DENEMELER
Nereye gittiğini bilmeden yürüyen, dalgın haliyle boş yollarda kendini sorgulayan bir kadın.
Yürüdüğü yollar gittikçe belirsizleşiyor, ayışığının yön veren aydınlıkla karışık karanlığını bile algılamıyordu. Evden çıkalı bir saatten fazla olmuştu. Sokak terliklerini geçirdiği gibi ayağına yürümüşde yürümüştü. Kafasına aksi çalınan düşünceler, betimsiz, girdap halinde dolanıyor, kaygılı bir uzaklık hayaliyle sadece yürüyordu. Nereye, kime yürüyordu, sorsalar ona bile cevap veremezdi. Hafiften çileyen yağmurla ıslanmaya başlayan incecik tişört üzerine yapışmış, üşümenin seyrini görüntüsel olarakta artırıyordu. Üşümek bile istemiyordu şu halde. Hiç bir duyguyu yaşamak, tepki vermek, hissel dünyalara dalmak istemiyordu. Varoluşu, yaşamakla gitmek gelmek arasında sıkışmış bir eylemdi sadece.
Kendine acımıyordu, bu duygular ondan ötürü değildi. Boş boş gelip giden, beynindeki kayıtsız metinler, yada yaşanmış olanların son kalıntılarıydı. Amaçsızdı. 35 yaşında ama yolun yarısında değildi. O yarısına bile gelecek bir ömür sürmemişti. En son dakika bile yoktu hatırında. Neden çıkmıştı alelacele de, ev kıyafetleri üzerinde kalmıştı. Bir pantolon bile giymemişti. Çamaşır suyu kullanmaktan yer yer ağarmış şortla, atmıştı kendini. Bir yüz adım daha atsa terlikler koptu kopacak haldeydi. Komik olan parmak arası terliklerinin içindeki babet çoraplardı. Ayak baş parmağı tavşan dudağına benzemişti bu haliyle.
Bir an gülümsedi. İki dakikalık komşu uğramalarına giderdi böyle, aynı avluya bakan evin çevresinde. Oysa, şu an ne komşu vardı ortada nede tanıdık bir çehre. Kafasını kaldırıp çevreye baktığında buraları pek tanıdık gelmedi. Ana yoldan ayrılmıştı ama hangi ara. Gece yarısı başına bir şey gelse, kimsenin ruhu duymazdı. Hızlıca geri dönüp aynı yoldan yürümeye başladı. Hala tanıdık bir çevre değildi. Saat kaçdan beri yürüyordu ki bu kadar yol almıştı. "DELİ MİYİM, NEYİM?" Diye düşündü. Hızlı hızlı yürürken gördüğü gence "Buralar neresi?" diye sordu. Genç güldü."Paris ablaaa. Az daha gidersen Londra önüne çıkar," Karşılık vermeden yoluna yürüdü. Telefonda yoktu ki yanında hiç olmazsa nerede olduğunu bilirdi. Eğer eve ulaşabilirse telefonunu asla yanından ayırmama kararı aldı. Saati sorsaydı keşke hiç olmazsa zamanı bilirdi. Burası neresiydi ki böyle daha önceleri hiç geçmemişti. Mahallesinden çokta uzak olmasa gerekti.
Uzun yol otobüslerinde camdan baktığı karanlık ovalar gibiydi. Işık çok ileride gözüküyordu. Şortunun ceplerine baktı. Bir mandalla, lastik buldu. Evet bunlar çok gerekli şeylerdi. Hele ki mandal hayat kurtarırdı. Araba bile geçmemişti hiç. Geçse de iyi mi olacaktı? Onu bu halde gören birileri durabilir, ters durumlarda olabilirdi. Işık o yürüdükçe sanki daha çok uzaklaşıyordu. Neydi bu şimdi? Yoksa yatağında karabasanın içinde miydi? Bu kadar gerçekçi olamazdı heralde. Karabasanın içinde paris, Londra diye bir zevzeklik olamazdı. Biraz önce gördüğü genç bisikletle yine önünden geçti.
-Durrr, bir dakika.
-Ablam Allah aşkına söyle burası neresi.
-Abla be senin kafa güzel, sarhoş mu oldun?
-Yok çocuk yok. Öyle değil. Bir cevap vereceksin .
-Esen mah.
-Hangi semt burası.
-Yeşilalan.
-Şükür yaaa. Sağol.
Neyseki evine yakındı. Biraz daha yürüyünce tanıdık birşeyler gördü. Hayır tanıdık değildi. Çocuğun yalan söyleyecek hali yoktu . Yürümeye devam etti. Adresinide yanlış hatırlamıyordu ya. İlerledikçe tek tük evler belirdi. Burayı biliyordu sanki. Evet burada eski işyerinin muhasebe müdürü oturuyordu. Servisle bu yolda bırakırlardı onu. Ama ne alakası vardı buranın kendi eviyle, arada en az yirmi otuz dakikalık mesafe demekti bu. Kaç saat yürümüştü acaba ki. Taksiye binse, eve dönse adama mandal mı verecekti. Evden niye ayrıldığı bir türlü aklına gelmiyordu, ama neden? Beyin o kısmını silmiş bir türlüde hatırlatma taraftarı değildi. Küçükken de böyleydi. Babası abisini saatlerce bir yerlerini kanatana kadar döverken kendine sakin bir divan altı bulur olaylar hiç yaşanmamış gibi davranırdı. Şarkı mırıldanır sesleri dahi duymazdı. Annesi onu oradan alana kadar çıkmazdı. O babasından hiç dayak yememişti. Sevmezdi, öpmezdi ama dayak da atmazdı. Bağırır "Gözüm görmesin seni sidikli." derdi.
Beş yaşına kadar altına işediği içindi bu söz. Babası kendi zulmü yüzünden, korku kaynaklı olduğunu bilmiyordu sanki. Korktuğunda altına salıyordu hemen. Babasından yemediği dayağı annesinden yiyordu o zaman. İlkokula başladığında, ilk gün, öğretmen yanlış sıraya oturduğu içinde azarladığında da altına işemişti. Arkadaşları adını o an bulmuştu. Sidikli. Evde bu söze alışkındı ama dışarıda söylenince çok ağırına gitmişti. Öğretmen dışarıda bekleyen anneye kızını götürmüş, eve göndermişti. Evde güzel bir dayak yemiş bu sefer hepten altına salmış, hüngür hüngür ağlamıştı. Abisi bezle bunu diye dalga geçmişti. Diğer gün okula gitmemek için ağlasa da annesi zorla göndermişti. Sınıfın en iri çocuğu Şemsettin ; -Gel sidikli, git sidikli kafayı ona takmıştı. Üstümüze işersin diye dalga geçmiş ve yanına kimse oturmamıştı. En arkada tek başına oturuyor ve kimseyle konuşmuyordu.
Karanlığın içinde yürürken o günlere dönmek istedi. Hiç olmazsa bildiği bir çevrede ve güvendeydi. Ya şimdi, gecenin köründe mal mal yürüyordu. Annesinin merak içinde delirdiğini düşünerek adımlarını sıklaştırdı. Hah tamam. Terlik de kopmuştu. Yalın ayak yürü artık aptalll. Dedi kendi kendine. Daha beş adım atmadan ayağını cart diye bir şey kesti attı. Kanı göremiyordu ama kanadığının farkındaydı. Umursamadan yürümeye devam etti. Karşıda bir gölge sezinledi, irkildi. Baktı . Abisi. - Tövbe, bismillah nerden çıkmıştı şimdi, ama olsun iyiki çıkmıştı. Yanyana geldiklerinde abisi okkalı bir tokat yapıştırdı ve birde tekme. Yola savruldu. Ne olduğunu bile anlamamıştı. - Or... gece yarısı delirtcen mi adamı. Çıktın gittin. Acaba niye çıkmış gitmişti? Hatırlamıyordu.
- Ben niye çıktım ki?
-Lan sen içtin mi?
-Saçmalama be, ne içmesi.
- Kalk hızlı yürü, anam meraktadır iyice.
- Terliğim koptu hızlı yürüyemem.
- Bana ne lan , hadi delirtme beni.
Tepkiniz nedir?