Türklerin Yaratılış Mitolojisi

Daha hiçbir şey yokken sadece su varmış. Güneş, ay, toprak yokmuş. Tanrı yalnız başına suyun üstünde uçmaktaymış...

Eylül 12, 2022 - 18:21
Eylül 12, 2022 - 19:00
 1
Türklerin Yaratılış Mitolojisi

Her Türk topluluğunun, birbirine benzer öğeler içeren evrenin yaratılışına ilişkin kendi mitolojileri bulunmaktadır. Bunlardan ön plana çıkan ise Altay Türkleri’nin efsaneleridir. İki büyük araştırmacı olan Radloff (Altay Yaratılış Efsanesi) ve Verbitsky’nin (Altay Efsanesi) derlemiş olduğu metinlerden Türk Mitolojisi hakkındaki temel bilgilere erişebiliyoruz. Sayın Hocamız Prof Dr. Yaşar Çoruhlu’nun “Türk Mitolojisinin Kısa Tarihi” adlı eseri bana bu çalışmamı yazarken yol gösterdi, kendisine buradan saygılarımı sunuyorum.

Hadi başlayalım.

Daha hiçbir şey yokken sadece su varmış. Güneş, ay, toprak yokmuş. Tanrı yalnız başına suyun üstünde uçmaktaymış. (Tanrı bazı kaynaklarda Bay Ülgen, bazı kaynaklarda ise Kayra Han olarak anılıyor.) Tanrı uçarken su dalgalanmış, Ak Ana (Ak-Ene) sudan çıkmış ve Tanrı’ya “Yarat!” demiş ve yaratırken de ’Yaptım oldu!’ de, başka bir şey söyleme! Hele yaratırken, ‘Yaptım olmadı!’ deme,” deyip tekrar suyun içine dönmüş. Tanrı, Ak Ana’nın sözünü tutmuş ve kendine benzer bir varlık yaratmış, adını “Kişi (İnsan)” koymuş. Tanrı ve Kişi siyah kazlar gibi suyun üstünde uçmaya başlamışlar. Bir süre sonra Kişi yaratanından daha yüksekte olmak istemiş ancak yükselmek yerine aşağıya, suya düşmüş. Boğulmak üzereyken Tanrı’ya onu kurtarması için yalvarmış. Tanrı “Ey insan, sudan dışarı çık!” emrini verince Kişi kurtulmuş.

Daha sonra Tanrı “Sağlam bir taş olsun,” demiş ve denizden sert bir taş dışarıya fırlamış, Kişi ile birlikte bu taşın üstünde oturmuşlar.

Tanrı bu defa dünyayı yaratmayı düşünmüş ve Kişi’ye suyun dibine dalıp toprak çıkarması emrini vermiş. Kişi suya dalmış avucuyla toprak getirmiş. Tanrı toprağı denizin üstüne savururken “Yeryüzü olsun,” demiş ve yeryüzü oluşmuş. Tanrı tekrar toprak getirmesi emrini vermiş. Bu defa Kişi aşağı inince iki avuç toprak almış. Birini Tanrı’ya vermiş, diğerini kendisine yeryüzü yapabilmek için ağzında saklamış. Tanrı yine toprağı savurmuş ve toprak kalınlaşmış. Kişi’nin ağzının içindeki toprak da kabarmış, boğazını tıkamış, neredeyse ölüyormuş. Kişi Tanrı’dan kaçmış, uzağa gittiğini düşündüğü anda Tanrı’yı yanında görmüş. Boğulmak üzereyken Tanrı’ya onu kurtarması için yalvarmış. Tanrı’ya yeryüzü yapabilmek için toprağı ağzında sakladığını itiraf etmiş. Tanrı’nın emriyle toprağı ağzından tükürmüş ve o topraktan yeryüzündeki küçük çamur tepecikleri oluşmuş. Tanrı Kişi’ye demiş ki; “Artık günahkârsın, bana kötülük yapmayı düşündün, sana itaat eden halkın ruhu da aynı şekilde kötü olacak. Bana itaat eden halkın ruhu kutsal olacak. Onlar güneşi, ışığı görecekler... Senin adın Erlik olsun. Kim günahlarını benden gizlerse o senin olsun. Senin günahlarından sakınan da benim olsun.”

Sonrasında dalsız tek bir ağaç büyümüş. Tanrı onu görmüş ve dalsız tek bir ağaca bakmayı hoş bulmamış. Tanrı bu ağacın dokuz dalı olsun, dokuz dalın ucunda dokuz insan oluşsun, her bir insandan dokuz halk oluşsun istemiş ve hepsi olmuş. (Söz konusu bu ağaçtan insanlar yere düşerken “Vak vak,” diye sesler çıkardıkları için Vakvak Ağacı olarak anılır.)

Erlik bazı sesler duymuş ve bu seslerin nereden geldiğini Tanrı’ya sormuş. Tanrı hem kendisinin hem de onun efendi olduklarını ve bu seslerin kendi halkından geldiğini söylemiş. Erlik halkını kendisi yaratabilecekken, Tanrı’nın yarattığını istemiş.

O halkı incelemek için yanlarına gitmiş; insanları, hayvanları ve diğer tüm canlıları görmüş. Fark etmiş ki halk sadece tek bir ağaçtan ve o ağacın belli dallarında bulunan meyvelerden yiyorlar. Bunun sebebini sormuş. İnsanlardan biri, bu ağacın dört dalındaki meyveleri yememeleri gerektiğini sadece gün doğduktan sonraki oluşacak olan beş dalındaki meyveleri yiyebilecekleri ve bunun Tanrı’nın emri olduğunu söylemiş. Ayrıca Erlik’i engellemek için köpek ve yılanı görevlendirdiğini ilave etmiş, o yaklaşmaya kalkarsa köpek onu yakalayacak, yılan da onu sokacakmış.  

Erlik ağaca yaklaşmış, Töröngöy’e (insanlardan birinin adı) Tanrı’nın beş daldan yenilmesi, dört daldan yenilmemesi konusunda yalan söylediği, tam tersini yemeleri gerektiğini söylemiş. O sırada yılan uykuya dalmış. Şeytan Erlik, yılanın içine girmiş ve ona ağaca çıkmasını söylemiş. Yılan ağaca çıkınca Tanrı’nın yasakladığı meyvelerden yemiş. Töröngöy ve birlikte yaşadığı kadın Edji’ye de yemelerini söylemiş. Törüngöy reddetmiş fakat Edji yemiş ve çok tatlı bulduğu için meyveyi Töröngöy’ün ağzına sürmüş. Anında her ikisinin de tüyleri dökülmüş ve utandıkları için birer ağacın arkasına saklanmışlar. O sırada Tanrı gelmiş. Bütün halk ağaçların arkasına saklanmış. Tanrı neler olduğunu sormuş. Edji cevaplamış; yasakladığı meyveyi yediğini ve Töröngöy’ün ağzına sürdüğü söylemiş. Tanrı neden böyle yaptığını sorunca da yılanın “Ye,” dediğini söylemiş. Yılana nedenini sorunca, o da içine şeytan girdiğini, nasıl girdiği sorusuna ise uyuduğu için girdiğini söylemiş. Köpeğe neden şeytanı yakalamadığını sorunca o da şeytanı gözlerinin görmediği söylemiş.   .

Tanrı hepsini cezalandırmış. Yılana artık şeytan olduğunu, insanların ona düşman olacaklarını, onu dövüp öldüreceklerini bildirmiş. Köpeğe ise insanların ona çok kötü davranacaklarını söylemiş. Edji’ye şeytana uyduğu için artık ölümlü olacağını, çocuk doğuracağını ve şiddetli ağrılar çekeceğini, Töröngöy’e ise şeytanı dinlediği için artık şeytanın adamı olduğunu, kendisine düşman sayacağını, şeytana uyarak artık onun dengi olma fırsatını kaçırdığını söylemiş. Artık insan yaratmayacağını ve insanın kendi soyunu kendisinin üreteceğini eklemiş. Onların dokuz oğlu ve dokuz kızı olacağını belirtmiş.

Tanrı en son olarak Erlik’e insanları neden kandırdığını sormuş. O da Tanrı’dan halkını istediğini ama kendisine vermediğini söylemiş. İnsanlara nasıl kötülük edeceğini, onları nasıl birbirine düşüreceğini anlatmış. 

Tanrı son olarak, “Sizi yerin üç kat altına, Güneş’i ve Ayı olmayan karanlıklar ülkesine atacağım, yiyeceğinizi de vermeyeceğim, kendi gücünüzle kendinizi doyurun, sizinle konuşmaya gelmeyeceğim, size May Tere’yi göndereceğim, her şeyi o size öğretsin,” demiş ve kendisi içinde göğün on yedinci katında bir nur âlemi yaratarak oraya çekilmiş.

 May Tere, Tanrı’nın emrettiği gibi Erlik’e ve halka her şeyi öğretmiş. Bir süre sonra Erlik, May Tere’den Tanrı’ya onun katına çıkabilmesi için yalvarmasını istemiş, May Tere’nin altmış iki yıl dua etmesi sonucunda Tanrı, Erlik’i göğe yükseltmiş. Tanrı’nın rızasıyla Erlik, gökte kendi dünyasını yaratmış. Erlik’in yarattığı kötü varlıklarla şeytanlar orada çoğalmışlar.  Tanrı’nın halkının yanında yaşayan Mandı Şire, Erlik’in gökyüzünde rahat yaşamasından rahatsız olmuş. Tanrı’ya kızdığı için, Erlik ile tek başına savaşmaya gitmiş. Gücü onu yenmeye yetmemiş. Mandı Şire Tanrı’ya Erlik’in halkı ile yeryüzünde yaşayan halk arasındaki eşitsizliğini anlatmış, Erlik’i göndermek için savaş açtığını ve başarısız olduğunu söylemiş. Tanrı, kimsenin kendinden daha güçlü olmadığı belirterek şimdilik Mandı Şire’nin Erlik’ten daha güçsüz olduğunu söylemiş. Belli bir süre sonra Mandı Şire’nin Erlik’ten daha güçlü olacağını, o zaman geldiğinde ona söyleyeceğini ve işte o zaman Erlik’i yeneceğini söylemiş. 

Uzun süre geçmiş. Mandı Şire zamanın geldiğini düşünmüş. Tanrı’nın yanına gitmiş ve onun rızasını alarak güçlenmiş. Silah istemiş, Tanrı ona cirit vermiş. Mandı Şire Erlik’in gökteki yerini parçalamayı başarmış. Oradan dünyaya düşen parçalar, o zamana kadar yeryüzünde olmayan taşları, kayaları, ağaçlı dağları meydana getirmiş. Erlik’e bağlı bulunanları da gökten atmış, onlar yere çarparak ölmüşler.

Gökteki yerini kaybeden Erlik sırasıyla kendisine önce bir tarlalık, sonra beş kulaçlık yer vermesi için Tanrı’ya yalvarmış. Ancak Tanrı reddetmiş. En sonunda Erlik elindeki sopayı yere batırmış ve sopanın ucu kadar yer vermesi için yalvarmış. Tanrı bu defa kabul etmiş. Fakat Erlik toprağın üstünde gök yaratmaya çalışınca Tanrı çok kızmış. Erlik’i engellemiş. Erlik’in yeraltına doğru dünyasını yaratmasını emretmiş ve ona artık güneş yüzü göremeyeceğini bildirmiş. Çok sonra, dünyanın sonu geldiğinde onu yargılayacağını söylemiş. Eğer o zaman kötülükten vazgeçmiş olursa, Tanrı onun iyi biri olduğuna karar verirse ancak o zaman kendi katına alacağını söylemiş. Aksi takdirde tekrar uzaklaştıracağını belirtmiş. Erlik ölüleri yanına almak istemiş ama Tanrı kabul etmemiş. Erlik yalnız kalacağından şikâyet etmiş. Tanrı ona sahip olmak istediklerini kendisinin yaratmasını söylemiş. Tanrı’nın rızasını aldığı için Erlik bir körük yapmış ve altına bir aksam yerleştirmiş. Yukarıdan çekiçle körüğe vurdukça alttan bir şeyler beliriyormuş; bir kurbağa; bir yılan, bir ayı... Böylece devam etmiş ta ki kötü ruhlar olan Almıs ve Şulumıs’ı yaratıncaya kadar. Tanrı kızmış Erlik’in elindekileri ateşe atmış. Ateşe altılan körükten bir kadın ve kıskaçla çekiçten ise bir erkek ortaya çıkmış. Tanrı her ikisine de sırayla tükürmüş. Kadına tükürdüğünde çok kötü kokan bir balıkçıla, erkeğe tükürdüğünde ise o da bir tür sıçana dönüşmüş.

Sonra Tanrı yeryüzündeki halkına dönmüş. Onlar için gerekli her şeyi yarattığını söylemiş. Onlardan onun için iyi şeyler yapmalarını istemiş. Artık uzaklara gideceğini ve uzun süre gelmeyeceğini ancak döndüğünde insanların iyilik ve kötülüklerine bakıp yargılayacağını söylemiş. Ayrıca onları “Şeytan sizden yemek isterse siz verin ama siz şeytanın yemeğini yemeyin çünkü o zaman onlardan olursunuz,” diye öğütlemiş. Kendisine ihtiyaç duymaları halinde çağırdıklarında onun yanına geleceklerini de eklemiş.

Gitmeden evvel bazı kişileri görevlendirmiş; Japkara, Manda Şire, Şal Jime, Podo-Sünkü.

Podo-Sünkü’ye güneşi ve ayı yörüngesinde sabit tutması görevini vermiş. Mandı Şire’ye yeryüzünü ve gökyüzünü beklemesini söylemiş. İnsanlara tüm iyilikleri öğretmeye devam etmesini buyurmuş. Ayrıca insanlara yaşamaları için gerekli olan işleri nasıl yapacaklarını da öğretmesini istemiş. Japkara’nın görevi ise hep Erlik’i izlemesiymiş. Erlik ölüleri almak isterse Manda Şire’ye söyleyecekmiş. Şal Jime’ye her şeyin yavrusunu ile içki içmiş insanları korumasını görevini vermiş. Ayrıca eceliyle veya Tanrı’nın, beylerinin uğruna savaşıp ölenleri Tanrı’nın yanına götürmek görevini de ona vermiş. Ancak intihar edenlerin, zenginden çalanların ve başkasına düşman olanların ölüsünü almamalıymış. Bir görevi de kötü ruhları gözetlemek ve eğer bu kötü ruhlar yeryüzüne çıkmaya kalkarsa May Tere’ye haber vermekmiş. May Tere’nin görevi ise kötülüğü iyilikten uzak tutmakmış. Tanrı gitmiş.  

Tanrı gittikten sonra Mandı Şire insanlara gündelik hayatlarında kullanacakları tüm iyilikleri öğretmiş. İşini tamamladıktan sonra gitme zamanı gelmiş ve bir rüzgârın oluşturduğu hortumla yeryüzünden ayrılmış. Japkara insanlara Mandı Şire’nin Tanrı’nın yanına gittiğini açıklamış. Onu aramamalarını tembihlemiş. Kendisinin de Tanrı’nın bir elçisi olduğunu ve Tanrı’nın yaşamasını söylediği ülkede yaşayacağını söylemiş. Son olarak insanların Tanrı’dan öğrendiklerinden sapmamalarını isteyerek kaybolup gitmiş.

 

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

TUĞBA İNCEOĞLU 5 Ocak 1975 doğumlu. İlk, orta ve lise eğitimini memleketi İzmir’de tamamladı. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Bölümü’nü bitirdi. 2007 yılında Yeditepe Üniversitesi’nde İşletme Yüksek Lisansını tamamladı. Yirmi yıla yakın süren iş hayatı boyunca yerli ve yabancı firmaların “İnsan Kaynakları” bölümlerinde çalıştı. 2017 yılından itibaren profesyonel iş hayatından ayrılıp çocukluk hayali olan yazma üzerine yoğunlaştı. Erbulak Evi Yazarlık Okuluna devam etti. Anadolu Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden 2021 yılında mezun oldu. İlk şahsi romanı “Gece ve Gölgeler” 2021 yılında DKY’den ve FeminenArtFest2023 kapsamındaki "Pilav Taneleri" isimli kitabı 2023 yılında Artshop Yayıncılık'tan yayınlandı. Öykülerinin bulunduğu kolektif kitaplar; “Menekşe” İhanet (2019) (DKY), “Sarı Ayıcık” Affet Beni (2020) (DKY), "Arya” İlk Senfoni (2021) (Edebiyatblog) ve “Erkız” Tanrıların ve Tanrıçaların İzinde Mitolojik Öyküler (2022) (Artshop Yayıncılık). 2022 yılında Edebiyatblog bünyesinde roman analizi ve yazma teknikleri üzerine “Atölye Okuyarak Yazıyoruz”un eğimini verdi. Halen Kirpi Edebiyat ve Düşün Dergisi’nde öyküleri yayımlanmakta olup ayrıca Edebiyatblog’da yazmaktadır.