HİPNOZ ALTI GEÇMİŞ

Ala Akanca, korkunç ve travmalarla dolu geçmişine rağmen zekasıyla ön plana çıkan bir bilim insanıdır. Babasından miras kalan bir projeye hayatını adayan Ala, sonunda bu projeyi tamamlar. Fakat bir şey eksiktir. Denekler gerekliydi. En yakınındakilerin üzerinde "muhteşem" icadını kullanan Ala'nın ne derece bir hata yaptığı farkına geç varılan bir detaydır. Çünkü Ala'nın ileri düzey hipnoz sağlayan sarkacı beş deneğini tamamen robotlaştırmıştı. Ala, bu durumu fark ettiğinde çözüm bile üretemeyecek kadar akli dengesini kaybeder. "Hipnoz" ve "Deney" kelimeleri adı altında geçmişini bu beş kişi üzerinden tekrar yaşamaya çalışan Ala Akanca hiç beklemediği bir sürprizle karşılaşacaktır. ~ Yarışma için yazılmıştır. Hikaye Psikoloji/Bilim Kurgu türlerindedir. Akli dengesi yerinde olmayan bir karakteri ele almaktadır ve dolaylı olarak şiddet sahneleri içermektedir.

Eylül 10, 2021 - 21:50
Mart 23, 2023 - 11:59
 0
HİPNOZ ALTI GEÇMİŞ

Derin bir soluk alıp şaheserime bir göz attım. Sarkaç üzerinde ona odaklanacak gözleri etki altına almak için tasarladığım özel kırmızı ışık kapalı duruyordu. Radyoaktif maddelerin çokça kullanıldığı geliştirilmiş hipnoz cihazım mükemmel gözüküyordu. Bronz rengi üzerine sarı işlemeler sanki eski bir saatin sarkacı gibi gösteriyordu onu. Ancak çok daha şahane olduğuna emindim. Çünkü yuvarlak kısmın ortasında şu an soluk olan kırmızı kristal son deneyimdi.

Bir teknoloji harikası...

Hayranlıkla iç çektim ve laboratuvarımın en solundaki merdivenlerden yukarı çıktım. Yalnız yaşadığım ferah evimin camlarından güneş bana göz kırpıyordu. Boydan boya cam kaplı duvarlara montelenmiş çerçevede oldukça pozitif bir fotoğraf vardı. İçlerine boya kalemiyle yeşiller kattığım kumral saçlarıma taktığım beyaz bandana ve cici kız elbiseleri fazlasıyla uyumsuzdu. Yine de suratımdaki gülümseme dikkatleri bu çelişkiden iki pembe topa ve yay şeklindeki pembe çizgiye çekiyordu. Yanımda bana sarılmış babam, ona kollarını dolayan kız kardeşim, kız kardeşimin saçlarını karıştıran ağabeyim ve iki kardeşime arkadan sarılarak gülümseyen annem bu mutlu aile tablosunu tamamlıyordu. Öfkeyle kaşlarımı çattım ve çerçeveyi her günkü gibi yere attım.

Cam kırıkları yere yayılırken bir anda gözlerim doldu. Öfke ve acıyla bir çığlık attım. Kendimi mavi kanepeye atarken gözyaşlarım yanaklarımda süzülüyordu. İç çekişler ve hıçkırıklar arasında uyuyakaldım.

~

Hoşnut mırıltılarla ve ay şeklindeki tavan lambasının ışığının yüzüme vuruşuyla uyandım. Yanaklarımdaki koca kütlenin ağırlığını gidermek için yüzümü yıkadım. Rahatlamayı doyasıya yaşadım. Dağınık bir ev topuzu, eşofman ve tişörtle bahçeye çıktım. Bu sokak tarzının aksine elimde çok pahalı bir çanta, içinde de gelirimin yüzde seksen beşini yatırdığım hipnoz cihazım vardı. Babamın yüklü mirası ve bilim insanı oluşum düşünülürse bayağı para harcamıştım yani. Umuyordum ki emeklerimin karşılığını bulurdum. Bu yüzden dışarıdaydım.

Temiz havanın kokusu ciğerlerimi doldururken kulağıma dolan makine sesi tüm huzurumu bozuvermişti. Kuş cıvıltılarının yerini alan çim biçicinin sesi kulaklarımı tırmalarken dişlerimi sıktım. Aynı anda kafama dank eden şeyle gözlerim parladı. Belki... Onu burada deneyebilirdim!

Mustafa amca kulaklarında kulaklığıyla çimleri biçerken kırmızı tulumunun omzunu setçe çekiştirdim. Yüzümde sevimli gülümsememle Mustafa amcanın kırışmış yüzüne baktım. "Mustafa amca, bir kenara gelsene!" Mustafa amca kendisinden ödün vermeyerek "Olmaz Ala kızım, iş başındayım. Eğer şu çimleri ben biçmezsem kim biçecek? Caminin imamı mı? Oyalama beni." dedi.

Yüzümü astım. "Ama bak, sana Cemre'nin büyük sırrını söylerim." dedim başını eğip makineyi açarken.

Bir anda pimi çekilmiş gibi bana döndü. "Cemre hayırsızının ne sırrı varmış benden gizli?" Cemre onun torunuydu ve gerçekten çok üstüne düşüyordu.

Üzgünüm Cemre ama büyük sırrını ifşa etmek zorundayım.

Bir ıslık öttürdüm. "Hem de ne sır!" Bana o deve gözleriyle bakarken tırsmamam mümkün değildi. Adamın bam teline basıyordum ama hayırlı bir amaç içindi. "Eğer benimle bir kahve içersen söylerim." diye sözlerimi tamamladım.

Mustafa amca şüpheyle kıstı gözlerini. "Neden benimle kahve içmek için bu kadar ısrarcısın kızım?"

Omuzlarımı silktim. "Çok yalnızım."

Gerçekten çok yalnızdım. Ailemin ölümü üzerine beni amcam ve yengem sahiplenmişti ama büyüyünce eski evime dönmek istemiştim. Tüm o kötü anılar gözümün önünden geçerken gülümsemem titredi.

Gözlerini bir süre çimlere dikti. Sonra bana çevirdi. "Tamam."

Sevinçle el çırptım ve heyecanla adamın kollarına asılıp içeri çekiştirdim. Şaşırsa da bana uyup mutfağa geçti. Mutfak, salondan önce geldiği için cam kırıklarını görmemişti. "Salon biraz dağınık da amcacım, bu yüzden getirdim seni buraya." dedim mahcup bir ifadeyle.

Hiçbir şey demedi. Sadece beyaz sandalyeye oturdu. Ben ona bir dakika işareti yapıp çantamın fermuarını açtım. Onun bakışlarını hissedebiliyordum. Çantadan çıkardığım sarkaçla ona döndüğümde kaşlarının havalandığını görebilmiştim. "Sadece kahve-" derken sözünü kestim. "Bu sarkaçtan gözlerini ayırma, sana Cemre'nin sırrını söyleyeyim." Bir iç çekti ve başıyla onayladı. Sessizce "Zamane veletleri." deyişini duyabilmiştim.

Hevesle sarkacın çevirme kolundan onu etkinleştirdiğimde kırmızı kristal parladı. Bu sarkacın olayı hızla sallanırken hem beyni yorup hem gerçeklik algısını kaybettirmesi, bu sırada kırmızı taşın yolladığı zararlı nükleer dalgalarla beyin hücrelerini uyuşturup muhakeme gücünü zayıflatmasıydı. Böylece beyin emre açık hale geliyor, hipnozu uygulayan ne derse yapacak hale geliyordu. Normal sarkaçlarla uygulanan hipnozlardan farklıydı. Tabii teoride... Gerçekte ne olacaktı bilemiyordum.

Etkinleşen sarkacı Mustafa amcanın göz hizasına tuttum ve "Gözlerini kırmızı taştan ayırma." diye fısıldadım. Yutkundu ve kırmızı taşa iyice odaklandı. Ben de sarkacı sallamaya ve o ritmik sesin kulaklarıma doluşunu dinlemeye başladım.

Kırmızı taş parlıyor, parladıkça karşımdaki adamın gözlerinin feri sönüyordu. Nihayetinde hazır olduğunu hissettiğimde "Çim biçiciyi parçala!" dedim.

Bana boş gözlerle baktı, ayaklanarak kapıya yürüdü. Arkadan takip edip işe yaraması için dua ediyordum.

Bahçeye ulaştık ve o, birden makineye doğru atıldı. Eli kabloyu kavradı, biçiciyi sıkıca geriye çekti ve makineden tuhaf sesler gelmeye başladı. Gördüğümle şok oldum.

Bir elini kesici kısma sokmuştu.

Aklıma gelen hatırayla sarsılıyordum.

"Baba, baba dur!"

Babam durmuyor, kız kardeşim Sanem'i sıkıca kavramış bahçeye sürüklüyordu. Annem kendini yere atmış yalvarıyor, ağabeyim Mert babamın elini gevşetmeye çalışırken suratına yumruğu yiyor.

Bense sadece izliyorum.

Çim biçici çalışıyor

Babam Sanem'in elini daha da sıkı kavrıyor.

Annem ağlıyor...

Mert inliyor.

Ben izliyorum.

Makineden sesler geliyor.

Sanem'in elsiz kolundan kanlar süzülüyor.

Hıçkırıklarla sarsılıyordum. Mustafa amca makineyi çalıştırıp elini içine sokarak çim biçiciyi bozmuştu. Hipnoz işe yaramıştı. Hıçkırıklarım kesildi. Gülmeye başladım. Başarmıştım!

Bir anda babamın sözleri kafamın içinde dönmeye başlıyor.

"Başladıysan devamını getir."

Ancak madem başarmıştım, burada bırakmak olmazdı değil mi?

~

Listeyi gözden geçirdim. İçim içimi yiyordu. Mustafa amcanın telkini hâlâ devam ediyordu. Bu kısmı böyle planlamamıştım. Yine de işime yaramıyor değildi.

Telkinin devamlılığını garantilemek için orijinal taşı parçalayıp bir bilezik haline getirmiştim. Çok küçük bir parça dahi işimi görürdü.

Bu parçalardan kırıntı boyutunda bir parça yere düştüğünde, neden bilmiyorum, garip bir içgüdüyle o parçayı çarpık dişlerimin arasına sıkıştırmıştım.

İşleri yapan adama bir göz attım. Kolundaki bandaja değmemeye özen gösteren gözlerim boş irislerine takıldı. Dün laboratuvarda geçirdiğim bir süreden sonra cihazımın bir hipnoz yapıldıktan sonra hep açık kaldığı, beyni yoran sarkaç olmasa da radyoaktif dalgalar yayan kimyasalın muhakeme gücünün geri kazanılmasına engel olduğunu anlamıştım. Bu yüzden boynuma taktığım sarkaç ve bedenimi koruyan özel kıyafetlerimle birlikte gün yapmaya geldiklerini sanan kadınları bekliyordum.

Birkaç saat sonra, her şey mükemmel olunca, deneklerim gelmişti.

Kapıdan içeri giren güzel giyimli kadınlar evimi bir kusur ararcasına süzerken onları içeri buyur ettim. Selamlaşma faslından sonra Berivan "Kız sen varken neden koskoca adam iş yapıyor? Beli falan ağrımıyor mu bu adamın? Hem kolu da sakat, yazık kız!" diye cumburlop atladı.

Zorlukla gülümseyerek "Bu yüzden para alıyor ya güzelim! Ek iş yapmak istedi, ben de kabul ettim." diye toparlamaya çalıştım. Mina "Haklı yani, madem zorlanacak kabul etmeseydi! Neyse, alt tabaka içi birbirimize düşmeye değmez. E, ayda yılda bir gördüğümüz arkadaşımız ne yapıyormuş?" dedi. Ben daha ağzımı açamadan Elif tiksinti dolu bakışlarla hemen laf attı.

"Kıyafetin ne öyle? Çok demode!"

Göz kırptım. "Ben Kaliforniya modasına uygun giyiniyorum güzelim."

Kaliforniya...

Eski bir hayal.

"Tatlım, baban işlerini bu proje sayesinde yoluna koyacak ve biz Kaliforniya'ya gideceğiz. Muhteşem bir maceraya hazır mısın?"

Berivan, Elif'inde benden yana olmasıyla sessiz kaldı. Mina atıldı. "Harbi senin bir haberin vardı. Ne oldu ki? Bak eğer acil değilse benim bomba bir haberim var. Şu zilli Zarife'nin kızı-" Elimi kaldırarak sözünü kestim. "Önemli bir haber Mina." Dedikodusuna engel olduğum için ağzının içinde homurdanan üç kadından sarışın olanı Elif boyalı dudaklarının kenarıyla "Neymiş?" dedi.

Heyecanla "Damla Koçak diye bir manken geçenlerde bir canlı yayın yaptı." diye atıldım. Onlara yem atıyordum.

Aynı heyecanı yakalayan arkadaşlarım memnun kalmış gibilerdi. Ama Elif bu haberi kendisi veremediği için mutsuzdu. "Ne demiş? Hayır ben nasıl kaçırdım onu anlamıyorum." Kaşlarını çatarak söylediği şeye karşılık şok olmuş gibi gözlerimi büyüttüm. "Tüm Türkiye bunu konuşuyor! Canlı yayında ne yaptı bilmiyor musunuz?"

Şimdi iyice moralleri bozulmuştu.

"Ne yaptı?" dedi Mina huzursuzlukla. Dehşete düşmüş gibi görünüyordum kesin.

"Sen bu işlerle pek ilgilenmezdin Ala. Kendini o sıkıcı beyaz odaya kapatıp şeker falan yapardın." Berivan'a saldırmamak için kendimi zor tutuyordum. Sahte gülümsememle "Bunlara bakmazsam dünyadan haberdar olamam ki! Değil mi canım?" dedi.

İğrenç!

Dudağının kenarıyla gülümsedi. Zaten hep felçli gibi gülümserdi bu şişme bebek. "Öyle şekerim."

Elif atıldı. "Berivan, dağıtma konuyu. E, ne yaptı Damla Koçak?"

Berivan resmen morarmıştı.

İçimden kahkahalar atarken "Yeni ve modern bir fal tekniği geliştirdi. Sözde her denen çıkıyormuş. Nasıl yapılacağını falan gösterdi. Görecektin, gülme krizine girdim. Öyle saçmaydı ki!" dedim.

Mina bakımlı kaşlarını kaldırdı. "Ne falıymış bu?" Kesin bir ses tonuyla "Sarkaç falı." Demekle herkesin kahkaha atmaya başlaması bir oldu.

Cahiller, zaten böyle bir fal var.

"Sarkaç falı dedin değil mi tatlım? Bildiğimiz pusula sarkacı!" Onlarla birlikte kahkaha atıyordum ama sebebi az önce yaşananlardı.

Pusula sarkacı mı? Burayı terk et dostum!

"Bu kadar çok neye gülüyorsunuz hanımlar?"

Donakaldım.

Soner?

Ha bildiğimiz kuzenim Soner?

Yandık!

Ayağa kalkıp "Soner, senin ne işin var burada?" dedim merakla. Keskin bakışlı mavi gözlerini benle Berivan arasında dolaştırıyordu. "Ayda yılda bir evine insan çağıran kuzenim ve onu görmeye giden karım için uğrayamaz mıyım?"

Yutkunarak "Uğrarsın tabii, uğrarsın..." dedim zorlukla. Mina hemen gözlerini benim yeşil gözlerime çevirdi. "Şu sarkaç falını göstersene hazır Ala? Soner de görmek ister belki."

Lanet olsun!

Duyduğuyla suratı şekilden şekle giren kuzenim "Ne falı?" dedi. Elif dudaklarını kıvırdı. "Sarkaç falı diye bir şey çıkarmışlar, onu deneyecektik."

Sinsi!

Eğer amcamlar bunlarla uğraştığımı duysaydı gözden düşerdim. Amaç tamamen buydu.

Soner şaşkınlıkla yüzümü inceledi. Kaşlarımı kaldırıp gizli olmasını umarak "Çaktırma." işareti yaptım. Anladığını ifade eden bir yüz ifadesiyle "Yap bakalım." dedi.

Bocalıyordum.

Araf'ta kalmışken amacımı hatırladım ve sarkacı boynumdan çıkardım. Berivan "Dünden hazırmış hanımefendi." diye mırıldandı ve benim keskin kulaklarımın bunu işitmeyeceğini sandı.

Sarkacın kırmızı taşı ışıl ışıl parlıyordu. Hemen oturuşlarını düzeltiler. İlgilerini çekmiş gibiydi. Daha onlara hipnoz yapmadığım için etki altında değillerdi ama kimyasalın zehirli enerjisi onları halsizleştiriyordu. Beyinleri şimdiden yoruluyor olmalı diye tahmin ediyordum.

Aslında bu cihaz sarkaçtan ibaret değildi. Saat sadece kolaylaştırıyordu. Ama taş oldukça her şekilde telkin altına alınabilir veya telkin devam ettirilebilirdi. Tıpkı Mustafa amcanın bileziği gibi.

"Bu ne güzel bir sarkaç böyle! Ama biraz tuhaf..."

Mina söylenirken onlara yapmaları gerekeni açıkladım. Sarkacı sallamaya başladığımda hepsi gözlerini şaheserime odaklamış sağa sola oynatarak takip ediyorlardı.

Hipnoz altına girdiklerinde titremeye başladım. Yutkundum ve emirleri vermeye başladım.

"Mina, bana su getir." Mina lensli gözleriyle boş boş mutfağa bakarak ayaklandı. Mutfaktan dönerken elinde bir bardak su vardı. Bardağı bana uzattığında keyifle gülümsedim. Suyu tadını çıkararak yudumladım. Midemin bulantısına pek iyi gelmeyen suyu tükürdüm.

"Mustafa amca, laboratuvardaki diğer taşları getir." Mustafa amca gri pantolonunu duvara sürte sürte aşağı inmeye başladı.

"Berivan, ayak tırnaklarıma pedikür yap tatlım! Elif, sen de bunun fotoğrafını çek."

Bittin sen Berivan. Ben sana gösteririm gelin hanım! Hıncını çıkara çıkara gösteririm hem de.

Laubali laubali gülerek kuzenime baktım. "Şımart beni Faik!"

Tabii o boş boş baktı.

Gözlerimi devirerek "Çikolata getir Soner." dedim. Başım dönmeye başlamıştı nedense.

Yukarı çıkan Mustafa amca elinde iki yüzük, bir bilezik, kol saati ve kolyeyle dönüyordu. İki tane artacaktı. Bu durumda yine birilerini telkin edebilirdim!

Bu iş gittikçe eğlenceli bir hal alıyordu.

Tam Mustafa amca bana yaklaşmıştı ki Berivan ile çarpıştı ve ayak suyu yerlere döküldü.

Tiksintiyle yüzümü buruşturdum. Kol saatini Soner'e, yüzüğü Berivan'a, kolyeyi Mina'ya, bileziği  Elif'e taktırdıktan sonra ağzımı yayarak konuştum. "Elif, sen yerleri sil." Elif'in banyodan getirdiği temizlik bezinden yayılan keskin koku genzimi yaktı. Midem daha da kötüleşti. Gözlerim kararıyordu.

"Tut beni Mustafa amca." dediğim gibi bacaklarımın gücünü kaybettiğini hissettim. Bedenim yaşlı kollara düşerken son hatırladığım koyulaşmış kan kırmızısı kimyasalın bronz sarkaç üzerinde tüm gücüyle parlayışıydı.

~

Tuhaf hissediyordum.

Geçmiş dolu, geleceğe yakın, şimdide kısıtlı bir ruh gibi tuhaf hissediyordum.

Başımı saran feci acıyla inledim. Yine mavi kanepemde uyanmıştım. Aslında yatağım vardı ama çok nadiren orada uyurdum. Genelde tüm hayatımın seyircisi bu eski püskü kanepede pineklerdim.

Yeşil gözlerim gri zemini seçtiğinde çok uzun zamandır ne evi ne de insanları incelemediğimi fark ettim. Hayatımı o küçük taş parçasına adamıştım.

"...baban işlerini bu proje sayesinde yoluna koyacak.."

Babamın mirasını devam ettirmiş ve uzun zamandır hayal ettiğim şeyi yapmıştım.

İnsanları kontrol edebilme gücüne sahiptim.

Artık insanlar ailem olabilirdi.

Mutlulukla gülümseyerek ayaklandım. Üzerimdeki koruyucu giysileri çıkardığımda kana bulanmış eşofmanlarımla kalmıştım.

Bunu neden yaptığımı bilemiyordum.

Boynumdaki taşın minnacık bir kısmı yere düşmüştü. Kaşlarımı çattım. Nereden geldiğini bilmediğim bir içgüdü ile eğildim, o parçayı aldım ve çarpık ön dişlerimin arasına sıkıştırmayı başardım. Canım yanıyor, başım dönüyor, midem bulanıyordu ama aldırış etmedim.

Ta ki gözüm çerçeveyi bulana kadar...

Gözlerim doldu, gözyaşlarım sıra sıra inciler halinde dökülürken Mustafa amcanın tamir ettiği çerçeveyi elime aldım. Aile üyelerimin her birinin üzerine dokundurduğum parmağımın ucu yanıyordu. İsimlerini fısıldıyordum fakat parmağım babamın üzerinde takılı kaldığında bir an nefesim kesildi.

"Baba..."

Gözyaşlarım çoğalmıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlarken çerçeveyi göğsüme bastırdım. Göğsümü ele geçiren acıyı görmezden geldim. Bir anda feryadı bastım.

Çerçeveyi fırlattım.

"SEN YAPTIN!"

Ağlıyor, saçlarımı yoluyor, çığlıklar atıyor, kendimi paralıyordum.

Bu sırada bana ölü gibi bakan kuklalar sinirimi bozmuştu.

Bazen... Bazen böyle krizler geçirirdim ve Mustafa amca beni sakinleştirmeye çalışırdı. Bu sırada Soner'i arar, Berivan ile ikisini acilen çağırırdı. Soner ve Berivan beni sakinleştirirdi. Bazen de Elif ve Mina önünde kriz geçirirdim. Sonradan yüzüme vursalar da bana yardım eder, beni bayıltıp hastaneye kaldırırlardı.

Ama şimdi ölü gibi bakıyorlardı.

Tanıdık ama yabancı bakışlardı bunlar.

Kendilerini kaybetmişlerdi. İşte o an hipnozun büyük bir yanlış olduğunu fark ettim. Yaptığımın geri dönüşü var mı yok mu bilmiyordum ama nedenini bilmediğim bir güdüyle mantık yürütemiyordum.

Ölü gibi mi bakıyorsunuz? Ölün o zaman!

Hınçla emir vermeye başladım. Yapacaklarımın sonuçlarını hiç düşünmeden...

"Mina, sen bu anları canlı yayına al!"

"Berivan, sol elini koparıp havuzda kendini boğ!"

"Elif, kafanı hiç durmadan buradaki duvara vur!"

"Soner, çocuk odasının önünde kendini as!"

"Mustafa amca, kendini çatıdan aşağı at!"

Emirler yerine getirilmeye başlandı.

Berivan sol elini bıçakla kesip bahçedeki dev havuza atladı. Elif kafasını ritmik bir şekilde duvara vuruyor, Soner tavandaki paslı çengele çekmecedeki halatı bağlıyor, Mustafa amca çatıya çıkıyordu. Bu sırada Mina hepsini kaydediyordu.

Taş parlıyor...

Çığlık atıyorum.

Berivan'ın can çekişen sesini duyuyorum.

Bir anı...

"BABA YAPMA!"

Sanem havuza atılıyor.

Berivan boğuluyor.

Sanem yardım dileniyor.

Berivan boğuluyor.

Sanem nefessiz kalıyor.

Berivan boğuluyor.

Sanem ölüyor.

Berivan'ın cesedi yüzeye çıkıyor.

Taş parlıyor...

Çığlık atıyorum.

Elif kafasını vururken çıkan kan sarı saçlarına yayılıyor.

Bir anı...

"Anne, ne olur dur!"

Annem ağlıyor.

Elif kafasını vuruyor.

Annem kafasını tekrar duvara çarpıyor.

Elif kafasını vuruyor.

Annemin kanı süzülüyor.

Elif kafasını vuruyor.

Annemin kafası parçalanıyor.

Elif'in cansız bedeni yere yığılıyor.

Taş parlıyor...

Çığlık atıyorum...

Soner sandalyeye çıkıyor.

"Mert, terk etme beni!"

Ağabeyim sandalyeyi ittirmiş, nefessiz kalıyor.

Soner ipi boynuna geçiriyor.

Ağabeyimin nefesi tükeniyor.

Soner sandalyeyi ittiriyor.

Ağabeyimim suratı morarıyor.

Soner inliyor.

Ağabeyim çırpınıyor.

Soner mosmor kesiliyor.

Ağabeyimin ruhu bedeninden uçuyor.

Soner'in vücudu öylece sallanıyor.

Taş parlıyor...

Çığlık atıyorum.

Mustafa amca çıkmış çatıya.

Sarkacın sesi kulaklarımda yankılanıyor.

Bir anı...

"Defol Ala!"

Babam çatının ucunda ölmek üzere.

Mustafa amca bir adım uzatıyor.

Babam gülümsüyor.

Mustafa amca kendini aşağı bırakıyor.

Babam atlıyor.

Mustafa amca parçalanıyor.

Tik tak tik tak...

Babamın kafası ayaklarımın önüne düşüyor.

Ağlıyorum.

Mina hepsini kaydediyor.

"Gülümse tatlım!"

"BABA YAPMA!"

"Mutlu yıllar sana!"

"Sanem, gel oynayalım!"

"Anne, ne olur dur!"

"...ve biz Kaliforniya'ya gideceğiz."

"Bu fotoğrafı hatırlıyor musun?"

"Çok güzel bir kolye bu."

"Bunu hatırladın mı?"

"Mert, terk etme beni!"

"Hatırladın mı?"

Çığlık atıyorum.

Kırmızı bir ışık parlıyor.

Mina her şeyi kaydediyor.

Işık beni kendine çekiyor.

Cesetler bana gülümsüyor.

Işığa dalıyorum.

Kendimden geçiyorum.

~

Psikiyatrist Ömer Bey karşısındaki kumral kızın yeşil gözlerine kendi icadını sallıyordu. Parlak ama tehlikeli fikri yüzünden dört kişi canından olmak üzereydi. Bir kişi kalıcı sakatlık geçirmişti. Eğer akıl sağlığı yerinde olsaydı hapiste yatması kaçınılmazdı.

Kıvranan genç kadını zapt etmek için sandalyeye bağlamışlardı. Ağlamaktan helâk olan kadına ne yapmalı bilmiyordu kimse. "Yüklü nükleer enerjiyle her gün baş başa olduğu için babası çıldırıp tüm ailesini katletmiş. Bayan Akanca onların ölümünü izleyip sıra kendisine geldiğinde son anda kendini depoya kilitlemiş. Acil kaçış için yapılan bir delikten hemen bahçeye kaçıp babasının intiharına şahit olmuş. İlginç ve trajik bir hikaye. Sebebi ise şu sarkaçtaki hipnoz taşı. Bay Akanca'nın uğraştığı proje buymuş."

Gözlerini büyüten dört polis ve iki doktora hikayenin devamını getirdi beyaz önlüklü orta yaşlı adam.

"Ala Akanca bunlara şahit olduktan sonra psikolojik rahatsızlıklar sebebiyle iki yıl rehabilitasyonda yatmış. Ardından amcası Hakan Akanca ile yengesi Yasemin Akanca onu yanına almış. 20 yaşına gelince ise tüm bu ölümlerin gerçekleştiği eve dönmek istemiş. Bu evde babasının projesini devam ettirmiş fakat bu süreçte akli dengesi büyük zarar görmüş.

Soner Bey ve Berivan Hanım'ın anlattığı kadarıyla altı yıldır uğraştığı proje yüzünden son iki yıldır sinir krizleri geçiriyormuş. Bu sebeple Mustafa Kıraç'ı başına bir nevi bekçi olarak dikmişler. Ala Hanım'ın aşırı ısrarlarına karşı koyamayıp bunu amcası ve yengesine söylememişler. Haliyle Ala Hanım psikolojik destek alamamış. Şimdi projesini tamamlamış ve yüksek nitelikli bir hipnoz cihazı icat etmiş. Fakat onun gibi akıl sağlığı yerinde olmayan bir kadının elinde olunca böyle bir sonuç ortaya çıkmış."

Doktor Ayça doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordu. "Bu... Gerçekten inanılmaz bir hikaye."

Gülümseyen Ömer Bey başıyla onayladı. "Evet. Son teknoloji Ala taşından yapılmış hipnoz cihazının sıra dışı hikayesi." Başını sağa uzatıp onları gizlice dinlediğini sanan muhabire döndü. "Mükemmel bir başlık olmaz mıydı sizce de Hasan Bey?"

Kızarıp bozaran adam orayı terk etti. Anlaşıldığı üzere bazı meslektaşlarının aksine utanma duygusu vardı.

"Neyse, artık sadece hanımefendinin uyanmasını beklemek var."

~

Boşlukta süzülüyorum.

İçimi cayır cayır yakan geçmişimi tek bir hayalde toplamıştım. Ancak bu bana sadece zarar vermişti. Şimdi ayaktaki su toplayan yeri sıkmışım gibi o hayal hayatımda bir iz olarak kalacaktı.

Kendimi kurtarmaya çalışırken bir zindana kapattığımı yeni anlamıştım.

Ama haklıydım.

Yanlış bir şey yapmamıştım ki!

Sadece... Azıcık oyun oynayasım gelmişti.

İnsanlar fazla tepki veriyordu.

Her zamanki gibi...

Öfke içimi dolduruyordu. Her şeye karşı katıksız bir öfke besliyordum. Dilimi ısırmak istedim ama yapamadım. Hareketlerim tamamen kısıtlanmıştı. Gözlerimi araladım.

Kırmızıyı gördüm.

İrislerimi ayıramadığım kırmızı sağa sola gidiyor, ritmik bir şekilde takip ediyordum.

Kırmızı ve yeşil zıt renklerdi. Eh, zıt kutuplar birbirini çektiğine göre sanırım gözlerimi asla ayıramayacaktım.

Ansızın zihnimde bir ses yankılandı.

"Hatırla, Ala. Hatırla ve olanları anlat."

Konuşana itaat etme arzusuyla hatırlamaya çalıştım. Zihnimin koridorlarındaki kilitli kapıları zorladım.

Bir kapı açıldı.

"Bücür, bugün benim doğum günüm. Yerimi çalma!"

Gözlerim doldu. Mert?

Bir tane daha açıldı.

"Hey, ablacık! İp atlayalım mı?"

Dudaklarım sızladı. Sanem?

Biri daha...

"Güzelim, neden orada oturuyorsun? Üşüteceksin bak."

Yanaklarım ağırlaşıyordu. Anne?

En küflü kapı geriye savruldu.

"Sen neden üzgünsün Alaca'm? Beni üzüyorsun ama."

Uykum geliyordu. Baba?

Tüm kapılar açıldığında şöminenin yanına çömelmiş ağlıyordum.

Hıçkırıklarımın arasından gerçekleri kırmızı ışığa savurdum.

~

Diline gelen gerçekler döküldüğünde şaşkınlıkla yanındaki komisere baktı. Adamın suratı aynı şaşkınlığı taşıyordu. Hayatında duyduğu en tuhaf hikayeydi belki de.

Diğer üç polis ve iki doktor Ala uzun süre uyanmayınca odayı terk etmişti.

Üstlerinde korumalı kıyafetleriyle oldukları için çok rahatlardı. Ayrıca Ala'nın zannettiğinin aksine bu cihaz kapanabiliyordu. Sadece kolu çevirmek yeterliydi. Fakat kendini heyecana kaptıran genç kadın bunu anlamamıştı.

Taşın enerjisini hemen kesip kapının önündeki sağlık ekiplerine döndü yaşlı psikiyatrist. "Sakinleştirici enjekte edin ve onu ruh sağlığı merkezine nakledin."

Genç kadına sakinleştiriciyi zar zor da olsa enjekte eden sağlık ekipleri Ala'yı kelepçeleyip ambulansa bindirdiler.

Nereden bileceklerdi ki bir parçayı dişlerinin arasına sıkıştırdığını?

~

Akanca ailesinin evinde bir yas vardı. Soner, Berivan, Murat ve Yasemin Akanca yaptıklarına rağmen yeğenleri Ala için yas tutuyordu.

Tımarhaneye yatırılan Ala dişlerinin arasındaki o minicik parçayı yutmuş ve boyutundan tahmin edileceğinin aksine aşırı kimyasal içeren, dolayısıyla yine yüklü miktarda nükleer enerji içeren bu taş kalbini direkt durdurmuştu. O bilmese de ardında bıraktığı kimyasal "Hipnoz" denen kavramın en yüksek makamında yerini almıştı. Çok tehlikeli olan bu kimyasalla yapılan cihazlar artık suçlulardan bilgi almak, onları yeni yasalar çerçevesinde cezalandırmak ve bazı hastaları tedavi etmek için kullanılmaya başlanmıştı. Üstelik toplu üretime geçilmiş, Türkiye'yi çok büyük bir ekonomik krizden kurtarmıştı. Her ne kadar korkunç şeylere sebep olsa da ülkenin insanları bir yere kadar onu takdir ediyordu.

Tabii bu takdir Alcan, Zan ve Kıraç aileleri gibi yaralananların yakınları tarafından tepki toplayınca içten içe yaşanmaya başlamıştı. Tabii sadece Elif Zan'ın "Alt tabaka" olarak tanımladığı kesim.

Berivan Akanca, Elif Zan, Mina Alcan ve Soner Akanca psikolojik destek alıyorlardı. Yaşadıkları onları tamamen mahvetmişti. Eğer iyi bir tedavi uygulanmazsa Ala gibi olacakları açıktı.

Tüm bu yaptırmaya çalıştıklarının nedenini kimse anlamamıştı. Ala, yerlerin temizlenmesini söyledikten sonra bayılıp uyku arasında Berivan'ın kendini boğmasını, Elif'in kafasını duvarlara vurmasını, Soner'in halatla intihar etmesini, Mustafa'nın çatıdan atlamasını ve Mina'nın o canlı yayın açmasını o an verilebilecek tüm detaylarıyla söyleyip yine bayılmıştı. Canlı yayından yaşananları izleyenler hemen gerekli birimlere haber vermişti. Neyse ki Ala'nın krizleri sebebiyle Soner sağlık ekiplerini her an hazırda tutuyordu. Ve de neyse ki havuz bir metre doksan iki santimetre olan Berivan'ın hemen boğulması için fazla sığ, çatı katına açılan kapı feci sıkışmış, çocuk odasının tavanı fazla yüksekti. Yoksa iş yaştı.

Tüm bunları düşünen Cemre Kıraç boynundaki sarkaca dikkatle baktı. Taşı çıkarılmış bu sarkaç, dedesinin ölüm sebebi olan sarkaçtı. Güç kaynağı olmadan hiçbir aile bunu istememiş, en yoksul aile olan Kıraç'lar kabullenmişti sadece.

Kapıdan içeri girdi. Ev temizlenmişti. Camsız çerçevedeki resmi eline aldı. Bu, çok pozitif bir fotoğraftı. Tabii görünüşte... Ala'yı çıldırtan şeylerden birinin bu resme her gün bakmak olduğunu söylemişti Ömer Bey.

Evi biraz daha dolaştı.

Camdan dışarı baktı.

Bu havuzda boğulmuştu Sanem Akanca.

Salona baktı tekrar.

Bu duvarlarda parçalamıştı kafasını Defne Akanca.

Çocuk odasına doğru geçerken koridorda paslı çengeli gördü.

Bu çengelde asmıştı kendisini Mert Akanca.

Merdivenlerden yukarı çıktı.

Çatı...

İşte bu çatıdan atmıştı kendisini Hakan Akanca.

Dışarı çıktı Cemre. Bahçede dolanırken eskiden çim biçicinin işi bittiğinde koyulduğu yere baktı.

Burada kolu parçalanmıştı Mustafa Kıraç'ın.

Biraz yanda, lalelerle süslü mezarı vardı.

Mezar yapılmadan önce, burada kalp krizi geçirmişti dedesi.

Gözüne "SATILIK" yazan tabela takıldı.

Aklına gelen fikirle arabasına bindi.

~

Ömer Bey'in ofisinin önündeki sıra her zamanki gibi çoktu. Randevu almadığı için saatlerce bekleyecekti Cemre. Ofladı ve oturup beklemeye başladı.

~

Sıranın sonuncusu olarak içeri girmeyi başarmıştı. Kendisinden sonra gelenler sırayı gelince hemen kaçmıştı. Bu sebeple istediği kadar içeride kalabilirdi.

Kağıtlarına bakan Ömer Bey kapı sesini duyunca "Şikayetiniz ne-" İçeri gireni görünce cümlesini yarıda bıraktı. "Cemre Hanım, iki yıl sonra buraya neden geldiniz?"

Cemre gülümsedi.

"Üst düzey hipnoz olmak istiyorum ama Ala'nın yaptığı taşla."

Psikolojisini tamamen çökerten o kavram; hipnoz.

Belki de hipnoz kırdığını onarabilirdi?

Kim bilir?

Hipnoz gerçek bir gizemdi.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

iremcoskun Kalbindeki kusur gözlerinde can bulur. Bu yüzden ya mükemmel ol ya da kör! -Kusursuz Hekkat