Önlükten Kazağa
Bundan otuz sene önce bu oda, yine aynı manzarayla karşılaşmıştı...

Ahmet yine kuşluk vaktinde kalktı. Daha doğrusu annesi kaldırdı. “Hadi oğul, sabah namazı vakti.” Ahmet isteksizce gözlerini açtı. Bütün kardeşleri halen koyun koyuna uyuyorlardı. Geç yattığı gecelerin sabahında olduğu gibi “Birazcık daha uyuyam be kız. Ne olur bırak be kız. Yatak sıcak be kız. Kız ana ya…” demek istedi. O sabahlarda annesi bu laflara pes etmez kalkıncaya kadar dürter dururdu onu. Bazen bu dürtmeler işe yaramaz önce babasının gürleyen sesi duyulurdu kapının ardından. O da yetmezse babası Ahmet’i tekme tokat döşekten kaldırırdı. Korkuyla uyanan küçük kardeşleri ağlamaya başlardı. Ahmet babasının gürleme sesini duymadan fırlardı yataktan, hâlâ sızlayan, acıyan etlerini hissederek. Üstüne hırkasını geçirdi. Bahçedeki helâya girdi. Çıkınca tuvaletin bir duvarına bitişik yapılmış yalakta ellerini yıkadı. Titreye titreye abdestini aldı.
Odaya döndüğünde kardeşlerinin hepsi kalkmış, annesi döşekleri toplamış, babası namaza durmuştu. Dedesi evlerini inşa ederken bu odanın kapısının yerini Kıble’ye göre belirlemişti. Hatta tüm evi bu odanın kapısına göre ayarlamıştı. O namaz kılarken biri önünden yanından geçmesin, kapıdan baksın arkasını görsün, onun da namazı bozulmasın, geçen kişi de mekruh davranışta bulunmuş olmasın diye yapmıştı bunu. Ahmet seccadesini babasının arka çaprazına serdi. Niyet edip “Allahü Ekber” deyip başladı namazına. Namazını kılarken aklında okulu vardı. Dün gece yorganın altında minik feneriyle tamamlamıştı matematik ödevini. Okumak ne güzel şey! Öğretmenim çok sevinecek bitirdiğimi görünce. Bugün teneffüslerde kitabımın kalan sayfalarını okurum. Zati sonra bubam beni bekler. Çok taşıncak şey kaldıydı. Olsun be. Taşırım ben onları hemencik. Yarınki sınava da akşam gene yorgan altında çalışırım. Ahmet secdeye vardı. Allah’ım sen izin ver, büyüyünce öğretmen olayım. Doğruldu. Seneye kasabadaki o öğretmen okulunda okuyayım. Tekrar secdeye vardı. Üniversiteyi de Ankara’da. Ayağa kalktı. Bubam gibi, onun bubası, hatta onunda bubası gibi bu köyün al-satçısı olmayayım. Bu köyden gideyim. Az kaldı, son sene. Lise, üniversite sonra başka köyler belki başka kasabalar… Babası başını önce sağa çevirdi, o da “Es Selamu Aleykum ve Rahmetullah” sonra sola çevirdiler, “Es Selamu Aleykum ve Rahmetullah”. Ahmet seccadesini yerden aldı, katladı, kenardaki hasır sepetin içine koydu.
“Ne çabuk bitirdin lan namazını?” Babası ona bakıyordu. Hızlıca yanına gitti, eğilip yerden onun seccadesini alırken;
“Sen daha yeni başlarken geldim ben buba,” diye cevapladı. “Aynı zamanda başladık nirdeyse.”
Annesi elinde tepsi, kolunun altına sıkıştırdığı örtüyle içeriye girdi. “Allah kabul etsin.”
Ahmet tahta yer sofrasını ortaya koydu, örtüyü aldı, üstüne serdi. Tepsiyi de onun üstüne koydular. Kimse hadi demeden Ahmet’in kardeşleri mahmur bakışlarıyla odaya gelip tepsinin çevresine sıralandılar. Boy boy altı çocuk; dördü erkek, ikisi kız. En büyüğü on bir yaşında en küçüğü üç. Önce iki el kol başladı tepsinin üstünde hareket etmeye, az sonra on dört el kol daha ilave oldu.
“Ana, sen neden yemiyon bu sabah?” diye sordu Ahmet annesinin onları izlediğini görünce.
“Hiç, canım istemidi.” Eller durdu, yüzler kadına döndü. “Midem bulanıyo...” derken herkes yine yemeğe başlamıştı. “Siz yiyin ben sonra yirim.” Sözleri havada kaldı.
Hızla yaptıkları kahvaltıdan arta kalanları annesi hızla toparladı. Ahmet kapının arkasında asılı olan önlüğüne elini uzatırken babasının sesini duydu.
“Ulan Ahmet, bugün benle işe geliyon.”
“Buba ama okul…”
Abbas Efendi tüm heybetiyle kapının aralığında durmuş oğluna bakıyordu.
“Başlatma okuluna!”
Ahmet bir an duraksadı. Ama. Ama okul! “Ben okula gitmek istiyom, seninle gelmek değil,” diye itiraz edemedi.
“Çabuk giyin çıkcaz! Emin Ağa’yı bekletmek olmaz.”
Pantolonunu, kazağını giydi. Babasının peşine takıldı.
Bundan otuz sene önce bu oda, yine aynı manzarayla karşılaşmıştı. Ahmet’in babasının da eli önlüğüne giderken kendi babasının “Bugün benle işe geliyon!” demesiyle kazağına ulaşmış, bir daha o önlük hiç giyilmemişti. İnsan hafızası ne gariptir, yaşamımız boyunca edindiğimiz anılarımızın kaçı gerçek kaçı sahte anıdır bilemeyiz. Abbas Efendi bu anısını “Bir gün sabah bubam işe gidiyordu. ‘Buba, bugün ben senlen işe geleyim,’” diye anlatır durur.
Tepkiniz nedir?






