bey."

"Ne demek, bunca seneden sonra benimle aynı miras yeteneğe sahip biriyle karşılaşıyorum. Beni anlamadılar, deliymişim gibi baktılar, sen yaşama olur mu?"

---

Portal kapandığında tekrar karargâhtaydık, Erdal Bey'i çok sevmiştim soğuk sergilediği kişiliğinin ardında yumuşak naif bir insan yatıyordu, dahası kendi için çok önemli olan günlüğünü bana hiç çekinmeden vermişti, bu fedakarlığını hiç unutmayacaktım.

Ana kumanda odasına vardığımızda büyük bir koşuşturmacanın olduğunu görüyordum, herkes buraya toplanıyor gibiydi. "Uzay, neler oluyor?"

"Toplantı olacağa benziyor." Uzay'ın dediği doğruydu, herkes hızlıca toplanmaya uğraşıyordu, birbiriyle konuşuyor ama bir cevap alamıyorlardı. Az sonra da baş koruyucu yüksek olan koridorun önüne çıktığında etraftaki tüm uğultular kesildi, herkes söyleyeceklerini merakla bekliyordu.

"Batı karargahının aziz koruyucuları, 3 ayda bir düzenlenen yeryüzü oyunları 2 hafta sonra başlıyor. Bazı takımlar görevler nedeniyle ağır kayıplar verdi bu yüzden oyunun kurallarının bazıları değişti, bildiri panosunda değişenleri göreceksiniz. Önceki oyunun galip takımını yanıma alacağım."

Takımda olanlar teker teker baş koruyucunun yanına çıktı arkasına doğru dizildiklerinde bir kişi özellikle daha çok çarpıyordu, Aslı! "Ağzını kapat Evrin, dünyanın sonu gelmedi." Tabi ki geldi, o sünepe şıllığın takımı geçen oyunları kazanmış mıydı yani? Duysam inanmayacağım bir duruma bizzat görerek şahitlik ediyordum.

"Bu kendini beğenmiş çırpının bir halta yaramayacağını düşünmüştüm." Uzay söylediğime kısa bir kahkaha attı, Aslı'nın gözü bizden taraftaydı, ona doğru baktığımda bolca ego yüklü küçümseyen bakışlarını doğrudan üzerimde hissediyordum bizzat sindirmeye çalışıyordu.

"Beden kavgasında sen hayli hayli alırsın ama konu güç savaşı olduğunda koruyucuların en iyilerinden diyebilirim, hırsı onu bu zamana getirdi, yıllarca çalıştı." Hah! Bende sözde melezlerin meleziymişim değil mi? Aslı denen kızı bir hayli güç savaşında da yenebilirdim, eğitimsiz oluşum bu gibi şeylerin sürekli önüne geçiyordu, şimdilik ona karşı şansım olmadığından alttan almayı seçecektim.

"Bu sefer ki oyunlar çok çetin geçeceğe benziyor, yeryüzü oyunları öncesi tüm düello şartları açıktır, herkese tekrar başarılar." Baş koruyucu konuşmasını bitirdiğinde herkes yavaş yavaş dağılıp kendi işlerine dönüyordu, bu oyunları izleyip belki sonraları yapılacak olanlardan birine katılabilirdim. Nasıl olacağını merak ediyordum, şöyle afili bir Osmanlı tokadı çarpmadan asıl savaşacaktım ben. "Hey! Sana diyorum."

Biri bana sesleniyor gibiydi, arkamı döndüm fakat dönmez olaydım, Aslı üstündeki tüm o egosuyla karşımdaydı. "Ne var civciv ne istiyorsun?"

"Ne oldu? Beni kazanan takımımla görünce yüzün düştü, ben hiç kaybetmem güzelim." Derin bir nefes çektim içimde, bu kızı her gördüğümde sinirlerim iki misli geriliyordu, şimdi de kazanan takımını gözüme soktu ya ondan iyisi yoktur. "Aman iyi, benden uzak ol da ne yapıyorsan yap."

Umursamaz tavırlarım Aslı'nın hoşuna gitmemiş olacak ki yanından geçip gitmek isterken kolumu tutmaya kalktı, bu kız çok yanlış yollara giriyordu. "Benden öyle kolay kurtulamazsın dağ keçisi."

"Sen dağ keçisini de biliyorsun demek, indir o elini." Bir tokat da olsa atmamak için kendimi zor tutuyordum, Uzay bu işin son bulması için aramızda set olmaya çalıştı. "Aslı, Evrin yeter! Herkesin içinde saçmalıyorsunuz."

Uzay o anda bana dönüp göz kırptı, farklı bir şey yaparak beni cadıdan kurtaracağından emindim, bende ona uymaya karar verdim, bir bildiği olmasını umuyordum. "Evrin sen odan geç, Aslı gel bir şeyler içelim, bol köpüklü lattenin seni sakinleştireceğinden eminim."

Kurduğu her bir kelimede daha çok şaşırıyordum, yaptığı plan bu muydu yani, cadı bozmasıyla mı gidecekti? Onları ana kumanda odasından çıkana kadar izledim, bilmediğim bir sokakta annesiz kalmış çocuk gibiydim.

Karargâh yerleşkesinde bir odam olduğundan bile şüpheliyken etrafı inceleyerek yürümeye başladım, buranın bir kafeteryası, yemekhanesi, mutfağı gibi yeri olmasını umut ediyordum. Bir sürü ekran ve bilgisayarın arasında sıkılıp kendimi bir koridora attım.

Diğer koridorlardan daha açık ve genişti, bir sürü küçük çerçevedeki resimler duvarları dolduruyordu. Tek başıma gezmekten hep zevk alıyordum, yalnızlık yanlısı olan ben için müthiş bir aktiviteydi. Biraz daha yürüdüm, sağda ve solda sürüyle kapılar koridora ev sahipliği yapıyordu, biraz daha yakınlaştığımda üstünde yazan isimlere göz gezdirdim. "Kapı gözetlemek kötüdür, biliyorsun değil mi?"

Resmen ödüm patlamıştı, ani refleks olarak yerimde zıpladığımda yanıma iyice sokulmuş birini fark etmem uzun sürmedi, niyetim kapı gözetlemek değil etrafı keşfetmekti. Yavaşça yana döndüm, ellerini birbirine bağlamış sarışın bir çocukla karşılaşmayı beklemeden. Boyu gayet uzundu hatta Uzaydan bile daha uzun ve yapılı olduğunu söylemeliydim. "Aslında yemekhane, mutfak o tarz bir yer aramaya çalışıyordum."

"O zaman çok yanlış yerlerde geziyorsun, kafeterya diğer tarafta." Adını bilmediğim sarışın çocuk parmağını ok yaparak diğer tarafı gösterdi, istemsizce ona karşı gözlerimi devirdim, bilmeden gezmeye kalkışmak fazlaca sorun yaratmıştı.

"Buraya biraz yabancıyım." Dediğimde bana inanmayan bakışlarını atmıştı, yapılı ve sert görünüşü karşıdan bakıldığında insanda kaçma isteği uyandırıyordu. "Yabancı olamazsın, karargâh bir koruyucunun evidir."

"Ben burada büyümedim." Dediğimde çocuğun bir şey söylemesine izin vermeden yürümeye başladım, benim tek bir evim vardı ve ben ondan uzaktaydım. Benim yaşamak istediğim hayat bu değildi, mezun olduğum mesleği yapmak istiyordum. "Dur! Nereye gidiyorsun?"

Çocuk kolumdan tutarak beni durdurmuştu, bu ara kimle konuşmaya çalışsam kollarıma yapışıyordu, bu durumdan sıkılmaya başlamıştım, yüzüne dönüp kolumu bir hışımla kurtardım. "Mümkünse kendi evime gideceğim."

Beni sakinleştirmeye çalışıyordu, bu boşuna bir çabaydı, ben kolay kolay sakinleşemezdim, ellerini teslim olur gibi yaptı. "Tamam, önce kafeteryaya gidelim o zaman, hem bana nereden geldiğini anlatırsın."

"Tanımadığım birine neden özelimi anlatayım ki?" Şartları iyice zorluyordum, benimle konuşmak için çabalayan kendisiydi, hem Uzay'a verdiğim bir söz vardı, herkese her şeyi anlatamazdım. Neden ki? Ben hürdüm, gayrette anlatabilirdim. Yine kendi kendime muhakeme yaparken karşımdaki çocuk bana bakmaya devam ediyordu. "Tamam haklısın, o zaman sadece sohbet ederiz olmaz mı?"

"İyi, tamam madem." Gardımı bu kadar çabuk indirdiğim için kendime kızsam da ondan farklı enerjiler alıyordum, öncelikle bir kıza nasıl davranması gerektiğini biliyordu. Kendisi benim önden gitmem için rica etse de onun önden gitmesini bekledim, daha karargâhı bilmediğimden tam olarak nereye gideceğimi de bilmiyordum.

Gerçekten yakışıklıydı, normalde bir erkeği başımdan atmak için bin bir takla atan ben şimdi zırhlarımı kaldırıyordum. Kafeterya denen yere gidene kadar sessiz geçen dakikalar sonunda boş bir masa bulup oturmuştum, daha adını dahi bilmediğim çocuk iki bardakla geri döndüğünde soru soran bakışlarıyla merak uyandıran gözlerini bana doğru tutuyordu. "Ee! Bu karargâha yabancı olan ilk koruyucu olarak tarihe geçecek kişinin ismini de bilmek isterim."

"Evrin, ismim." Utana sıkıla söylediğim cümleye ben bile şaşırmıştım, ah! Saçları hafif dalgalıydı, ne hoş. Kendi kendime saçmaladığımdan adım gibi emindim, her an kendi suratıma vurma isteğim körüklenirken son anda durdurdum, kendimde değildim çünkü.

"Bende Toprak, memnun oldum." Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra başını yere eğdi, kalıplı cüssesinin arkasında saklanan kibar kişiliğini görebiliyordum ama ondan daha farklı enerjiler alıyordum, sanki aramızda görünmez bir ip varmışta beni ona her dakika çekiyormuş gibi. "Kimsin peki, hangi takım ailenin kızısın?"

"Aslında bu takım olaylarına yabancı sayılırım, aileme gelirsek Alya ve Sadi Gök çiftinin kızıymışım." Önce biraz şaşırsa da bir şey demedi, ailemin başına gelenleri de duymayan kalmamıştı, tabi ki duyulması muhtemeldi koruyucular burada bir arada görünüyorlardı. "Vay canına! Demek ailelerimiz aynı takımdaymış, büyük onur duydum."

"Aman ne onur." Gözlerimi umarsızca devirdim, Toprak haliyle anlamayan bakışlarını atarken kendimi toplama kararı aldım. "Neyse boş ver."

"Ne zamandır buradasın, alışabildin mi?" Toprak ardı ardına soru yağmuruna tutuyordu, kahve bardağını avuçlarımın arasına alıp kendimi ona biraz yaklaştırdım.

"Sorularınla beni yıldırmak istiyorsan hiç doğru bir zamana denk gelmedin." Dediğimde gülerek kendini geriye yasladı, biraz böyle durduktan sonra bana doğru gelerek aramızda az bir mesafe bıraktı.

"Sizi yıldırmak ne haddime, sadece merakımdan ayrıca canını sıkan şeyin ne olduğunu öğrenmek isterim." Aramızdaki mesafenin az olmasından mıdır bilinmez, benim gibi bir kızı bile etkileyecek her türlü özelliği barındıran nadir erkeklerdendi. İstemsizce yutkundum, tuhaf bakışlarıma geri çekilerek ve aptal budalası gibi sırıtarak karşılık vermişti ve o anda çekicilik olayı bitmişti. "Yanlışım varsa düzeltirsin ama birkaç dakika önce tanıştığım birine her şeyi anlatmama gibi bir özelliğim var."

"Seninle açık konuşacağım Evrin." Toprak denen çocuğun böyle konudan konuya atlaması canımı sıkmaya başlamıştı, ondan tek istediğim kafeteryanın yerini göstermesiydi. Ellerini kenetleyip masanın üzerine koydu, az önceki cıvık hali gitmiş yerine ciddilik abidesi biri gelmişti, istemsizce yutkundum. "Senden çok farklı enerjiler alıyorum, yanlış anlama hoşlanma anlamında değil."

"Nasıl yani?" Anlamadığımı belli edercesine Toprak denen çocuğa bakıyordum, dediği cümleyi kafamda mantıklı bir yere oturtmaya çalışıyordum, senden farklı enerjiler alıyorum derken neyi kastediyordu?

"Bu dünyada koruyucuysan ve enerji ikizin olmadığı için sahipsiz kalmışsan bir saygınlık kazanamaz ve bir değer görmezsin ve ben yıllarca ikizimi aradım. Kendimi ne kadar geliştirmiş olsam da benimle ortak bağa sahip eşimi bulamadım bir yanım hep eksik kaldı, bende kendimi eğitmenliğe adadım, herkes bana gelecek vaat eden biri olarak gördü ama ben." Devamını getiremedi önce, kenetlediği ellerini kurtarıp ovuşturmaya başladı. Bu duruma üzüldüğü gayet net anlaşılıyordu ama benimle bu durumun alakası neydi anlayamamıştım belki de sadece anlatacak birini istemişti kim bilir.

"Umudumu yitirmiştim, kalan hayatımı sadece işime adayıp yeni nesil koruyucular yetiştirecektim ama sonra koridorda bir yol, iz bilemeyen o koruyucu benim umudum oldu. Evrin konuyu fazla uzatmayacağım, enerji ikizini tanıman için çok bir şey gerekmiyor. İçindeki enerji özün dışarı çıkmak için çırpınmadı mı? Ya da anlayacağın gibi söyleyeyim; benim gibi bir yabancıyla konuşurken gardını çok çabuk indirmedin mi, farklı bir aura almadın mı?" Toprağın dediği şeyler karşısında sadece boş gözlerle onu süzüyordum, karşısında gardımı indirmem çok da normal bir hareketim değildi bunu kabul ediyordum ama ne demek istediğini de tam olarak anlayamamıştım.

"Bak Toprak bende seninle açık konuşacağım." Dediğimde yüzünde gülücükler açmıştı, aradığı şey konusunda çok az şey biliyordum ama dediği şeylerin hala benimle ne ilgisi olduğunu anlayamamıştım. "Aradığın şey her neyse bende olma ihtimali ne kadar bilmiyorum çünkü tam olarak ne demek istediğini de anlamış değilim. Bu olaylar benim için zaten çok yeni hatta bunları neden seninle konuşuyorum inan hiçbir fikrim yok, kafeteryaya gelmek istedim getirdin, nezaketen kırmayıp iki muhabbet ettik ona da eyvallah ama benim niyetim burada olmak değil, evime dönüp hayatıma devam etmek istiyorum, lütfen sana tekrar söylüyorum aradığın şey her neyse bende yok."

"Ama be..."

"Evrin sana yok dediyse yoktur." Konuşmaya üçüncü bir kişi daha dahil olduğunda ikimizde şaşkındık, omzunda bir elin değmesiyle merakım iki katına çıkmıştı. Yüzümü biraz yukarı çevirdiğimde tanıdık yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu, her an karşımdaki çocuğu parçalara ayıracakmış gibi bakıyordu.

"Uzay! Sen ne ara..." Daha lafımı bitirmeme bile müsaade etmedi, sandalyeden öylece kaldırıp koridorlardan birine geçene kadar sürükledi. "Kolumu acıtıyorsun, Uzay, duymuyor musun beni?"

Bir koridordan diğerine adeta uçarak ilerliyorduk, Uzay ise yüzünden becerebilseydi ateş çıkarabilecek kadar sinirliydi, asıl ona benim sinirli olmam gerekmez miydi? Aslı denen o şıllıkla gitmiş beni öylece bırakmıştı. "Uzay, yeter!" Kolumu ani bir hareketle kurtardım, başta yaptığım harekete şaşırsa da sinirli ifadesine geri dönmesi saniyeler sürmüştü.

"Ben sana odana gitmeni söylemiştim." Bileğimi tekrar kavrayarak aynı hızla çıkışa doğru sürüklemeye başladı, tekrar geri bir manevra ile bileğimi kurtarmayı başardım. "Annesinin sözünü dinleyecek küçük kız gibi mi duruyorum ben burada, benim karargâhta bir odam olduğundan bile şüpheliyim ayrıca ben yol iz bilmezken şıllıkla giden sensin." Bu sefer ondan önce davrandım adımlarımı o kadar hızlandırdım ki ana binanın önüne çıkmıştım bile.

"Konutlar diğer tarafta yalnız." Uzay'ın aniden karşımda bitmesi sinirlerimi tepeme çıkarmaya yetmişti, sinirden sağ ayağımı yere vurup konutların oldu tarafa doğru resmen koşuyordum. "Sakın o lanet gücünü kullanıp yeniden karşımda bitmeye kalkma yoksa yumruklarım burnunun üzerinde olur."

Artık sinirden ne yapacağımı şaşırmıştım, bahçede öyle bağırarak konutların önüne kadar geldim ben yönümü kaybetmişken Uzay bana koşarak yetişmeyi başarmıştı, zorla çocuğun yanından beni kaldırmış herkesin içinde deli gibi sürüklemişti, başka biri olsa çoktan ağzıyla bir tarafları yer değiştirmişti. "Tamam Evrin sen kazandın, bir kere patlatmıştın zaten burnumu, 1 hafta kendime gelememiştim."

Bir anda yüzümde tebessüm belirdi, ilk okulda sırf benimle alay ediyor diye burnuna vurmuştum aslında bu sayede arkadaş olmuştuk benim için en değerli anlardan biriydi. Ona kızamıyordum elimde değildi, her zaman ne yapıp ediyor ve gönlümü almayı başarıyordu. Yanımda duran nefes nefese kalmış olan Uzay'ı seyrediyordum, surat asması bile bir yerden sonra sinirlerimi yatıştırma yetmişti.

Üzgün bir Uzay ve ona kıyamayan bir ben konutların önünde öylece birbirimize bakıyorduk, sımsıkı sarıldım. Beni bırakmasını istemiyordum ölümü dahi kandırıp yanımda kalmasını istiyordum, daha sıkı sarıldım, gerçekten bu konuda çok mu bencildim ben. "Beni bırakma Uzay."

"Aklımdan bile geçiremem." İşte benim tanıdığım Uzay buydu, elinden gelse dünyadaki herkesi karşısına alır, ezer geçerdi, benim için bile sayısız fedakârlık yapmıştı ben ise fazla umursamazdım, herkese karşı.

Sardığım kollarımı gevşettim, küçük bir rüzgâr vücudumun irkilmesine sebep olduğundan yüzümdeki panik havası onu güldürmeye yetmişti. "A Blok 2. Kat 182. Oda benim, sen oraya geç bende geliyorum birazdan."

---

UZAY

Evrin'in yanından ayrılır ayrılmaz telefona sarıldım, mesaj bölümüne girerek mesajın gideceği kişinin numarasını buldum. '5 dakika içinde arka ağaçlıkta ol'

Adımlarımı hızlandırdım, bu gün içimde yeterince sinir birikmişti zaten, üstüne bir de o şerefsiz benim olana el koymaya çalışmıştı, bedelini ödemeliydi. Ana binanın yakınındaki çınara doğru ilerlerken bu meseleyi eski usulün çözeceğini düşünüyordum.

Sinirim beni tamamen ele geçirdiğinde beynim sadece tek bir konuya odaklıydı, düşüncelerim aynı konu üzerinde çığ gibi fikirlerini üzerime yığarken arka tarafa iyice yaklaşmıştım, Toprak çınara yaslanmış kollarını kavuşturmuş beni bekliyordu.

İyice ona yaklaştığımda tüm gücümü sağ koluma vererek elimi yumruk yaptım ve o anda suratına yumruğumu geçirdim, ilk yaptığım hareketle sendeledi düşecek gibi olduğunda son anda kendini topalardı. "Bu benim olan içindi eski dostum."

Toprak da ardımda kalmayarak bir yumruk savurdu, burnumun hemen yanına doğru ulaşan yumruğun etkisiyle sol ayağımı geriye attım. "Anlamıyorsun eski dostum, o asla senin olmadı sadece senin korumana verilen bir çıraktı o kadar."

İşte bu dediğine daha çok sinirlenmiştim ben kimseyi korumuyordum, ben sadece rehberdim aynı zamanda bir yol arkadaşı, bunu Toprakta dahil kimse anlamayacaktı. Gücümü tekrar topladığımda çenesine doğru bir yumruk daha savurdum, ağzından yayılan kan dudağının kenarından sızıyordu ama buna rağmen iğrenç gülümsemesini takınmıştı. "İşte sende dahil bunu kimse anlayamayacak, Evrin benim çırağım falan değil yetiştirilmesi gereken bir asker bense onu o yola yönlendirecek olan kişiyim."

Acı dolu bir kahkahadan sonra bir anda yüzünü kaplayan ciddiyetle üzerime doğru atılıp yere düşürdü, üstüme çıkıp yumruklarını yüzüme geçirirken ben sadece sinirini atması için bekliyordum. "Aynı baban gibi konuşuyorsun, yanlış insana teslim etmeyi seçtikleri çok belli, kabul et baban bir hain ve sende onun köpeğisin."

İşte şimdi gerçekten damarıma basmıştı, babam bir hain olabilirdi ama ben asla onun köpeği olmamıştım, üstümden atıp bu sefer ben onun üstüne çıktım ve teker teker yumruklarımı iğrenç suratına çaktım. "Babamı bir daha sakın ağzına alma."

Kurduğum her bir kelimede suratına yumruklarımı geçiriyordum, beni üstünden atıp nefesini düzene sokmaya çalıştı, bende çok yorulmuştum. Çok eskiye dayanan bir geçmişimiz vardı, çok yakın iki arkadaştık ta ki babamın çıkardığı isyan girişimine kadar. "Evrinde farklı bir şeyler var."

Anılarımın arasından sıyrılıp Toprağın kurduğu cümleye odaklandım, kaşımda bir sıcaklık hissettiğimde elimin tersiyle sildim, şerefsiz kaşımı patlatmıştı. "Onu ilk gördüğümde enerji özüm çıldırdı, içimden çıkmak için deli gibi zorladı bunun anlamını biliyorsun."

Aslında dediğinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum fakat böyle bir şeyin olmasına imkân yoktu, bu sefer ben Toprağın suratına doğru sırıttım. "Hala kabul edemiyorsun değil mi? Senelerce enerji ortağını aradın ama sahipsizsin, bunu kabul edemiyorsun, artık kendine itiraf etmenin zamanı gelmedi mi?"

Sinirle yerinden kalkıp bir hışımla yakalarıma yapıştı, bu haline sadece acıyordum zamanının çok iyi çok başarılı öğrencilerinde biriydi şimdiyse karşımda bir hiç uğruna kendini feda etmiş korkak duruyordu, eski bir dost olarak ona sadece acıyordum. "Sen ne kadar kabul etmesen de ben hissettim, Evrin benim enerji ikizim ve bunu kanıtlayacağım o günden sonra sen yanımızda olmayacaksın."

Ellerini benden çekip hızla uzaklaştı, köşeyi döndüğünde yerimden kalkıp üstümü düzelttim, Toprağa acıyordum yine bir hiç uğruna sürüklenmeye razıydı, yüzüme yarım bir gülümseme eklenirken düşündüğüm tek şey vardı. Ne yaparsa yapsın bana veya bir başkasına kanıtlayamayacaktı çünkü zaten Evrin'in bir enerji ikizi vardı.

Ben!

6. YILLARDIR BEKLENEN

YILLARDIR BEKLENEN

UZUN YILLAR ÖNCE...

Etraflarındaki kırmızı aura kalktığında küçük Uzay bulunduğu yeri idrak etmeye çalışıyordu, tek katlı eski evlerin çoğunlukta olduğu köyün sonradan şehre yaklaşmasının artısını alıyordu. Yer yer çiçeklerle ve yabani otlarla bezenmiş yeşil alanlar, evlerin önündeki şirin bahçeler, etrafta koşuşturup oyun oynayan çocuklar vardı. "Nereye geldiğimizi biliyor musun Uzay?"

Hayır anlamında kafasını sağa sola salladı, geldikleri yer hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Etrafı usul usul inceliyordu, yabancı olduğu her yer onu fazlaca ürkütüyordu. Şu an oldukları mahallenin ne kadar güzel olduğuyla ilgiliydi daha çok, günlerinin çoğu zamanını karargâhta geçirdiğinden dışarı çıkıp oynayacak vakit bulamıyordu. "Karşı bahçedeki oynayan kız çocuğunu görebiliyor musun?"

Gözlerini o yöne çevirdiğinde çimlere yayılmış küçük bir kilimin üstünde oturmuş oyuncaklarıyla oynayan bir kız vardı, az çok onunla aynı yaştaydı. "Evet Alya teyze görebiliyorum." 'Nasıl eğleniyor benimse bunlara ayıracak vaktim bile yok' diye düşünüyordu küçük Uzay. Göğsünde ufak çaplı bir ağrı baş gösterdiğinde Alya hanımın kolunu sımsıkı tuttu, ağrı her geçen dakika şiddetleniyordu, enerjisi içinden çıkmak için can çekişiyordu, acıdan dizlerinin üzerine çöktü.

"Alya teyze, ne oluyor bana?" O da en az küçük Uzay kadar endişeli olmasına rağmen cevabı adı gibi biliyordu, zaten başka bir neden için onu buraya getirmemişti. Küçük Uzay'ın yüzünü ellerinin arasına aldı, kötü bir durumun olmadığını mimikleriyle anlatabilmek için tatlı bir gülümseme takınmıştı, Uzay ise ellerine baktığında enerji özü artık dışarıya çıkarak ellerinin etrafında ip gibi sarmalanıyordu. "Tamda tahmin ettiğimiz gibi, korkmana gerek yok o kızın adı da Evrin, senin enerji ikizin."

"Enerji ikizim mi?" Eğitimlerinin daha çok başında olmasına rağmen iliklerine kadar hissediyordu, acıya daha fazla karşı koyamıyordu geçeceğini umarak yumruğunu küçük bedenine bastırdı. "Evet bir tanem, biz babanla bağlarımızı koparmış olabiliriz ama nasıl olduysa kopmayan son bağ kırıntıları size geçmiş, sadece bir tahmindi bu ama şimdi görüyorum ki gerçekmiş."

Küçük Uzay yaşadığı ana fazlasıyla şaşkındı, daha etrafındaki kimsenin enerji ikizini bulamadığını bildiğinden de içten içe şanslı hissediyordu fakat bu kafasının allak bullak olmasını engelleyememişti, kıza bakmaya da devam edemiyordu çünkü her baktığında acısı daha da katlanıyordu. "Artık gidebilir miyiz?"

Alya başıyla onay verdikten sonra değneğini çıkardı, üstlerinde spiral şeklinde dönen değnek kırmızı aurayı ortaya çıkarıp etraflarını sardı, oradan ayrıldığı her saniye acısı da azalıyordu, nefesini düzene sokabiliyordu artık. Ana karargâha geri döndüklerinde ilk gidecekleri yer baş koruyucunun odası oldu, Alya Hanım kapıyı iki kez tıklatıp Uzay ile içeri girdiler, Ömer Bey masasının önündeki koltuklara oturmaları için direktif verdi. Çok geçmeden Sadi de odaya geldiğinde küçük Uzay dışındaki herkes fikirlerini beyan etmeye başlamıştı.

"Gerçekten Uzay'ı yanına gönderecek miyiz?"

"Bilemiyorum, Erdi öğrenmemeli annesi bu fikre sıcak bakmayacaktır."

"Ama Uzay, Evrin'in enerji ikizi ondan daha iyi bir rehber bulacağımızı sanmıyorum."

Bütün fikirler havada uçuşurken küçük Uzay anlamayan gözlerle etrafı izliyordu, tanımadığı bir yere, yeni tanıştığı kızın yanına gitme fikri fazlasıyla endişelendirmişti onu. Sıkıntıyla ellerini ovuşturuyor oturduğu yere daha çok siniyordu, Uzay'ın gergin halini hisseden Alya oturduğu yerden kalkıp Uzay'ın önüne geldi, ovuşturduğu ellerini avuçlarının arasına aldı. "Bunda korkacak bir şey yok bir tanem, sadece iyi bir koruyucu olacak yaşa gelene kadar onun yanında olmanı istiyoruz."

Bütün gözler Uzay'ın üzerindeydi, başka bir yerde olmayı dileyecek kadar o anda bulunmak istemiyordu. "Annem, kızmasın." Üstendeki yükten kurtulmak için ağzına ilk gelen cümleyi söyleyivermişti. Alya sıkıca sarıldı, üstündeki gerginliği almak ve biraz olsun onu rahatlatmak istiyordu fakat Uzay'ın düşündüğü tek şey eğitimlerinin ne olacağıydı. "Annen sana niye kızsın ki, sen kötü bir şey yapmayacaksın hem eğitimde aksamayacak, güven bana."

Kızın yanına gitmek umurunda bile değildi, eğitimlerine devam edebilecek ve büyüdüğünde yeraltındaki pis canavarlarla savaşabilecekti, sadece bunları düşünmek istiyordu. "Anlaştık."

Odadaki herkes sanki bu cevabı bekliyormuşçasına sevinçliydi, Uzay'ın ise tek düşündüğü gelecekteki kendisini canavarlarla dövüşürken hayal etmekti, günün birinde çok güçlü bir savaşçı olacağını hissediyordu, içinde!

---

GÜNÜMÜZ.

Son 10 dakikadır Uzay'dan gelecek cevabı bekliyordum, yüzü gözü yara içindeydi. Kavga ettiği her halinden belli olsa da kiminle ve ne sebepten olduğunu söylememekte ısrarcıydı, gözlerini benden kaçırıyor meraklı bakışlarımı defetmeye çalışıyordu. "Hala benden kaçmaya devam mı edeceksin, söyle artık?"

Elimle çenesinden tutup yüzüme bakmasını sağlamaya çalıştım ama nafile her seferinde kafasını geri itiyordu. "Önemli değil, biriyle dalaştım o kadar." Gözlerini benden kaçırması zaten yalan söylediğinin kanıtıydı, ne zaman yalan söylese gözlerime bakamaz kaçırırdı, tabi ne kadarı yalandı ne kadarı gerçek ayırt etmekte zorlanıyordum çünkü yalanların içine doğruları da sıkıştırır kimseye sezdirmezdi, benim dışımda tabi.

"Kim o çocuk Uzay, yoksa o yanından beni zorla kaldırdığın sarışın çocuk mu?" Dediğimde yanımdan kalkıp cama doğru ilerledi, şimdi anlamıştım kurduğum cümlenin ne kadar doğru olduğunu. Çoğu zaman sinirlendiğinde hareketlerine engel olamaz hatta hızlı hızlı volta bile atardı, bu sefer sadece kendini camın önüne atmayı seçmişti.

Yüzü gözü yara içindeydi, canının acıdığını tahmin edebiliyordum, dolabının yanında duvarda asılı duran ecza dolabından birkaç ilaç ve yarayı kapatabileceğim bezlerden alıp camın yanına konumlanmış sehpaya bıraktım. "Açıkta bırakmaya devam edersen mikrop kapacak." Tekli koltuklardan birine geçtim camın önünde göğe bakmayı sürdürüyordu, gelmeye niyeti olmadığını anladığımda yanına gitmeyi seçtim.

Merak duygum ikiye katlanmıştı, sırtını sıvazladıktan sonra başımı omzuna koydum, onu biraz olsun rahatlatmak ve sakinleştirmek adına yaptığım harekete cevaben o da kafasını bana yasladı. "Saçma sapan şeyler söyledi bende suratının ortasına geçirdim bir tane." Nefes alış verişi hala hızlıydı bu da hala ne kadar sinirli olduğunun cevabı niteliğindeydi.

Zorla da olsa tekli koltuklara götürmeyi başarmıştım, tentürdiyot şişesini elime alıp kapağını açtım, paketinden çıkardığım pamuğa bandırdım, kavga etmesine engel olamamıştım ama canının yanmasını da istemiyordum. Kaşına biraz bastırdığımda irkildi, ne kadar kendini çekse ben daha çok ona doğru gidiyordum.

İyice yerimden kalkmama sebep olmuştu, kaşındaki yaranın temizlendiğinden emin olduktan sonra dudağının kenarındaki yaraya geçtim, sakince bitirmemi bekliyordu, sanırım ısrarcı sorularımdan kaçınmayı başardığını düşünüyordu, benimse içimdeki bir kıpırtı bütün büyüyü bozmaya yetmişti, göğsümde baş göstermeye başlayan acıya karşı gelemeyerek kendimi koltuğuma geri attım.

İstemsizce boştaki elimi göğsüme bastırdığımda Uzay bir an kendini unutmuş olacak ki yerinden kalkıp bana doğru eğildi, bu ana bir son vermeliydim. "Aranızda olanlara girmek istemem ama benimle ilgiliyse söyle lütfen." Meraklı ifademi takındığımdan önceki yaşananlardan kopması kısa sürmüştü, söylemekten kaçtığını düşünürken bir anda vurmuştum onu.

"Toprak benim için gereksiz eski bir dost o kadar, senin benim yanıma verilen bir çırak olduğundan bahsetti hâkim olamadım kendime." Dediğinde aklımdaki soru işaretleriyle birlikte kalakaldım, ne yapsam birleşmiyor hep eksik parça kalıyordu. "Bak bölük pörçük anlatıyorsun ve ben dediklerinin tek kelimesini bile anlamıyorum."

"Hani bana bir keresinde şey demiştin hatırlıyor musun? Seni her gördüğümde kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor." Aniden konuyu değiştirip bir de üstüne ayağa kaldırıp odanın kenarına kadar getirmişti, bu cümleyi ergenlik zamanlarımda merakıma yenik düşerek sorduğumu hatırlıyordum çünkü öyle anlar geliyordu ki aynı dakikalar önce yaşanan bir baskı ve kısa süreli acıdan sonra yok olan bir şeyden bahsediyordu ilk zamanlarda acaba aşık mıyım diye düşündüğüm de olmuştu fakat bunun konumuzla şu an alakası neydi anlamamıştım, bir şekilde konuyu değiştirip duruyordu bense bu bilinmezliklerden sıkılmıştım. "Evet Uzay söylemiştim ne var bunda?"

"Ellerini uzat!" Demesiyle gelen ilk şaşkınlık tüm bedenimde hüküm sürmek isterken ellerimi uzattım, nazik hareketlerle tuttuğunda ufak çaptaki gerginlik odanın havasına yavaş yavaş karışıyordu, bunu hissedebiliyordum.

"Sadece enerji özüne odaklanmanı istiyorum tamam mı? Geçen sefer ki gibi ortaya çıkarmanı, göreceklerin seni şaşırtacak." Aynen dediği gibi yaptım, içimde 5 yaşındaki bir çocuk gibi oradan oraya gezinen enerji özüme odaklandım, o anda içimdeki enerji denen şey tam anlamıyla delirdi, kalbimin göğsümden çıkmak için direndiği her saniye canımın acısı katlanmaya başladı, damarlarımda gezinen arsız kan dışarıya boşalırcasına zorlarken kendimi sıkmayı bıraktım, tam o anda Uzay'ın enerji özü olduğunu bildiğim mavi ışık huzmeleri ve benim turuncu diye tabir ettiğim özümden yayılan ışıklar etrafımızda dönerek birbirine çekilmenin sevincini yaşıyorlardı. "Uzay, bu.... Bu çok güzel."

"Bizden bağımsız ilk kez birbirlerine çekiliyorlar, ne kadar heyecanlılar görüyor musun?" Uzay söylemese bile ne kadar sabırsız olduklarını görebiliyordum, ara sıra bize dokunup odanın etrafında özgürce birlikte tur atıyorlardı, 23 yıldır bu anı bekliyorlarmış gibi. "Daha gösteri bitmedi, benim dediklerimi aynen tekrar et." Dediğini yapmak için kendimi hazırladım, ne yaptığımız hakkında en ufak bir fikre sahip değildim ama gördüğüm manzara bana sadece huzur hissi veriyordu.

"Yaradılıştan gelen kutsal enerji,"

"Birbirinin eşi olan iki sahipsiz ruh,"

"Eksik olan yanına kavuştu,"

"Artık huzurunda birleşmek üzere."

Dediğimiz anda enerji özlerimiz üzerimize gelerek birleştiğinde anlamadığım bir amblemi çıkardılar, birden o amblem havai fişek patladıktan sonra kalan o küçük ışıklar gibi sardı dört bir yanımızı, havai fişeklerden tek farkları havada süzülüp bedenlerimize dokundukları anda yok olmalarıydı. "Uzay ne oldu şimdi?"

Avuç içlerini birleştirerek enerji özünü yeniden ortaya çıkardı. "Yaptığımız şey sana küçük bir kanıttı aslında, senin yanına gönderilmemin her zaman bir sebebi vardı, bu yaptığımız şey de birleşme ayiniydi. Enerji ikizim sen olduğun için ailen benim çok iyi bir rehber olabileceğimi söyledi, şu kıvrımları görüyor musun?"

"Evet görebiliyorum." Eskisinden çok da farklı değildi aslında, farklı olarak artık elektriklenmişti. "Birleştiklerinde şu an olduğundan daha da güçlü oluyor aslında, hesap basit; enerji ikizi iki melez eşittir bir gece mensubu ediyor."

"Yani diyorsun ki biz birleştiğimizde onlardan biri kadar güçlüyüz." Uzay gülümsemeden edemedi. "Aynen bu işi kapıyorsun."

Aniden kapının tıklatılmasıyla ikimizde birini beklemediğimizden irkilmiştik, Uzay üstündeki gerginliği çabucak atlatıp sadece "Girin!" Diyebilmişti. Tabi kapı açıldığında biyolojik anemin çıkacağını beklemiyordum ki bir şey diyememiş yerimden bile kıpırdayamamıştım, gerçekten benziyorduk bunun için DNA testine gerek duymayacaktım. "Ah, meleğim! Seninle tekrar kavuşmanın hayalini ne kadar kurdum bilemezsin."

Hem benimle konuşmaya çalışıyor hem de bana sarılıp, koklayıp, öpüyordu, bense ne yapacağımı bilemediğimden donup kalmıştım. "Sanırım şaşırdı." Uzay tamamen haklıydı, bunca olaydan sonra geç bile kalınmıştı.

"23 yıldır hayattayım ve şimdi tanışıyoruz." Dediğimde sarılmayı bıraktı, vereceğim bu tepkiyi gayet tabi beklemiyordu fakat gördüğüm gibi 'Anne!' diye de sarılıp öpemezdim, sadece omzuma dokunup bana bakmaya devam etmeyi seçti.

"Biliyorum bebeğim bu senin iyiliğin içindi." Bilemiyorum, içimde tarifsiz bir öfke vardı ona karşı ama bir yandan da sarılma isteği, hangisiyle savaşacağımı gerçekten bilmiyordum, içten içe delirmek üzereydim.

"Yanıma verdiğiniz annemi Erdi şerefsizi öldürdü peki ondan sonra neredeydiniz, yıllarca tek başıma yaşadım Uzay olmasa delirebilirdim bile, ya en basitinden başkasına vermeyelim kendimiz koruyalım biz aile olarak daha güçlüyüz diyemediniz mi? Bana masal okumayın, eğer beni gerçekten önemseseydin şu an burada bu konuşmayı yapıyor olmazdık."

İçimde biriken ne varsa bir anda ortaya döküvermiştim annemin ve Uzay'ın bir şey söylemesine fırsat vermeden odadan çıkmıştım son duyduğum şeyse; "Üstüne gitmeyelim şimdi" Olmuştu, haklıydı da. Lanet koridorların bitmeyişine yarım ağız bir küfür savurdum bir de nereye gideceğimi kestirememek beni öldürüyordu, içimdeki sesi dinleyerek sola döndüm fakat birine çarptığım için geriye doğru sendelemiştim. "Önüne baksana yavşak, dozer misin?"

Kafamı kaldırıp kime çarptığıma baktım fakat tanımadığım biri değildi. "Yuh küçükte bir şeysin ama deldin böğrümü." Toprak mıdır adı her neyse göğsünü eliyle bastırıyordu, koridoru çok sert dönmüş olmalıydım.

"Çekil git başımdan." Daha fazla cümle kuramayacak durumdaydım, yanından sıyrılıp hızlıca koridoru aşmaya çalıştım fakat seslere bakılırsa peşimden geliyordu, onun da yüzü gözü yara içindeydi, belli ki sert bir hesaplaşmaydı çünkü ikisi de karşıdan berbat görünüyorlardı.

"Şşt! Beklesene, yeni kız." Hızlıca yetişmiş olmalıydı ki kolumdan tutup beni kendine çevirdi. "Bırak kolumu yoksa çok fena olacak."

"Nereye gitmek istiyorsan söyle sardım edeyim, biliyorsun ki karargâhı senden daha iyi biliyorum." Haklıydı aslında, küçük bir yardım fena olmazdı.

---

"Merak etme Alya teyze, her şey üst üstte geldi onun için, bu dünya ona çok yeni. Evrin'i biraz tanıyorsam yalnız kalmak istiyordur, biraz zaman tanıyalım." Alya tekli koltuklardan birine oturmuş çaresizce ağlıyordu, Evrin bir yandan haklıydı da 'ya en basitinden başkasına vermeyelim kendimiz koruyalım biz aile olarak daha güçlüyüz diyemediniz mi?' sözleri çok canını yakmıştı.

"Evrin haklıydı Uzay, ailesi olarak biz korumalıydık biz büyütmeliydik daha en başından hata yaptık." Uzay telkin etmek adına Alya'nın omzuna dokundu. "Siz sadece Evrin'i korumak istediniz, mecburdunuz da zamanla anlayacaktır eminim ki."

Alya gülümseyerek Uzay'a baktı, oğlu gibi sever sahiplenirdi, Evrin ile enerji ikizi olmaları da onu apayrı bir sevindirmişti. Babası gibi değildi sırf annesinin yetiştirmesinden de kaynaklı değildi, Erdi ne kadar gaddarsa Uzay bir o kadar merhametliydi. "Baban casusun sen olduğunu anlamadı değil mi?"

Uzay zaten cevabı biliyordu, babası onun şüpheleneceği son insandı, en azından öyle tahmin ediyordu. "Hayır Alya teyze, merak etme ama başka planları var daha büyük işler."

"Nasıl yani, ne kadar büyük?" Uzay derince bir nefes çekti içine sıkıntıyla verirken söyleyeceklerini toparlıyordu.

"Büyük bir toplantı olacak, sanırım oyunları karıştırmayı planlıyorlar."

---

Yolu göstermesi iyi olmuştu yoksa lanet koridorlarda saatlerce dolanırdım fakat peşimden gelmeye devam etmesi yatışan sinirlerimi yeniden zıplatıyordu. "Bahçeyi bulmama yardım ettin, artık gidebilirsin."

Biraz daha hızlı yürüyerek yanıma ulaşmıştı bile, dediklerimin tersini yapması ona karşı daha çok bilenmeme sebep oluyordu. "Ama gitmek istemiyorumdur, hele ki seni bu iki gözü iki çeşme halinle bırakmakta istemiyorumdur, olamaz mı." Ben durunca o da durdu, etrafta ağaç gölgesi ya da en basitinden oturup ağlayabileceğim sessiz bir duvar bulmayı umut ediyordum. "Ben iki gözü iki çeşme değilim, uydurma!"

"O zaman bunlar ne?" Parmaklarıyla gözyaşlarımı yanaklarımdan topladığında durdurmak için en ufak bir hamlede bulunamayışımın verdiği sinirle ondan kurtuldum. "Beni rahat bırak be artık!" Biraz uzakta güzel heybetli bir ağaç görmüştüm sessiz ve insansız olduğundan tamamen emin oldum ama ne fayda, arkamdan geliyordu. "Seni bu halde bırakacağımı düşünmüyorsun herhalde."

"Seni bu halim hiç ilgilendirmez." Şu an gitse de yalnız kalsam diye dua ediyordum fakat beyefendi gitmemeye kararlıydı, en azından onu yok sayabilirdim değil mi? Ağacın yanına geldiğimde gövdesine dokunmadan edemedim, nereden bakarsanız bakın fazlaca yaşlı olduğu belliydi. "Bende hep yalnız kalmak istediğimde buraya gelirim."

"Bana ne!"

"Toprak grubu bir arkadaşım söylemişti, karargahtaki en yaşlı ağaçmış."

"Tekrar söylüyorum, bana ne!" Toprağın söyledikleri ilgimi çekmiyordu hala biyolojik annem ile olan konuşmalarımız aklıma dolanıyordu, fazla ileri gitmiş içimde tuttuğum ne varsa yüzüne pat! Diye söylemiştim ama canımın bu kadar yanacağını düşünmemiştim. "Annenle ilk tanışman pek iyi geçmemiş anlaşılan."

"Sen aklımı mı okudun az önce?" İçimdeki hüznün aniden şaşkınlığa dönüşmesiyle Toprağa doğru bakıyordum, hava grubundan olmalıydı sanırım onların yapabildiği bir yetenekti, en azından ben öyle biliyordum. "Doğru tahmin."

"Kes şunu!" Sadece gülüp başını ağacın gövdesine yaslamayı seçmişti, öyle her canı istediğinde düşüncelerimi okuyamazdı. "Tamam, tamam okumam."

"Ama yeter lütfen, sadece sessizliğe ihtiyacım var tamam mı?" Ellerini tamam sakin dercesine uzatmıştı, bende bunu tamam olarak alıp sessizce düşüncelere dalmadan uzaklara dikmiştim gözlerimi, aman ya! Düşünmeden duramıyordum ki, ağaçların sıklaştığı bahçeye bakıyorduk baya genişti, ara sıra uzaktan birkaç nöbetçi dolanıyordu karargâhı koruyorlardı sanırım. "Düşünmeden duramıyorsun değil mi?"

Tekrar gözleri beni bulduğunda zaten cevabı biliyor olmasından dolayı bir şey demeyip öylece iç çekmiştim. "Maalesef."

"Bana anlatabilirsin iyi sır tutarım." Ne yaparsam yapayım yine kendimi düşünürken bulacaktım, nasıl olsa ben düşünürken öğrenecekti. Sır tutabilmesini umut ediyordum gerçi Uzay karargâhtan kimseye konuşma dese de konuşmadan rahatlayamayacaktım.

"İlk buluşmasını nasıl hayal etti bilmiyorum ama ben artık bıraktığı o 3 yaşındaki Evrin değilim, geldi sarıldı, öptü, kokladı ama sanki benim için bir yabancı gibiydi. Bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum, benim bir tek annem vardı o da öldü, ben başkasını anne yerine koyamıyorum."

Aklıma birden biyolojik babamın o kan revan içindeki hali geldi ama onu babalığa çabucak kabul etmişken annemi niye kabullenemiyordum? "Bence hayatında baba figüründen biri olmamasıydı, yani en basit açıklaması bu."

"Oğlum ben sana demedim mi aklımdan geçenleri okuma diye?" Toprak sadece tebessüm etmişti, dediğinde haklıydı, Nermin annem beni onca yıl yalnız büyütmüştü babamı sorduğumdaysa ben daha doğmadan bizi terk ettiğini söylemişti.

"Aslında haklısın, hayatım boyunca asla yüzü görmediğim, yüzünü merak ettiğim ama terk edip gittiğini düşündüğüm bir baba figürü vardı, yine de gerçek ailemin bana böyle bir kötülüğü yaptığını idrak edemiyorum, Kendileri en iyi şekilde koruyabilirlerdi, niye beni başkasına vermeyi tercih ettiler?"

"Bence ikisiyle konuşman daha doğru olur, iyi bir nedenleri olmasa niye seni bıraksınlar ki?" Kendi kendimi yemem bir işe yaramayacaktı kabul ediyordum bunu ama daha sonraya ertelemek istiyordum, evime gitmek istiyordum. "Gökyüzü yarılsın gideceğimiz yere."

Daha ne olduğunu anlamadan sarı ışıklar etrafımızı sarmıştı, sanırım Toprak Bey yine düşüncelerimi okumuştu, etrafımızdaki aura kalktığında evimin salonundaydık. "Yahu sen ne laftan anlamazsın."

"Evine gelmek istemiyor muydun?" Yani evet istiyordum, teşekkür edeceğime bir de söyleniyordum, Uzay bunu farklı şekilde söylüyordu sanırım eski dilde falan, Türkçesini sevmiyor olmalıydı. "Sağ ol getirdiğin için şimdi gidebilirsin."

"Ama ben kalmak istiyorum." Tekli koltuğa rahatça kendini bıraktı gerçekten gitmeye niyetli değildi, karnımdan gelen gurultular açlık hissimi tetiklerken kıkırdadı, resmen karşımda koltuğa yayılmış Toprağa öldürücü bakışlarımı atıyordum, onunla uğraşmayı bırakıp bende kendimi yandaki üçlü koltuğa attım, cebimdeki telefonumu çıkarıp yemek siparişi için siteye girdim. "Pizza söylesene tadını hep merak etmişimdir."

Anlamayan bakışlarımı yeniden üzerine yönlendirdim, gerçekten hiç pizza yememiş miydi yani? Toprağı boş verip 2 büyük boy pizza söyledim 1 litre kola ile hali hazırda bekleyen kart bilgilerime tıklayıp ödedikten sonra telefonumu cebime geri tıktım. "Ya sen ne garipsin, gerçekten hiç pizza yemedin mi yani?"

"Karargâhta öyle şeyler yemeyiz, daha sağlıklı besleniyoruz diyelim." Ne diyebilirim ki, mahkûm gibi senelerce karargâhta yaşıyorlar, belki de görevleri dışında dışarı falan da çıkmıyorlardır bunlar, senelik izinleri de mi yok acaba? "Senelik izinlerimiz var tabi sadece ben kullanmıyorum."

"Anlaşıldı senin neden bu kadar dış dünyaya cahil olduğun." Uzun bir süre sessizce oturduk, bende telefonumda gereksiz birkaç şeyi temizledim, sosyal medyama bile ne zaman girdiğimi unutmuştum, kısa süre sonra da pizzalara gelmişti. Toprağa baktığımda ilk yudumu korkarak ısırmış tadını alınca bir çırpıda yemişti hatta bir ara benimkine bile sulanmıştı, tabi ki ani hareketle eline vurmuştum, salak herif bir de çok acımış gibi numara yapmıştı.

Yemeklerimiz bittiğinde birer kahve yapmıştım, balkonumda kahve içmeyi bile özlemişim. "Evde fazladan bir ses olmasını özlemişim." Nermin annemin gidişiyle şen şakrak olan ev bir anda kasvete bürünmüştü, günümün çoğu zamanı okulda geçtiğinden anlamıyordum ama eve geldiğimde aniden bastıran yalnızlık hissine alışamıyordum, bir yanım deli gibi annemi özlüyordu.

"Bende yanımda beni anlayan insanları özlemişim." Uzaklara dalmıştım ne güzel Toprağın cümlesiyle sıyrıldım, sahi ben onun hikayesini hiç bilmiyordum. "Maalesef herkes biraz bencil bu devirde, cümleyi kurabilmen bile mucize."

Kahvesini kenara koyup bana döndüğünde içimde bir şeyin ürperdiğini hissettim, çok tuhaf olmasına rağmen bozuntuya vermemek adına kahvemden bir yudum aldım ve dikkatimi ona karşı topladım. "Sen bilmezsin ama karargâhta gücün her şeyindir, sen orada yaptıklarınla varsın kimse ne düşündüğünle ilgilenmez tamamen robot olmuş insan yığınları, bir tek dostum diyebileceğim kişi Uzay'dı, sisteme beraber karşı çıkacağız diye de saçma sapan sözler verirdik tabi yaşlar o zaman daha 10 falan."

"Siz Uzay ile arkadaş mıydınız?" Bu bilgi beni kelimenin tam anlamıyla şok etmeye yetmişti, şimdi daha birkaç saat önce kavga eden iki dingil arkadaşlardı yani? "Aynen öyle fakat daha sonra babası olacak o Erdi batı ve doğu karargahlarını karıştırdı, isyan başlattı ve birçok koruyucunun ölmesine neden oldu, çok sevdiğim can dostum babasının yanında saf tuttu o anı unutamıyorum, omuz omuza savaşırken beni sırtımdan bıçaklamasını. Baş koruyucu onu hangi nedenden afetti bilmiyorum ama bu yatıklarını değiştirmiyor, benim için o hala şerefsizin köpeği"

Bir şok dalgası daha beynime hücum ederken duyduklarıma inanamıyordum, Uzay, Erdi'nin oğlu olamazdı, nasıl yani? "Şaka yapıyor olmalısın."

"Şaka yapmıyorum." Beynim tamamen işlevini yitirmişti, Uzay benden sır saklar olmuştu onu tanıdığımı sanırdım bir de, son günlerde duyduğum her yeni şeyde ne kadar yanıldığımı anlıyordum. "Bana hiç bunlardan bahsetmemişti, belki de bundan utanıyordu kim bilir."

"Bence hiç utanmıyor!" Gergin surat ifadesi ve ani çıkışıyla bu duruma ne kadar bilendiği aşikardı, sinirli ifadesinin yerine sakin halini getirmeye çalıştı, istemsizce gülümseme sebep oldu bende sinirlendiğimde sakin halime dönmekte çok zorlanıyordum.

"Birde enerji ortağımı bulamamanın hüznü var içimde, bir bilsen Evrin yıllarca ne kadar aradım, sonunda pes etmişken sen çıkageldin." Biraz zaman tanıdı kendine, nefes alış verişi normale göre hızlıydı. "Normalde suskunumdur ama sana her şeyimi anlatmak istiyorum sanki, çok tuhaf."

"Sorun değil." Diyebildim sadece, belli ki utangaç bir yapısı vardı, belki de dediği gibi artık herkes kendini düşündüğünden dinlemek istemiyordu onu, çekmeden bilemeyeceğimiz duygular vardı, anlatılsa da uzaktan empati kuramayacağımız işte bu o konulardandı.

"Bu konuyla ilgili o kadar çok araştırma yaptım kendimi o kadar kaptırdım ki bazıları artık bana deli gözüyle bakmaya başladı, ben deli değilim Evrin. İşte en son Uzayla bu yüzden kavga ettik, doğru mu söyledikleri, Uzay'ın enerji ikizi sen misin?" Telkin etmek amaçlı elini tuttum, yani bu sabah enerjilerimizi birleştirdik ben bu işlerden anlamasam da Uzay emin görünüyordu.

"Biliyorsun belki ama ben bu koruyucu olma konusunda daha yeniyim, pek bir bilgim yok anlayacağın." Sıkıntıyla iç geçirdi, yani öyle olmasını umuyordum fakat Toprağın nefes alış verişi daha da hızlanmaya başladı, oturduğu sandalye de kıvranıyor gibiydi. O kendiyle cebelleşirken farklı zamanlarda ortaya çıkan anlam veremediğim his beni de etkisi altına almaya başlamıştı.

Sandalyeden kendini zorda olsa yere attı, kendimi yok saymak istercesine ne olduğunu öğrenmek için sandalyeden kalkıp yanına çöktüm fakat göğsümdeki sızı giderek artıyordu, ikimizde artık yere çökmüş karşılıklı göğsümüze bastırıyorduk, acının geçmesini beklerken daha da artması hayra alamet değildi, şiddetli sızı bütün kollarımı uyuşturmayı başarmıştı.

"Neler... oluyor... be!" Zorla kurduğum birkaç kelimenin ardından Toprağa baktım aynı şekilde acı içinde bir şeyler söylemeye çalışıyor ama başarılı olamıyordu.

'Enerji özünü ellerine yönlendir, bırak çıksınlar!' Zihnime gönderdiği sözleriyle konuşmaya takati olmadığını anlamıştım, Toprağın dediklerine odaklanmaya çalıştım, gücümü dışarı yönlendirmeliyim. Her dakika daha da zorlaşıyordu, acı içinde kıvranan bedenlerimiz açığa çıkan enerji özlerimizle aydınlandı, delirmiş gibiydiler sabırsız bir çocuk gibi birbirlerine çekilmeyi bekliyorlardı.

"Gerçekten sen olduğunu biliyordum." Toprak zar zor bir cümle kurabilmişti, her yanım acıyordu, enerji özlerimiz birbirine karışmadan bize dolanmaya başladı, sanki etrafımızı sarmalıyordu. Buğulu gözlerim balkon kapısında 2 kişi görüyordu yüzlerini seçmekte zorlanıyordum, yere yığılmadan önce son duyduğum bir cümle olmuştu.

"Bu imkansız!"

7. İSYAN

İSYAN

8 YIL ÖNCE…

“Türk edebiyatının ilk tiyatro denemelerinden olan şair evlenmesinin yazarını söyleyecek olan var mı?” Sıkıcı derslerden birinin daha içindeydim yine, öğretmenin tüm o anlattıkları kafamı sıraya gömüp uyumaya çalıştığım için boğuk boğuk geliyordu.

“Evrin… Evrin!” bu kadının delirtecekti yemin ederim, hayır uyumama da izin vermiyordu ki.

“Bir daha seni uyurken görmek istemiyorum bu son olsun yoksa disiplin kurulunu tekrar görmen gerekecek.” Of ya! Funda karısından da kalırsam annem kesin beni öldürürdü, cevabını da bilmiyordum üstelik, tam o sırada Uzay dürtüp defterime karaladığı şeyi gösterdi, ya sen süpersin! “Tamam hocam uyumak yok, bu arada cevap Şinasi.”

“İyi derse çalışılmış, evet konumuza dönelim.” Bana karşı gözlerini devirerek dersinin konusunu anlatmaya kaldığı yerden devam etmeyi seçti, bense minnet dolu bakışlarımı Uzay’a doğru attım.  Yazdığı cevabın altına; ‘ya sen süpersin’ yazdım. O da kalemini eline alıp; ‘ne demek’ yazdı.

Şu şirret kadın konuşmamıza bile kızıyordu, hayır son ders olunca da geçmek bilmiyordu bir türlü, son 5 dakika bile 1 saat gibi gelmişti, zilin sesini duymamla sırada ne varsa çantama sıkıştırdım. “Hemen eve gidelim be açlıktan ölüyorum.”

Sınıftan çıkarken Uzay önüme geçip geri geri yürürken, şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Yuh be kızım, daha öğlen koca bir döner ayran gömdün, hala aç mısın?” Bilmiyorum anlamında ellerimi iki yana açtığımda daha çok güldü. “Valla hemen eve gitmek yok, sana bir şey göstermem gerek.”

Şimdi heyecanlanmaya başlamıştım işte, Uzay’ı soru yağmuruna tutmam bir şeyi değiştirmeyecekti istesem de imkânı yok söylemezdi, bu huyunu annesinden mi yoksa babasından mı aldığını bilmiyordum ama kimden aldıysa tebrik edecektim, çünkü tam bir katır inadı vardı.

Şehrin bilmediğim mahallelerine gelmiştik, pek sık bina yoktu, geniş bahçeli yerleşim yerleri o kadar çoktu ki zengin inanların yaşadığına ikna olabilirdim, belki devlet başkanının evi bile buradadır kim bilir? Bir konu açmazsam artık sıkıntıdan patlayacaktım. “Ya Uzay, sana bir şey sorabilir miyim?”

Derin düşüncelerinden sıyrılıp bana döndü, hızlı hızlı yürüdüğümüz için yavaşlayınca anlamıştım, bacaklarım deli gibi sızlıyordu.  “Söyle güzelim, ne takıldı aklına?” Biraz özel konulara girmek için güzel bir yerdi. Sessiz sakin, utanıp sıkılmadan anlatabileceğim ama konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum.

“Seni her gördüğümde kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor, normal mi bu?” Ne dediğimi az çok anlamış gibiydi sanırım, başını hafif tebessüm ederek eğmişti, ah hayır ya! Ya ters bir şey söylerse? Ya arkadaşlığımızı bitirirse? “Nasıl yani, anlamadım?”

“Tamam bak demedim say, sana aşık falan değilim, arkadaşlığımızın bitmesini hiç istemiyorum.” Yürümeyi bile bırakmıştım, dediğim şey yüzünden yerin dibine girebilirdim, Uzay’dan bir şey saklayamıyordum, nasılsa bir şekilde anlıyordu. Yani uzun zamandır birbirimizi tanıyorduk bunun da etkisinin olabileceğini kendime hatırlattım.

“Evrin bana bak, arkadaşlığımız bozulmayacak, doğal şeyler bunlar kalbinin atması falan sadece kafan karışık o kadar, sadece zamana bırakalım sende emin olursun olmaz mı?” Gözlerimin içine öyle bakma be vicdansız, salak salak şeyler söyleyip kendini rezil eden insanlardan da oldum sonunda, gerçekten tebrik ediyordum kendimi.

“Tamam şimdilik unutalım bunları, oha! O ne be!” İleride insanların bazıları aksi yöne koşuyor karşılarında beliren devasa yaratıkları ellerindeki sopalardan çıkan renkli ışıklarla durdurmaya çalışıyorlardı, iki genç ele ele tutuşmuş sopalarını yaratığa uzatmışlar etraf bir anda duman altı olmuştu, yoğun gri sis kaybolmaya başladığında görüş alanımız yeniden açılmıştı fakat ortadan kaybolan devasa yaratığın yerini irili ufaklı yeni yaratıklar ortaya çıkmıştı, az ileriden gelen biri vardı nefes nefese önümüzde durduğunda dinlenmek için kendine biraz zaman tanıdı ama bu en fazla 10 saniye sürmüştü. “Uzay neredeydin oğlum sen! İsyan çıktı, her yerden gece yaratığı çıkıyor durduramıyoruz.”

“İsyan mı, kimin işi olduğunu biliyor musun? Evrin, buradan gitmemiz lazım hemen.” Uzay aniden koluma yapıştığında hala karşımda yaşananlara bakıyordum, herkes Harry Potter filmlerinden çıkmış gibiydiler tek eksik, pelerinleri yoktu, Allahlım ben neler diyordum böyle? “Burada ne döndüğünü anlatmadan bir yere gitmiyorum, duydun mu beni hem bu çocuk kim?”

“Kim başlattı bilmiyorum ama gitmem gerek doğu kanadını rapor etmeliyim.” Aniden kahverengi ışık huzmeleri çocuğun etrafını sardı ve ortadan kayboldu, ağzım açık bir şekilde olanı izlerken tam yakınımıza bomba gibi bir şey düştüğünde ikimizde birkaç metre geri savrulduk.

Zorla yerde oturur pozisyona geldim, aniden yere düşmenin etkisi şiddetli bir ağrıyı da beraberinde getirmişti, gözlerime kaçan tozlardan bahsetmiyordum bile çünkü gözlerimi kırpamayacak kadar acıyordu. “Bak anlaşma şu; İlerideki büyük binaya girmemiz gerekiyor, sonra ne istersen anlatacağım, tamam mı?”

Daha gençliğimin baharında ölmeye niyetli değildim, ayrıca uçan tuhaf şeyler acayip ödümü patlatmıştı, kafamı olumlu anlamda salladığım an aynı şekilde karşılık verdi, bir şekilde yerden kalkmayı başardığımda koluma tekrar yapışıp beni ara sokaklardan birine sürükledi. Açık alan güvenli gözükmüyordu zaten, en iyisi ara sokaklardan birine gitmekti orası daha güvenli duruyordu.

Ah ne diyordum ben! Ara sokakların güvenli olduğunu mu? Ne kadar erken konuştuğumu şu an karşımda olan yaratığa bakarak anlayabiliyordum, Uzay beni geri sürüklediğinde fazla uzağa gidemeden oraya da bir yaratık inivermişti, ben böyle işi sikerim şimdi! Ölmek istemiyorum lan ben. “Uzay bir şeyler yapalım, bir şekilde kaçalım hatta ölü taklidine bile razıyım, bu siktiğimin şeyleri bizi yemeye istekli görünüyor.”

Uzay birden elimi tuttu. “Sakın bırakma!” Nereden çıkardığını bilmiyordum ama onun da mavi sopası vardı! Anlamadığım dilde bir şeyler söylemeye başladığında korkudan iyice yerime mıhlandım. “Şimdi dediklerimi beraber sesli söyleyeceğiz aynı anda.” Altıma edeceğim şimdi eşek kadar kızım Uzay bana neler diyordu, sihirli sözcüklerin işi yaramasını umarak el mahkûm kafa salladım.

“Sant-i Amon, Sent-e İn. Yaratıklar yok olana kadar söylemeye devam etmeliyiz anladın mı, şimdi!” Aynı anda söylemeye başladık, sanki bizden çıkıyormuşçasına ortamızdan göğe yükselen mavi ve turuncu karışık bulutlar üzerimizden aşağıya doğru inmeye başlamışlardı, Uzay ses desibelini yükselttiğinde elimi sıktı, benim de yapmamı istiyor olmalıydı, sesimi yükselterek söylemeyi bırakın tam olarak cümleyi kuramıyordum bile yuvarlayarak söylüyordum, ne biçim dil yapmışlarsa.

Elektriklenmiş bulutlar yönlerini bulamıyor gibiydi, Uzay elimi bırakmadan arkama doğru döndü sırtını sırtıma yasladı. “Bak şimdi, boştaki elinin avuç içini önündeki yaratığa uzat, ona nişan aldığını düşün.” Dediğini yaptım ama bir şey olmuyordu. “Sözleri söylesene!”

Aman onu unutmuştum, bir yandan sözleri söylemeye çalışıyor bir yandan da sakin kalmaya ama dizlerimin bağları çözülmüştü bir kere titriyorlardı. Elektriklenmiş renkli bulutlar artık yönlerini bulmuş gibiydiler doğruca kat kat büyüyerek yaratığın etrafını sarıyordu, sanki onu sıkarak boğuyormuş gibiydi.

Bir anda büyük bir patlamayla yaratık ortadan kayboldu, arkamda ne olduğunu görmek için döndüğümde oradaki yaratıkta ortadan kaybolmuştu. “Lan bunları bi, biz mi öldürdük?” Uzay kafasını gülümseyerek salladığında korku dolu gözlerle ona bakmaya devam ediyordum, binaya gidene kadar sorgulamak yok, hay buna evet diyen kafama sıçayım. “Evet biz öldürdük, hadi sallanmadan gidelim.”

Her bir yandan dumanlar yükseliyordu, kuytu birkaç yerde yaralanmış insanlar vardı, yanlarına ulaşmış sağlık görevlileri tedavi etmeye çalışıyordu, kanalizasyon borusunun önüne geldiğimizde Uzay içine girmek için atıldı. “Dur lan! Onun içine girmeyeceğiz değil mi?”

“Evrin, Allah aşkına soru sorma, kafamda bin türlü şey var zaten, binaya girmemiz için en güvenli yol bu hadi sallanma.” Oldukça dar olan boruya daldığında başka şansımın olmadığını biliyordum, dışarda kaldığım her an ölebilirdim. Zaten biraz süründükten sonra kanalizasyon borusunun yerini metro tünellerine bırakmıştı, sessiz geçen 15 dakikanın sonunda yukarı çıkan bir merdivenin önüne gelmiştik, Uzay hiç düşünmeden yukarıya tırmandığında peşinden çıktım, kendimi kocaman bir holde bulacağımı bilmiyordum tabi. “Ee, şimdi ne yapıyoruz?”

“Sağdan gideceğiz.” Zorunda olmadıkça benimle konuşmuyordu bile, delirmek üzereydim çünkü yaşadıklarımı bir türlü anlamlandıramıyordum. Dediği gibi sağdan gidiyorduk karşımıza bir kapı çıkmasına sevinsem mi, korksam mı bilememiştim her an bir şey çıkacakmış gibiydi.

Uzay kapıyı açtığı gibi beni içine ittirdi ardımdan kapıyı kapatıp kilitledi. “Uzay açsana kapıyı, neden kilitledin beni, mal mısın?” Bir yandan kapıyı yumruklayıp, bir yandan tekme atıyordum, şerefsiz piç! Ne yapmaya çalışıyordu? “Bu senin iyiliğin için, şimdi uslu bir kız ol ve beni burada bekle.”

---

 UZAY

“Her yerde seni arıyordum, koruma kalkanı zayıflıyor her an içeri girebilirler.” ‘Hassiktir! Bir bu eksikti’ demeyi istiyordum fakat bir türlü içimden gelmiyordu. “Kurul içeriden çıkmadı mı daha, bir açıklama yapmaları gerekiyor.”

“Biliyorum ortak iç kuvvetler tetikte bekliyor, hazır durumda olan tüm takımları sahaya yolluyorlar, şimdiden 20 kişiyi kaybettik.” Toprağın söylediklerine inanasım gelmiyordu, nasıl bu kadar kısa zamanda binlerce gece yaratığı dünyamıza sızabiliyordu, sıkıntıyla iç geçirdim.

“Peki Doğu Karargâhı ne durumda?” Endişeli hali beni de geriyordu, sabahtan beri anneme ulaşamamıştım, işi vardır herhalde deyip geçiştirmiştim, hay sikeyim böyle işi. “Orası da aynı durumda sanırım, oradan hiçbir koruyucuyla bağlantı kuramıyoruz.”

“Merak etme ortak, bunun da altından kalkarız evvel Allah.” Omzuna dokunduğumda o da aynısını yaptı, doğu karargahında beraber büyümüştük sonra Evrin’in yanına gönderileceğimi öğrendiğimde kısa bir süre ayrı kalmıştık çok geçmeden ailesi Batı karargahına eğitmen olarak atandığında beraber eğitim görmeye devam etme şansımız olmuştu.

“Hadi şu yaratıkların kıçını tekmeleyelim.”

---

Toplantı odasında gerginlik ve endişe hakimdi, üst rütbeli koruyucular aralarında tartışıyorlardı. Odayı büyük çapta bir uğultu kaplamıştı her kafadan bir fikir çıkıyordu, baş koruyucu söze girdiğinde uğultular aniden kesildi. “Evet konsey üyeleri, olası bir isyan durumundayız. Takımların büyük çoğunluğunu sahaya gönderdik fakat kayıplarımız artıyor, karargâhın tahliyesini öneriyorum.”

Birden kesilen uğultular yeniden yükseldi, kimileri; “Hayır evimizi terk etmiyoruz, sonuna kadar savaşalım.” Diyordu. Kimileriyse; “Tahliye etmemiz birçok koruyucuyu ayakta tutacak, buna mecburuz.” Olmuştu.

Baş koruyucu derin bir nefes çekti içine, böyle her kafadan ses çıkması hayra alamet değildi, karar veremedikleri her anda sevdikleri ölüyordu, ailesi ölüyordu, herkes panik içindeydi. “Saygıdeğer konsey üyeleri, oylamanıza sunuyorum. Kabul edenler, etmeyenler?”

Herkes fikrini oyunu kullanarak belirttikten sonra baş koruyucu ayağa kalktı. “Evet oy çokluğuna göre karargâhın tahliyesine karar verilmiştir.”

Ve tekrar uğultular… Baş koruyucu sıkıntıyla yerine oturduğunda aniden kapının sertçe açılmasıyla bütün sesler kesildi. “Demek kaçmaya karar verdiniz sizi korkaklar.”

Herkes sesin geldiği yöne bakarken Erdi gayet neşeliydi, dediği olmuştu çünkü, koruyucular bir korkak gibi kaçıyorlardı. “Demek Doğu ve Batı Karargahlarını karıştıran sensin, bendini bu kadar küçük düşüreceğini tahmin etmemiştik.”

Erdi o anda iştahlı bir kahkaha patlattı, konsey üyeleri yerlerinden kalkıp ona karşı siper aldığında Erdi’nin yanındaki adamları da onlara karşı değneklerini doğrulttu. “Asıl kendini küçük düşüren sensin sözde baş koruyucu Ömer Arslan, yeraltı halkını küçük gördünüz, onları sindirmeye çalıştınız ama onların soyundan geldiğinizi unuttunuz, bu sana küçük bir ders olsun sevgili koruyucu kardeşim, bir gün yeraltı halkı bütün dünyaya hükmederken ben sizin köleler gibi sefil olmuş halinizi uzaktan izleyeceğim.”

Erdi adamlarına işaret verdi bir kısmı konsey üyelerini rehin alırken yanında kalan kısmıyla odadan çıktı, koridordan sola saptı, aşağı kata ana kumanda odasına doğru yürürken hala Ömer sefilinin şok olmuş suratını düşünüyordu, her şey daha yeni başlıyordu. Asırlar boyunca kendini koruyucu zırvalığına inandırmış bir nesil tarih sahnelerinden yavaş yavaş temizlenecekti, onun yerine sayfalar Erdi Aksu komutanlığında yıkılan eski düzenin yeni bir düzene boyun eğdiğini yazacaktı, o günün gelmesini iple çekiyordu.

Gece yaratıkları kalkanların düşmesiyle karargâhın içine kadar girmişlerdi, birkaç koruyucu onları yok etmek için çeşitli ayinler yapıyorlardı, Uzay bir yandan önündeki yaratığı haklamaya çalışıyor bir yandan da tabiri caizse ölmemeye, sayıları gittikçe artıyordu. İçeride ne varsa tuzla buz olmuştu, bazı yerler alev almıştı, o sırada Toprak bir gece yaratığını ortadan ikiye ayırdı, nefesini zar zor toparlıyordu ikisi de çok yorulmuştu. “Bu siktiğimin şeyleri her yerde.”

“Aynen ortak, öldürmeye bak riskli yaralar almaktan kaçın.” Erdi ana kumanda odasına giriş yaptığında yanındaki adamları değnekleriyle üzerlerine koruyucu kalkan oluşturdular, içeride hali hazırda savaşan bazı koruyucular Erdiye karşı savunmaya geçmişlerdi ama maalesef korumaları savaş ayinleriyle etkisiz hale getiriyorlardı.

“Burada daha fazla koruyucu rolü oynamana gerek kalmadı oğlum, gidiyoruz.” Uzay ve Toprak birbirlerine baktılar, karşılarında Erdi ve adamları en ufak bir ters hareketi bekliyorlardı. “Ne rolü lan ne diyor bu şerefsiz, konuşsana!”

Toprak; Erdi’nin suratına tükürürcesine konuşuyordu, daha az önceden beri sırt sırta savaştığı arkadaşı babasının buradaki casusluğunu yapıyor olamazdı. “Üzgünüm ortak.” Uzay konuşmayı reddediyordu, ‘zavallı Toprak gerçekten neler döndüğünü anlatabilsem sana.’ Diye geçiriyordu içinden çünkü bilmediği o kadar çok şey vardı ki, belki günün birinde onu anlayabilirdi.

Babasının yanında durduğunda korumalardan biri portal açtı, herkes sırayla içinden geçerken belki de bir daha aralarının hiç iyi olmayacağını bildiği arkadaşına son kez baktı.

---

“Bana biriniz burada ne olduğunu açıklayabilir mi, ayrıca bu insanlar kim?” Evrin herkese meraklı gözlerle bakıyordu, annesi, Uzay, tanımadığı başka bir kadın ve adam vardı, şaşkın ruh hali herkesi tedirgin ediyordu. Haklılardı da karşılarında tam her şeyi öğrenmesi gerekirken kafası karışan etrafındaki herkese deli gözüyle bakan bir adet Evrin duruyordu.

“Alya sana söylemiştim, daha erken demiştim.” Alya bir sağa, bir sola volta atıyordu, kocasının dedikleri doğru olamazdı, artık bir saniye daha kızından ayrı kalmak istemiyordu. “Hayır Sadi amca geç bile kaldık, artık kendini koruyabilecek yaşta.”

Uzay konuşmayı devraldığında Alya haklı olduğunu başkası tarafından teyit ettirmenin haklı guruyla kocasına bakıyordu, sonra Uzay’a dönüp memnuniyet yüklü tavrıyla omzuna dokundu. “Uzay haklı hayatım, Nermin hanıma da senelerdir yük olduk.”

Alya ve Sadi, Nermin hanıma minnetle baktılar, senelerdir kızlarını bir anne şefkatiyle seviyor ve sahip çıkıyordu, onu Erdi de dahil gelebilecek tüm kötülüklerden korumuştu ve hala üstüne düşen görevi ihya ediyordu. “Alya Hanım 12 sene bunu layıkıyla sürdürdüm bir gün bile yük değildi emin olun.”

Bu sefer konuşma sırası Nermin hanımdaydı, asla Evrin’in ona yük olduğunu düşünmemişti, Allahtan hep bir çocuk sahibi olabilmek için dua etmişti fakat rahmetli kocasının terk edip gittikten 2 yıl sonra evde sakladığı mektupta kısır olduğunu ve onu üzmemek için gittiğini söylediğinde artık çok geçti. Sonra günün birinde Sadi kucağında Evrin ile geldiğinde dünyalar onun olmuştu.

“Anne sen bir şey söyle bari ne görevi ne yük olması? Daha saatler önce bir yaratık beni öldürmek üzereydi ama, ama.” Evrin ayağa kalkmış Nermin annesinin karşısına dikilmiş gerçekten elle tutulur bir cevap arıyordu. “Uzay beni bir yere getirdi sonra anlamadığım bir şekilde ışınlanarak buraya geldik, anne bir şey desene?” Şimdiyse herkesin teker teker yüzüne bakarak konuşuyordu, sağlam cevaplara ihtiyacı vardı yoksa kafayı yiyebilirdi.

“Anne, Uzay amına koyayım konuşun be! Durun biraz kamera şakası falan değil mi, tabi ya kesinlikle bu bir rüya ya da ben deliriyorumdur, ben, ben!” Sadi kızını daha fazla acı çekerken görmek istemiyordu, zamanının gelmediğini gayet iyi bilmesine rağmen Uzay ve karısını kıramamıştı, inanmak istemiyordu ve inanmayacaktı da şu an bu dünyaya ait değildi ve üstündeki tehditten bihaberdi.  Cebinden değneğini çıkardı ve Evrin’in önünde durdu, alnına dokundurduğu an yere yığıldı, Uzay çabuk bir hamleyle kavradı üçlü koltuğa yatırdı.

“Sadi ne yaptın sen!” Alya olanları anlamış eşine içten içe kızıyordu, Uzay itiraf etme işinin bozulduğuna üzülüyor ve oynadıkları oyunun daha fazla süreceğine kızıyordu belki de şimdi olanları anlayabilse Evrin ile tarihin görüp görebileceği en güçlü koruyucu takımını kurabilirlerdi ama maalesef bu artık olmayacaktı, Nermin ise bu işten en karlı çıkan kişiydi, kızının yanında kalmasını istiyordu, onu gerçek anlamda sahiplenmişti.

“Bir tanem Evrin bir süre daha Nermin’de kalmalı, hepiniz gördünüz ruhu gücünü kabul etmiyor, Uzay ile gece yaratığını öldürmek için kullandıkları ayini dahi inkâr etti.” Sadi doğruyu söylüyordu, herkes hemfikirdi bu konuda, Erdi durmayacaktı Evrin’i bulduğu ilk fırsatta öldürmeyi deneyecekti, şimdilik bir süre daha bu sır saklı kalmalıydı.

“Sadi haklı maalesef, bende isterim Evrin gerçekleri kabul etsin, sahiplensin, ilerde güçlü bir savaşçı olsun, fakat şimdilik benim yanımda kalmaya devam etmesi daha mantıklı.” Nermin de sözünü söylediğinde herkes ikna olmuş görünüyordu, Sadi odadakilerden onayını aldığında Evrin’in başucuna oturdu, değneğini tekrar baş kısmında döndürerek ayin sözlerini söyledi, hafızasının içine girerek bu gün içinde yaşadığı anıların bir kısmını rüya görmüş gibi gösterdi, onlara ait anılarını da bir siluet gibi bulanıklaştırdı ve son bir şey kalmıştı, küçük bir inanç tohumunu kızının ruhuna yerleştirdi, onunla bütünleşecek ve o gün geldiğinde yaşadığı her şeye inanacaktı.

---

Nermin; Alya, Sadi ve Uzay’ı kapıdan geçirdikten sonra mutfağa girerek akşam yemeklerini hazırladı, bu gün yaşananlar onu fazlasıyla korkutmaya yetmişti. Evrin’in evden gidecek olması onu fazlaca gaflete düşürmüştü, fakat kızının uzun süre daha yanında kalacak olması içinin bir nebze de olsa rahatlamasına yetmişti.

“Uyandın mı hayatım?” Evrin yatakta yarı uykulu bir vaziyette yatıyordu, hala yanında olduğunu görmek bile ona yetiyordu, Evrin sadece “Hı, hı!” Diyebilmişti çünkü.

“Hadi toparlan da salona gel akşam yemeği yiyelim.” Nermin tam arkasını dönüp odadan çıkacak iken Evrin’in “Annecim.” Demesiyle durdu. “Seni seviyorum.” Bir de peşinden öpücük atmıştı, Nermin’de aynı şekilde kızına karşılık verdi.

“Bende seni seviyorum, istiridyedeki incim.” Nermin hanım salona doğru ilerlerken içeriden gelen seslerle irkildi, temkinli adımlarla koridorun sonuna ulaştığında salonun ortasında beliren portaldan gelen yabancı adamlara karşılık vermek amacıyla mutfağa uğrayıp ekmek bıçağı almayı ihmal etmemişti.

“Evimden hemen çıkın!” Yabancı birkaç adamdan sonra içeriye giren kişi Erdi ’den başkası değildi, en son gelen kişi olsa da adamları öne geçmesi için ona alan açmıştı. “Sadece içerideki sünepeyi alıp gideceğim, canını seviyorsan yolumdan çekil.”

Nermin arkasına sakladığı ekmek bıçağını öne çıkarıp beceriksizce sağa sola savuruyordu, Erdi gördüğü manzara karşısında alaycı gülüşünü sergilemeden edememişti. “Kızımı götürmek için önce cesedimi çiğnemen gerek.”

“Bir sıradana göre fazla cesaretlisin, dağıtın burayı!” Erdi karşısındaki kadının cesaretine çok kısa bir süre de olsa hayran kalmıştı, sıradanların bir koruyucu karşında bile hiç şansı yoktu bunu bilmesine rağmen karşı koymaktan çekinmemişti, adamları silah sesleriyle evin tamamını hatta mahalleyi inletiyorlardı, rastgele açılan silahlardan saçılan kurşunlardan birin Nermin’ e isabet etmesiyle acı bir çığlık attı.

Açık portaldan geri giden Erdi ve arkasından susturdukları silahlarıyla adamları eşlik etmişti, hepsi gitmeden önce son kalan adamlardan biri kadının yanına katlanmış bir kâğıt attı.

---

Gözlerimi zorlukla araladığımda kaç saat uyumuş olabileceğimi hesaplamaya çalışıyordum, çok garip rüyalar görmüştüm hatta ona rüya denemezdi kesinlikle kabustu. “Uyandın mı hayatım?”

Annem kapıdan bana gülümsüyordu, boğazım uyumaktan dolayı kurumuş ve tuhaf bir tada bürünmüştü bu yüzden sadece “Hı! Hı” Diyebilmiştim. “Hadi bakalım toparlan da salona gel akşam yemeği yiyelim.”

“Annecim.” Tam arkasını dönecek iken dediğime durdu ve tekrar bana döndü. “Seni seviyorum.” Bir de peşinden öpücük attığımda gülümseyip aynı şekilde karşılık verdi.

“Bende seni seviyorum, istiridyedeki incim.” Annem salona doğru gittiğinde bende usulca yatakta doğruldum, her hanım tutulmuş olmalıydı, ayrıca gördüğüm rüya aklımdan bir türlü gitmiyordu. Kaçmaya çalıştığım ama başarılı olamadığım bir yol ve karşımda devasa yaratıklar vardı, Uzay’la el ele vermiş savaşıyorduk sonra okuldan sonra ona aşkımı itiraf ettiğim an geldi aklıma, o anda ellerimi suratıma kapatmaktan kendimi alamamıştım, Allahım ben nasıl öyle şeyler söyledim ya?

İçeriden gelen kaba erkek sesiyle evde yalnız olmadığımızı fark etmem uzun sürmedi, elime geçen sert bir vazoyu kapıp yavaşça salona doğru ilerledim, sesler yaklaştıkça artıyordu hatta birinin; “Bir sıradana göre fazla cesaretlisin, dağıtın burayı!” dediğini bile duymuştum, silah sesleri bütün evi inletirken annemin çığlığını duyabiliyordum, koridor duvarına çöküp kendimi gelecek olası mermilerden korumaya çalıştım.

Sesler kesildiğinde ne olacağını umursamadan ölmeyi dahi göze alarak salona koştum fakat etrafta kimse yoktu, sadece yerde kanlar içinde annem yatıyordu. “Anne ambulansı arayacağım ölmeyeceksin, bırakma beni.”

Yanına diz çökmüştüm gözlerimden yanaklarıma ulaşan göz yaşlarına lanet ediyordum, ellerim titreyerek telefonun tuşlarına basmaya çalışıyordu. “Alo! Annem ölüyor, ne olur çabuk gelin, gürbüz mahallesi 75 numaraya ambulans gönderin, annem vuruldu yalvarırım çabuk olun!”

Üstümdeki tişörtü çıkarıp yaraya bastırdım bu ambulans gelene kadar annemi canlı tutmaya yetmeliydi, hayatımdaki tek ailemi böyle kaybetmemeliydim. “Meleğim, bana bir şey, olursa.”

“Hayır annem bir şey olmayacak merak etme, ambulans yolda.” Gözyaşlarımın görüşümü bulanıklaştırmıştı, boşta kalan elimin tersiyle sildim, O kadar acı çekmesine rağmen gülümsemeye çalışıyordu, hep istiridyedeki incim derdi bana, annemde benim incimdi, hayattaki tek varlığımdı.

“Büyüyeceksin ve güçlü bir, koru…” Sözlerini tamamlayamadan ecel onu benden alıp götürmüştü, açık kalan gözlerini elimle kapattım. Son kez sarıldım, son kez öptüm, rabbimin onu bana tekrar geri getirmeyeceğini bilerek daha çok ağladım başında, yararı yoktu. Akşam üzeri eve giren şerefsizler bu dünyadaki en değerlimi hiç acımadan koparmışlardı hayattan.

Gözden kaçırdığım bir kâğıt parçası ilişti, annemin cansız bedeninin hemen yanında duruyordu, elime alıp katlarını açtım yazanı okudukça daha da bir dehşete düştüm, gelenler her kimse beni de öldürmek istiyorlardı.

“Sıra Sende…”

8. KRİTİK 24 SAAT

KRİTİK 24 SAAT

Gözlerimi açamıyordum ama beynim uyanmıştı, etrafımdaki sesleri duyabiliyordum fakat vücudum hareket etmeyi reddediyordu. En son evimin balkonunda yaşanan tuhaf bir 10 dakikanın sonunda bende kendimden geçmiştim, boğuklaşan sesler netleşirken gözlerimde karanlıktan ışığa doğru çekiliyordu, artık tamamen konuşulanları ve konuşanları görüp duyabiliyordum.

"Nasıl böyle bir şey olabilir doktor bey, bakın Evrin benim enerji ikizim. Yaptığımız birleşme ayini bizi öldürebilirdi ama öldürmedi bu da enerji ikizinin ben olduğunu gösterir, Alya teyze sende bir şey desene!" Sanırım yine astral seyahatteydim çünkü küçük bir odadaydık, masadaki isimliğe bakılırsa doktorun odasındaydık. Buraya yine nasıl geldiğimi bilmiyordum ama alışmaya da başlamıştım, beni hep görmek isteyeceğim yerlere çekiyordu, en yakın zamanda Erdal Bey'in günlüğüne bakmalıydım.

"Bakın Evrin tek bir gruba ait değil bunun hepimiz farkındayız, çift gruba ait olması herhangi bir sorunu da beraberinde getireceğini bilmeniz gerekiyordu." Doktor anneme bakarak büyük bir ciddiyetle konuşuyordu demek ki herkesin yıllar önce yaptıkları şeylerden haberi vardı, Toprak boşuna dememişti; 'karargâhta gücünle varsın.' Hiçbir şey saklı kalmıyormuş onu da anladım. "Toprak kimin oğlu?"

Annem doktorun iğnelemesinden çabuk sıyrılmış ve doktora cevap vermek için atılmıştı. "Selin ve Arda Özyavuz çiftinin oğlu, neden sordunuz?"

"Bunu tahmin etmeliydim." Son cümleden sonra doktor da dahil herkes sessizleşmişti, annem ile Uzay tahmin haklarını sonuna kadar kullanmış olmalıydılar ki bir şey söylemeye yeltenmiyorlardı bile. "İşte şimdi anlaşıldı, Sadi Bey'in asıl enerji ikizi Selin hanımdı, Alya hanımın da babanız. Siz nasıl Evrin ile enerji ikiziyseniz Toprak da öyle görünüyor ama ben her ihtimale karşı birkaç test daha yapacağım, Alya Hanım test için formu imzalamanız gerekiyor hastanın varisi olarak. Siz birleşme ayini yaptığınız için şu an ikisi bu durumda olabilir, sağlık değerleri hala normalin üstünde önümüzdeki 24 saat kritik, uyanmalarını bekleyeceğiz."

Hop! Doktor bozuntusu ben iyiyim, sadece şu an vücudumdan bağımsız geziyorum. Tabi ya, ruhum şu an gezgin, vücuduma ne oluyor Allah bilir. 'Ya ölüyorsam?' Kafama doluşan salakça fikirleri bir kenara atmaya çalışarak düşünmeye karar verdim. Toprak da babam da başkalarının düşüncelerine seslenebiliyorlardı, nasıl yaptıklarını bilseydim keşke.

"Hey ben iyiyim, alo!" Hala doktorla konuşuyorlar beni duymuyorlardı, tabi ya nasıl duyacaklar ki görmüyorlar bile. Uzay'ın önüne gelip suratının önünde ellerimi sallayıp duruyordum ama bu da bir işe yaramıyordu.

'Evrin beni duyuyor musun?'

"Toprak sen misin, uyandın mı, ne durumdasın?" Birinin sesimi duyduğuna sevinsem mi, duyan kişinin benimle aynı durumda olduğuna üzülsem mi bilememiştim, akışına bırakmaya karar verdiğim süreden sonra kafamın içinde yeniden sesi yankılandı.

'Hayır bütün vücudum felç geçirmiş gibi, kafam uyanık ama bedenim değil. Yardım edebilecek herkese ulaşmaya çalışıyorum ama olmadı sonra sen duydun sesimi.'

"Toprak, sanırım ölüyoruz." Bunu söylemek hiç içimden gelmemişti ama doktorun söylediğine göre 24 saat kritikti, içten içe ölüm korkusunun tüm ruhuma yayıldığını hissediyordum.

'Evrin neredesin sen, niye böyle konuşuyorsun?'

Doktorun masasına yaklaşıp önünde adlarımızın yazılı olduğu raporlara bakmaya başladım, Latince terimlerin arasında durumumuzu özetleyecek Türkçe kelimeler aramaya çalıştım ama nafile anlayamamıştım. "Astral gezginiyim ben, şu an annem doktorla konuşuyor odasındayım ve sana şunu söyleyeyim masada sağlık değerlerimize bakıyorum, maddelerin büyük çoğunluğu kırmızıyla işaretlenmiş, durum sandığımızdan da ciddi."

'Ne diyorsun Evrin, ölmek istemiyorum ben!'

Annem ve Uzay doktorun odasından çıkmaya hazırlandıklarında bende onları takip etmeye karar verdim, kapıdan çıktıkları gibi annem duvara çökerek ağlamaya başladı, içinde tutuyordu demek ki dayanamadım yanına çöktüm. Dokunmak istedim o an ama vücudum elinden geçip gidiyordu, keşke iyi olduğumu duyurabilseydim. "Kızıma annelik yapamadım, onun yanında olamadım. Doktor ölebilir diyor, kritik diyor, elimden hiçbir şey gelmiyor Uzay, anlıyor musun beni?"

Uzay da annemin yanına çöktü sarıldı, gözlerinden süzülen birkaç damla yaşı elinin tersiyle bir çırpıda sildi, güçlü durmak istiyordu eminim, daha çok sarıldı acısına ortak oluyor gibiydi. "Lütfen kendinizi üzmeyin, Evrin güçlü bir kız eminim bunu da atlatacak. Kolay kolay grip bile olmaz o, olsa da enerjisinden bir şey kaybetmeden atlatırdı, düşün Alya teyze ateşlendiğini bile bilmem sen gönlünü ferah tut."

O sıra doktor da odasından çıktığında Uzay'ın omzuna dokundu. "Benimle gelebilir misin, birkaç test yapmamız gerekiyor." Kendini bir çırpıda toplayıp ayağa kalktı, anneme de kalkması için yardım ettikten sonra tam doktorla gidecek iken tekrar anneme doğru döndü.

"Sen Evrin'in yanına git Alya teyze, bende işim bitince gelirim yanına."

---

"Saygıdeğer koruyucular, olağanüstü kurulu açıyorum. Biliyorsunuz isyanın üzerinden fazlaca zaman geçti fakat gece insanları kapalı kapılar ardında hala birtakım planlar dahilinde insanlara zarar vermek adına yapılanlara devam ediyorlar." Baş koruyucu eline aldığı zarfı sallamaya başladı, yüzü gülüyordu çünkü gece boyutunda alınan kararların bir kısmına dair önemli notlar bulunuyordu. "Şimdi sizlere toplantılarında geçen önemli konu başlıklarını okuyorum;

-Her bir koruyucu zırvalığına inandırılmış grup yeraltı insanına sağdık hizmetkar olarak tahsis edilecek.

-Sıradan grup adı altında olan topluluk sayılarının fazlalığından dolayı yarısı belirli soykırımlarla infaz edilecek.

Alt Madde: tercihen kendi yapımları olan nükleer silahlar ve teknolojik imkanlar.

Alt Madde: zekileri aralarından seçilerek aileleriyle gece insanlarına hizmet şartıyla yaşatılacaklar.

Alt Madde: sıradanlardan olma çocuklar yeraltı sakinlerine hizmet için eğitilecekler veya koruyucu yaratmaları için alt birime yönlendirilecekler.

-Alt birimler görevleri olan faaliyetler için belirli raporlar hazırlamaları ve bunu yıl sonuna kadar yönetim kuruluna rapor etmeliler.

Alt Madde: raporlar ek-2 formunda yer almaktadır.

-Askeri faaliyetler koruyucular ve sıradan guruba dahil olanlardan seçilecektir ve hafıza uzman ekibi tarafından yetiştirileceklerdir.

-Bu maddeler tekrar düzenlenebilecek olup mevcut düzen sonlandığında (DARBE) ilk hayata geçirilecek olanlardır.

Saygılarımla...

Yeraltı komite üyesi/Baş yardımcısı.

Sargun Gahte"

Baş koruyucu herkese maddelerin yer aldığı çıktıyı ve ek-2 formunu üyelere dağıtması için yanındaki görevliye verdi, koruyucu herkese dağıtmaya başladı. Kapalı kapılar ardında oluşan loncalara yeraltı insanlarından yetiştirilen casusları salmak akıllıca bir fikirdi, gururla yerine oturduğunda konsey üyeleri ellerindeki belgeleri madde madde inceliyorlardı.

"Yeraltı sakinleri insanların teknolojik savaş makineleri ve nükleer teknoloji konusunda bu kadar ileri gittiklerinden nasıl haberleri olur, aşağıya en az bilginin sızması için elimizden geleni yapmamıza rağmen." Konsey üyesi Derin Hanım işi biraz hafife alıyor gibi duruyordu, odadaki herkes ona doğru bakmaya başladığında 'ben fikrimi söyledim' dercesine ellerini kaldırıp koltuğuna iyice yaslandı, Ömer Bey ellerini masanın üstünde birleştirerek masaya doğru eğildi.

"Sayın konsey üyeleri olası bir darbe bildirisi sonrası yeni anayasalarının maddelerinin bir kısmını ellerinizde tutuyorsunuz, yeterince açık görünmüyor mu? Olası bir savaş yakın henüz ne planlıyorlar bilmiyoruz ama ipucu için maddeleri daha iyi incelemenizi istiyorum sizden. Alt madde olarak tercihen nükleer silahlar veya teknolojik imkanlar diyor Derin Hanım sizde dikkat ederseniz." Ömer bey, konsey üyesi Derin hanıma sert bir gönderme yapmayı ihmal etmemişti, odadaki herkes yeraltı sakinlerini hafife alıyordu, aradan geçen onlarca yüzyıldan sonra bile onlardan geldiklerini unutmaya başlamışlardı, Gece halkı da bunu istemiyor muydu zaten.

"İnsanlığı birbirine düşürüp nükleer silahlarını kullanacak raddeye getirip 3. Bir dünya savaşına sürükleyebilirler, teknolojik imkanları kullanarak ülkeler arası sahte siber saldırılarla birbirlerine kışkırtabilirler, kendinize gelin koruyucular biliyorsunuz ki elimizdeki telepat koruyuculardan kat be kat iyiler, biraz düşünün."

Herkes birbiri ardına fikirlerini dile getirmeye başlamışlardı ki kapı tıklatıldı, Ömer Bey'in 'Girin!' komutuyla nöbetçi koruyuculardan biri elinde zarfla içeri girdi. "Üzgünüz efendim ama önemli olmasa gelmezdim Arda Bey'e ulaştırmam gereken acil bir zarf var efendim."

Ömer bey kafasını olumlu yönde salladığında nöbetçi koruyucu hızlı adımlarla elindeki zarfı Arda Bey'e teslim etti ve odadan ayrıldı. Elindeki zarfı el çabukluğuyla yırttı içinde yazanlar bir hayli önem taşıyordu, zarfı Ömer Bey'e uzattığında okuması için zaman tanıdı. "Efendim biraz erken ayrılmam gerek izninizle." Arda Bey ayağa kalktığında hala gitmek için bir komut bekliyordu, elini çabuk tutmalıydı.

"Sorun değil birazdan toplantıyı sonlandıracağım bende, elimizdeki en iyi telepatlardan biri o kurtarmadan buraya dönme."

"Peki efendim."

---

Odada sanki cansızmış gibi yatan bedenlerimiz, karşıdan bakan ruhum ve o ruhun içinde hapis bir ben. Sesimi kimse duymuyor, kimseye dokunamıyordum iyi olduğumu nasıl söyleyebilirdim ki zaten Toprak dışında duyan yoktu, hoş o benim kadar bile şanslı değildi. Şu an karşımda cansız duran bedenine ruhu hapsolmuş gibiydi, annemse bedenimin yanına çökmüş kafasını koluma yaslamış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, sanki kimsenin elinden bir şey gelmiyordu, doktor bile sürekli test yapıyor halimize bir sonuç, bir çözüm bulamıyordu.

'Evrin sanırım bir şey buldum.'

Kafamın içinde Toprağın sesini duymamla duvarla boş boş bakışmayı bırakıp, düşüncelerimin derin çukurundan çıkmayı başardım. "Ne buldun?" Cevabımın onu bulmasını umut ediyordum ki cevabın gelmesi çok da uzun sürmedi.

'Ruhumu en azından senin gibi gezgin olarak bedenimden çıkarabilecek ayini ama yardımın lazım.'

Hah! Yarım saattir burada tek başıma kafayı yiyecektim, yoksa 1 saati geçti mi? İnanın bunun cevabını ben bile bilmiyordum. "Nasıl bir yardımdan bahsediyorsun?" Yani düşüncelerime seslenmesinden daha iyidir diye düşünüyordum, bu hale beraber gelmiştik sonuçta değil mi?

'Bedenimin yanına gidip ben 'şimdi!' Dediğimde ruhumu ellerinle bedenimden çekip çıkarıyormuş gibi yapman gerekiyor.'

"Efendim?" Ne diyor lan bu? Tuhaf bir yöntemdi ama ayin bunu yapmamı gerektiriyorsa denemeye değerdi, ah ne diyorum ben? Ruhu bedenden çıkarmak mı?

'Sen bedenimin yanına gel yeter, geldin mi?'

"Sen açıklamaya çalışırken geldim bile, durma ayini yap, bana komut verirsin." Bekleme süresini doldurmak için biraz inceledim, nasıl oluyorsa benden daha iyi görünüyordu durumu, iri sağlıklı cüssesini şu an görse şükreder diye düşünüyorum, aman bende ne çok şey düşünür oldum bu ara.

'Evrin şimdi!'

Omuzlarına doğru ellerimi bedeninin içine soktum, evet tutuyormuş gibi. Oha lan! Sanki ince bir şey onu çekmem için ellerime dolanıyormuş gibiydi aniden dışarı doğru bir hamle yaptığımda sendeleyip yere düştüm, kafamı biraz kaldırdığımda sanki ruhunun yarısı vücudundan dışarıda gibi görünüyordu.

"Sanırım başardık ama kollarımdan tutup geri kalanımı da çıkarman gerekiyor, gezgin olan sensin sonuçta." Tuhaf bir şekilde canım yanmıştı, ruhum yaralandı herhalde yani bedenim yan tarafta yattığına göre. Yerden kalkıp Toprağın ruhunun uzattığı kollarına dokundum, ciddi ciddi dokundum! Ruhlar birbirine dokunabiliyormuş.

Kalanını bedeninden ayırmak için çektiğimde kendime doğru verdiğim karşı ivmeden dolayı yere yığıldık ama manzara direkt üstümde bir nevi çullanmış gibi gözüken Toprak ve yerle kankalığını ilan etmiş bir ben, kollarından destek alarak mesafeyi dudak payına kadar indirdi.

Of be! Zevk-i Sefa yaşıyorum resmen anasını satayım, gelsin öpsün diye bekliyorum sanki. Ani bir refleksle üstümden atmaya çalıştım, pek başarılı olabildiğim söylenemezdi ama kendi isteği olduğu belliydi yanıma doğru uzandı. "Haylaz kız, seni öpmem için yalvardın değil mi?"

"Saçmalama be! Düşük bütçeli yaz dizisi çekmiyoruz burada canım, bedenim ölürken senin arsız ruhunla uğraşamam, sen önce benim sayemde ruhun rahat rahat dolaşıyor ona dua et." Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı, bende bu rezilliğe bir son vermek adına ayaklandım, en büyük tesellim bunu ben ve Toprak dışında kimsenin görmüyor olduğuydu. "Sen baya haklıymışsın lan biz ölüyoruz gerçekten, şu suratlara bak renk kalmamış. Hay sıçayım böyle işe seni bulmuşken olanlara bak."

"Beni derken?" Ben soru soran bakışlarımı Toprağa yollarken ondan bana ulaşan 32 diş sırıtışının arkasından gelen gülen suratının düşüşüydü, ani ruh değişimlerine kısa bir volta anı eklendiğinde artık gerçekten ne diyeceğini merak etmiştim.

"Sen gerçekten bizim dünyamıza cahilmişsin, hala gelmiş geçmiş en güçlü koruyucu takımını kuracak zamanımız var genciz tamam mı? Ayrıca çift gruba aitsin bunu da doğru eğitimle potansiyelini 3-4 katına çıkarabileceğimiz anlamına gelir, ayrıca enerji ikizime yeni kavuştum bu kadar erken ölemem."

"Ha! Senin niyetin güç, şimdi anlaşıldı." Gözlerimi ona karşı özellikle belirterek devirdim, tek düşündüğü şey bu muydu yani? Kendi bedenimin yatağına gitmek için yeltendiğimde önüme geçip beni durdurdu.

"Evrin beni yanlış anladın asıl niyetim güç ve itibar kazanmak değil ama istedim, sende istemez miydin? Bak benim istediğim sadece beni gerçekten anlayacak yanımda olacak bir dosttu o kadar, sonra koridorda yolunu kaybeden o kız yıllardır içimi kemiren derdime ortak oldu, şimdiyse benimle ölüme yürüyor." Ellerime sıkıca yapıştı, gözlerini bir saniye de olsun benden ayırmadı, içten söylediğini anlatmaya çalışıyordu fakat bu zaten gözbebeklerinden anlaşılıyordu, yardıma ve ilgiye aç küçük bir çocuk gibiydi ruhu, büyümeyi bekliyordu sadece.

"Tamam bak şimdi bunları konuşmayalım tamam mı, biliyorsun ölmek gibi acil bir sorunumuz var." Deyip ellerimi Toprağın ellerinden kurtardım, yatakların karşısındaki duvara çöktüğümde o da benim yanıma yere oturdu. Tam sonunda sessiz olduğuna sevinirken kapı büyük bir gürültüyle açıldı, içeriye doğal sarışın olduğu bariz belli olan bir kadın girdi.

"Önce senin yüzünden Sadi, sonra kızın yüzünden oğlum bu halde, nedir benim sizin ailenizden çektiğim söylesene!" Ov, ov, ov! Resmen kan kusarak içeri girmiş ve yatağımın yanındaki annemi kaldırıp yaka paça orta boşluğa çekmişti, şaşkınlıktan bizde yerden kalktık. Sanırım Toprağın annesi Selin hanımdı bu, annem önce üstündeki şoku atmak adına biraz soluklandı sonrasında Selin hanımın ellerini kendi üzerinden attı. "Selin önce biraz sakin ol her şeyi açıklayacağım, öncelikle Toprak, Evrin'in enerji ikizi"

"Ne!"

"Ne!" Selin hanımla birlikte kısa süreliğine aynı şaşkınlık ifadesini verdikten sonra doktorun söyledikleri aklıma geldi, durumun sadece varsayımlardan ibaret oluşunu göz önüne alarak verdiğim tepkiden vazgeçtim ama Toprak bu durumu kendi tarafına çekeceğe benziyordu. "Sen niye şaşırıyorsun ki bu başından beri belliydi ama neden benim yerime Uzay'ı senin yanına gönderdiler onu düşünüyorum."

"Bende bilmiyorum ki?" Annem, Selin hanımı kenardaki koltuklara oturttuktan sonra üstündeki ilk şaşkınlığı atlatması için zaman tanıdı. "Sanırım şimdi öğreneceğiz." Oturdukları koltuklara doğru ilerledik ikisini de net görebileceğimiz bir konum bulduktan sonra konuşmalara kulak kesildik.

"Bu nasıl olur, hani enerji ikizinin Uzay olduğunu söylemiştiniz herkese, küçükken gizlice Evrin'e götürdüm eminim demiştin?" 'Ne!' Uzay beni onu tanımdan önce bile tanıyor muydu? Gerçek annem her nasılsa beni görmenin bir yolunu bulmuş olmalıydı, bana çaktırmadan takip edebilmeleri fazla mucizeydi, içten içe tebrik edesim gelmişti.

"Aslında asıl karışıklık burada başlıyor zaten, Uzay nasıl Erdi ile benim aramda kalan bağın mirasçısıysa Toprakta seninle Sadi'den kalan bağın mirasçısı. Uzay'ı bulmamız tamamen tesadüftü, biliyorsun Sadi'nin öngörü yeteneği sayesindeydi hatta." Selin hanım kendine düşünüp idrak edecek kadar zaman tanıdı fakat Toprak annesinden daha fazla konuşmaya hevesliydi sanırım.

"Yani aslında her şey Sadi amcanın öngörüsüyle başladı, eğer tam tersi olsaydı benim başıma gelenler Uzay'ın başına gelebilirdi, vay canına benim bile kafam karıştı. Aslında enerji üçüzü çok mantıklı bir teri olabilir, aman be! Nasıl bir şeyin içine düştük böyle?" Toprak yanımdan kalkmış odanın içinde volta atarak bin bir türlü teoriler üretiyordu, nasıl bir şeyin içine düştüm ben böyle. Aslında her gün bende bunu düşünüyordum.

"İnan Alya kafam çok karıştı, peki neden bu haldeler o zaman, doktorun kapısını çaldım ama yerinde yoktu." Ben de dahil herkesin deli gibi merak ettiği konu da buydu, bir şekilde bu halde olmamızın sebebini bilmek istiyordum. Toprak olayların gidişatına benden daha meraklı gibiydi hala kendince volta atıp teoriler üretmeye devam ediyordu, şu an onu dinlemektense anneme odaklanmayı seçecektim.

"Evrin ve Uzay birleşme ayinini tamamlamışlar ama aynı zamanda Toprakla da enerji ikizi olduklarından özleri birbirine çekilmek istemiş, ikisini Uzayla balkonda bulduğumuzda bilinçleri kapanmak üzereydi. Yani uzun lafın kısası şu; onlara güç veren enerjileri karşıt ayin yüzünden onları öldürüyor." Odadaki herkes ağzı beş karış açık annemi dinliyorduk, sonunda Toprak da volta atmayı ve kendince teoriler üretmeyi bırakıp yanımda bitmişti, anasını satayım durum bu kadar karmaşık mıydı ya! Yanımda biten Toprağa baktım o da en az benim kadar şaşkın görünüyordu. "Bak bunu bende beklemiyordum." Demekle yetindi sadece, benimse söyleyecek bir şeyim yoktu.

"Ee, peki şimdi ne olacak?" Aha bak en doğru cümleyi Toprağın annesi kurmuştu, odada bulunan herkesin aklındaki tek bir soruydu. Kapı tekrar gürültüyle açıldı hışımla içeri tanımadığım biri girdi. "Kurul toplanmıştı, yeni aldım haberlerinizi iyiler mi?"

Toprağın cüsse bakımından kime benzediğini anlamıştım, aynı babasının kopyasıydı. Annemlerde irkilmiş kapıdan giren Arda Bey'e bakıyorlardı, üstlerin ilk şoku atıp kocasına sarılan Selin Hanım olmuştu. "Doktor 24 saat kritik demiş, Alya anlattı biraz olanları doktorla konuşmuş." Birbirlerine destek oldukları anlaşılıyordu Toprak aile konusunda çok şanslıydı, nasıl sevdikleri gözlerinden okunuyordu.

"Sende benim gibi tek çocuk musun?" Diye bir soru yönelttim, o da gözlerini anne ve babasından çekti ve bana bakmaya başladı. "Hayır, benden 4 yaş küçük bir kardeşim var." Anladım anlamında kafa salladım, en azından yalnız değildi her zaman yanında olacak biri daha vardı en azından, bende bir kardeşim olsun isterdim aslında.

"Ha bu arada, Sadi'nin nerede tutulduğunu öğrendim, Alya sende gelirsin diye düşünmüştüm eski takımdan birkaç kişiye de söyledim hemen geliriz dediler, sen ne dersin eski Alfa Takımı usulü." Belirsizlik hissiyatının yanında yeşeren sevinç tohumları ilk hasadını vermişti, bunun sonucunda ani refleks olarak dokunabildiğim tek kişi olarak Toprağın ruhuna sarıldım, gerçekten sevinmiştim ve biriyle paylaşmam gerekiyordu.

"Senin adına çok sevindim." Zaten ufak tefek bir şeydim, tamamen Toprağa kendimi gömmüştüm. "Ama Evrin?" Annem beni yalnız bırakmak istemiyordu anlaşılan ona da hak veriyordum, kızı yaşam savaşı veriyor kocası hainin elinde esir tutuluyordu, annemin yerinde olmak istemezdim.

"Ben çocukların yanında kalırım, Alya sen git Sadi'nin sana ihtiyacı var." Selin hanım annemin ellerini avuç içlerine alarak onu telkin etmek istedi, kafasını 'merak etme' dercesine salladığında annem az da olsa tebessüm etmeyi başardı. "Hadi o zaman hemen gitmemiz gerek."

"Çocuklarımız sana emanet." Annem, Arda beyle apar topar odadan ayrıldılar, bende hala Toprağa koala gibi sarılmış haldeydim onun da sesi çıkmıyordu, halinden memnundu sanırım.

"Yeter kız sıktın çok uyuştu kollarım." Gülerek kendimi iri cüssesinden ayırdım, kollarını silkeleyip kan akışını sağlıyormuş gibi yaparken bir yandan da kahkaha atıyordu, kendimi yeniden duvar dibine attım. "Toprak ismi çok güzel, kim koymuş adını." Diye bir soru yönelttim konuyu dağıtmak adına.

"Annemin dedesinin ismiymiş, döneminin en iyi koruyucu takımını yönetiyormuş hatta bir dönem doğu karargahının baş koruyuculuğunu yapmış, sanırım kaderim de ona benzesin diye koymuşlar. Peki senin adını kim koymuş çok değişik Evrin, anlamı var mı ondan bile şüpheliyim."

Toprak öyle aniden sorunca biraz düşünmem gerekti, açıkçası bende bilmiyordum merak edip internetten anlamına bile bakmıştım, sadece türemiş bir isim olduğundan söz ediyordu. "Nermin annem hep şey derdi; aslında ismini Evrim istemiştim ama kimliğe yanlış yazmışlar, bende böyle biliyordum tabi şimdi gerçek anneme sormam gerek, en doğru cevabı onun vereceğinden eminim."

Ben öyle dediğimde bir durdu ne diyeceğini bilemedi, sanıyorum onun da verecek bir cevabı yoktu. "Peki şimdi ne olacak, yani bize?"

Şimdi de benim buna verecek bir cevabım yoktu, bir yandan sakladığı birçok sırla beni ters köşeye yatırmış, hayal kırıklığına uğratmış Uzay. Diğer yandan yeni tanıştığım, hakkında yeni yeni bilgi sahibi olduğum bir adet Toprak duruyordu. Şu geçen 1 hafta dane çok şey yaşamıştım, önce ailemin tamamen başka insanlar olduğunu ve hayatta olduğum 23 yılın yalanlardan ibaret olduğunu öğrenmiştim dahası yeryüzü koruyucusu olduğumu ve başımda beni öldürmek isteyen Uzay'ın babası olduğunu da yeni öğrendiğim Erdi şerefsizi olduğunu öğrenmiştim. Başkası olsa aklını hala nasıl normal tutabilirdi, bakın işte bundan şüpheliydim. "Bunu en az senin kadar bilmiyorum." Deyiverdim.

"Peki şu takım kurma işine ne diyorsun? Bakma bana öyle madem başka kimseyle konuşamıyoruz en azından zaman geçsin." Aslında güzel bir konuya değinmişti, Aslı denen o şırfıntının bile takımı vardı, biz niye şöyle iyi bir takım kurmuyorduk ki?

"Ben olumluyum bu işe, bir de yeryüzü oyunlarınız varmış galiba Ömer Bey duyuru yaptığında bende oradaydım, nasıl güzel oluyor mu?" Ben okey dediğimde gözleri nasıl sevinçle açıldıysa beni de heyecan sarmıştı, demek ki eğlenceli bir şeye benziyordu şu oyunlar. "Güzel olmaz mı, eğlenceler oyunlardan 3 gün önce başlıyor o zaman diliminde birebir düellolar çok oluyor, bir nevi güç gösterisi gibi düşün rakiplere gözdağı veriyorlar, hatta oyunlardan bir gece önce kokteyl partisi bile oluyor çok seveceksin."

Parti mi? Pek parti seven bir tarafımın olduğunu söyleyemezdim, ben kendi lise sonu partime bile Uzay'ın zorlamasıyla gitmiştim. Okulda biraz müzikli eğlenceye bir de parti demişlerdi, kepleri atıp hocalarla fotoğraflar çektirip evlere dağılmıştık. "Parti sevmiyorsun anlaşılan."

Düşünürken yüzümü buruşturmuş olmalıyım ki Toprağın dikkatini çekmeyi başarmıştım, kafamı 'evet' anlamında salladığımda anladığını belirttikten sonra kafasını duvara yasladı. "Olsun belki beni kırmazsın, bende pek parti sever biri değilim, eşlik edecek kimseyi bulamadığımdan da olsa gerek." Uzaklara daldığında yalnız geçirdiği partileri düşündüğünü anlayabiliyordum, üstelememe kararı aldım, gideceğimden şüpheliydim ama bir yanımda deli gibi merak ediyordu.

Kapı açıldığında Toprakla birlikte düşüncelerimizden sıyrılıp gelenlere baktık. Doktor, Uzay ve bir hemşire ile giriş yaptıklarında Selin Hanım da oturduğu koltuktan kalktı, hemşirenin elinde iki iğne ve dosyalar vardı. "Doktor Bey nasıl durumları?"

Selin hanım bir cevap bulmak umuduyla doktora soru sorarken hemşire dosyaları yatakların yanındaki komodinlere bırakmıştı, en az Selin Hanım kadar bizde meraklıydık. "Gerekli bütün tetkikler yapıldı, uyanmaları için tek bir çözüm var Uzay gerekeni yapmalısın."

Uzay ve hemşire benim yatağıma geçerken doktor da Toprağın yatağının başındaydı, Uzay değneğini çıkarıp anlamadığım dildeki ayin cümlelerini kurmaya başladı. "Toprak ne yapıyorlar söylesene?" Şaşkınlıkla bana döndü. "Ayinle birleştirdiğiniz bağları koparıyor."

Uzay söylediği her bir kelime de daha da yükseltiyordu sesini, ruhumun bedenime geri çekildiğini hissediyordum, zaten çok geçmeden gözlerim artık odaya değil karanlığa teslimdi. "İğneyi yapalım." Ne olduğunu anlayamadan kolumdan vücuduma yayınlan sızı tüm bedenimi ele geçirmeyi başarmıştı, nefesimin kesildiğini hissediyordum, sanki bedenim nefes almak için çırpınıyordu.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

_iirazz Biraz deli dolu fazlaca duygusal, burada huzurdan çok hüzün var... Kimse kimseye iyi gelmezken kitapların ilaç gibi geldiğini söyleyen bütün insanların sesiyim, karakterleri içselleştirip onlarla yaşayan kesimin sessiz çığlıklarıyım. (NEFES/SIR) Nefes'in hazin dolu çocukluğuyum, (YERYÜZÜ KORUYUCULARI) Evrin'in bitmek bilmeyen hırsıyım, (A TAKIMI) Nisanur'un samimiyetiyim, (EZGİ'NİN WHATSAPP GÜNLÜĞÜ) Ezgi'nin çılgın arkadaşlarından biriyim. Şiirlerimin (HER YER SEN!), Röportajlarımın (ÇATKAPI HABERCİ) arasında yaşayan, kendi yazdığım kitaplara bile müdahil olmaya çalışan kendi halinde bir yazarım... Profilime Gelip Bir Uğradın, HOŞGELDİN.