İKİNCİ SAYFA

Her gece yatağıma sabahın hayaliyle giriyorum.

Mart 21, 2022 - 15:56
Mart 21, 2022 - 22:25
 0
İKİNCİ SAYFA

İKİNCİ SAYFA

 

Her gece yatağıma sabahın hayaliyle giriyorum. İçimde anlamını bilmediğim yığınla duygunun arasından bir tanesini dahi çıkarıp tanımlayabilsem o zaman şu sarı lekeleriyle, gıcırtısının buluştuğu o rahatsız döşeğimde güzel bir uyku çekeceğim. Döşeğimin rahatsızlığıyla buluşan alacalı duygularım bende uyku falan bırakmadı. Bu sabah da gözlerimin altındaki mor sümbüllerle uyandım (böyle söyleyerek rahatlatmaya çalışıyorum kendimi) saçımı yıllar önce aldığım; lastikli, kadifeli, pembe bir tokayla topluyorum. Bu saç modelim de üstümdeki tek renk olan tokam gibi hiç değişmedi. Düğüne mi gidiyorum sonuçta, el ‘âlemin evini temizlemeye gidiyorum. El âlem dediğim; üç yıldır her gün evini pirüpak ettiğim, kendime pişirmediğim yemekleri ona pişirdiğim, ne işle meşgul olduğunu henüz bilmediğim, az konuşan, gizemli, kibar bir adam. Kendimi fark ettiğim zamanlarda onu da fark ettim. Gizemi ve kibarlığı beni meraka saldı. Artık attığı her adım dikkatimden kaçmıyordu. Nasıl yürüyor, nasıl konuşuyor, nasıl bakıyor bunların hepsini kazıdığım beynimde enine boyuna inceliyordum. Bana oldukça kibar davranıyor, bir an sefaletin içinden geldiğim yoksulluğumu unutturuyor, saraydaki bir prenses gibi hissettiriyordu. Ben de rolümü çok iyi yapıyor, tam da bir prenses gibi davranıyordum. Tabii o evin içinde kalıyordu bu hallerim. Sanırım hallerim, hallere göre değişiyordu. Evi temizleyip, yemekler pişirmesem kendimi daha da kaptırırdım rolüme herhalde. İşte bunlar, aklı bir karış havada Leyla olmaktan kurtarıyor, şöyle bir silkelenip kendime gelmemi sağlıyordu.

                                                               *

Sabah erkenden gittiğim için kapıyı yavaşça açıp onu uyandırmak istemiyorum. Uyandığında güzel bir kahvaltı görmeyi hak ediyor. Onun için alelacele mutfağa girip işe koyuluyorum. Mutfağın geniş pervazlı penceresinden güneş vuruyor, hiç böylesini görmemiştim, hissediyordum. O anda pencereye vuran güneşin, çiçeklere kana kana su içirmeye çalıştığını anlayınca sürahiyi kaptığım gibi ağzına kadar doldurup tek tek şefkatle suladım. Sulanan çiçekler her bir damlası için teşekkür edercesine güne açıldılar.

Masanın üstünü şenlendirmek için sofrayı serdim, beyefendinin en sevdiği şekilde pişirdiğim yumurtasını, kiraz reçelini, bir dilim peynir, bir dilim ekmek ve iki üç tane zeytinle sofrayı tamamladım. Yanına güzel bir çay demlemeyi de unutmadım. Ah, bana kalsa neler hazırlardım da böyle seviyordu kendisi, aksi bir şey yaptığımda yüzü başka bir hâl alıyordu. O ifadeyi görmemek için ne dediyse harfiyen uyguluyordum. Merdivenlerden tıkırtıların geldiğini duyunca sofrayı son kez gözden geçirdim, her şey tastamamdı. Kağnı gibi yürüyordu,  hiçbir şey için acele etmediği günlerden biriydi yine, zaten bir kez olsun bile o halini görmemiştim. Her zaman ki gibi, grand tuvalet masanın baş köşesine oturdu. Kısık sesiyle ‘günaydın’ dedi. Gözlüklerinin üstüne düşen bir tutam saçlarını aynı yavaşlığıyla geriye doğru savurdu. Her hareketinde sürdüğü güzel kokular mutfağın içine yayılıyordu. Kahvaltısını keyifle yapıyordu; çatalıyla peynirin ucundan azıcık kesiyor, ekmeğinden bir çimdik koparıp öyle atıyordu ağzına. Yavaşça kaldırdığı bardağından içtiği çayıyla yediklerini yumuşatıyordu. Gözümün ucuyla her yaptığını izlerken ağzından tek kelime bile çıkmıyordu. Dedim ya, gizemliydi. Nihayet bitirdiği kahvaltısının ardından, teşekkür edip sıcak bir gülümseme fırlattı, evet ellerime sağlıktı. Elini yüzüne koyup düşünmeye başlayınca içimi bir korku kapladı, normalde kahvaltısını bitirdiği gibi evden çıkardı. Bir müddet böyle durduktan sonra ‘sana bir görev vereceğim’ dedi. Eyvah! Dedim içimden nedense, bu görev beni ürkütmüştü. Benimle gel deyince, ellerimde kalan bulaşık sularını eteğimle kurutarak peşine takıldım. Birlikte üst kata çıktık, yıllardır kilitli olan odanın kapısında durup cebinden anahtarı çıkardı, o anahtarla kapıyı yavaşça açtı. Kapının açılmasıyla ağzıma giren toz bulutları kısacık bir öksürmeme neden oldu. Gözlerim kocaman açılmıştı, o an aynada kendimi görebilseydim gözlerimin, kırmızı başlıklı kızın babaannesinin kadar kocaman olduğunu görebilirdim. Karşımda devasa bir kütüphane vardı. Rafların üstleri yırtıcı hayvan postları, içi doldurulmuş kuşlar, kapının solunda kalan pencereye doğru masa, üstünde kuru kafalar. Ne ilginç bir ortamdı böyle. Bu gizemli kibar adama merakım daha da arttı o an. Kısa bir sessizliğin ardından:

-Burayı düzenlemeni ve kitapların tozlarını almanı istiyorum. Bunları yaparken özen gösterirsen sevinirim, hepsi benim için çok kıymetli. Bundan sonra her gün buraya da el atarsın.

Emredersiniz deyip başımı öne doğru salladım. Bu konuşmanın ardından odadan çıkarak beni bu ilginç ortamla baş başa bıraktı. Kitaplardan birini elime aldım sonra, hepsi tek tek ellerimden, gözlerimden geçti. O günden sonra başladı her şey, okudukça merakım ikiye katlanıyordu, bir tek kişiye değildi bu merak, içinde bulunduğum her şeye karşıydı. Giden tek şey ise içimdeki toz bulutuydu.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow