Tanrı İle Sözleşme

Tanrı ile sözleşme olur mu?

B.B.
Mayıs 19, 2022 - 19:55
Temmuz 2, 2022 - 22:42
 1
Tanrı İle Sözleşme

Bir gün Tanrı ile sözleştim. Yani ben söz verdim, O’da duydu. Birine bir iyilik yapacaktım. Kime yaptığım, ne yaptığım önemli değildi. Birine karşılıksız iyilik yapacaktım ve karşılığını yalnızca Tanrı'dan bekleyecektim. Bir isteğim vardı Tanrı'dan. Yıllarca hayalini kurduğum, bir türlü gerçekleştiremediğim bir hülya… Ne yaptıysam olmadı, kime gittiysem yüz çevirdi; aradım, taradım… Bir diyar diyar gezmediğim kalmıştı. İlk gitmem gereken yere en son ulaştım. Dayandım Tanrı'nın yüce kapısına. Çok methini duydum, yana yakıla gelen kullarını geri çevirmez imiş. Kulu, O’na yürürse; O, kuluna koşar imiş. Temizlendim, paklandım; başladım, el açıp dua etmeye, usulü buymuş. Dedim ya hep hayalini kurduğum bir şey vardı. Bir tek onu istedim. Dahasını istesem zor gelmezmiş elbet ama benim de gözüm bu hayalden gayrısını görmez idi. Tek şartım vardı, o da hayalim en kısa zamanda gerçekleşsin. Daha sabredecek gücüm kalmamıştı. Yeni yetme bir kuldum o zamanlar, nereden bilecektim Tanrı'ya zaman verilmeyeceğini? Ellerimi yüzüme kapadım, işe koyuldum.

Bir iyilik yapmalıydım. Birinin hayatına dokunmalıydım. O biri beni öyle çok sevmeliydi ki birdenbire, “Seni karşıma Tanrı çıkardı” demeliydi. Desin ki Tanrı dostu olduğumu kanıtlayabileyim. Sonuçta dost, dosta verdiği sözü tutar, değil mi? Çarşı pazar gezdim. Nerede yaşlı görsem yardımına koştum, elini öptüm; çocuk gördüysem başını okşadım, şeker verdim ama bana yetmedi. Daha büyük bir şey yapmalıydım, yani kendimce büyük. Büyük iyiliğin, hediyesi de büyük olurdu. Aradım, taradım; bulduğum büyük iyiliklere ne param yetti, ne yaşım… Bırakmalıydım belki de, vazgeçmeliydim bu sevdadan. Hem Tanrı ile sözleşme mi olurmuş? O isterse zaten verirdi, benim iyiliğime mi ihtiyacı vardı? Genç aklım işte, bir umut aradım kendimce.

Bir ara pişman oldum. Ya sözümü ben tutamazsam ya Tanrı'nın hoşuna gidecek bir iyilikte bulunamazsam… Olur da büsbütün kaybedersem… Hayalim hep hayal olarak kalırsa… Delirecek gibiydim. Gibisi fazla, belki de farkında değildim ama delirmiştim çoktan. Gözümü karartmıştım artık, bir iyilik bulacaktım ve sözümü tutacaktım.

Bizim evin orada bir inşaat vardı. Arada sırada yevmiye için çalışmaya giderdim. Malum hayat zordu, hasta bir anam vardı. El mahkum ne iş bulursam yapardım, bazen günde birkaç işte çalışırdım, akşam eve döndüğümde sevindirirdim anamı. Yine bir gün inşaattayım. Sırtımda siz deyin 10 kilo, ben deyim 20 kilo bir çuval… Bir oraya gidiyordum, bir buraya; birini bırakıyordum, öbürünü alıyordum. Omuzlarımda çıkan nasırlar nasıl sızlıyordu, anlatamam. Bir an canıma tak etti ve git gide ağırlaşan çuvalı bir kenara hoyratça savurdum. Alnımdan aşağı süzülen boncuk boncuk terleri elimin tersiyle silerken, kurumuş boğazımdaki gıcığı öksürerek gidereceğim sırada onu gördüm. Bir damla tükürük genzimde öylece kalakaldı. Hani insan yeri geldi mi okyanusları geçebilecek kadar güçlü ama bir kaşık suda boğulabilecek kadar da acizmiş ya, işte tam da onu yaşadım. Ölsem ölemiyorum, yaşasam buna yaşamak denmezdi. Resmen boğuluyordum.

Öyle bir yürüyüşü vardı ki, ceylan gibi. Saçları öyle güzel, öyle bakımlıydı ki, sanki ipek böcekleri özenerek örmüş gibi. Hele ya o gözleri… Ah kendine gel oğlum, öyle bakma! Anlayacaktı, küçük görecekti beni. Beline kadar uzanan saçlarını savurarak gözlerimin önünden yürüyüp geçti. O geçti, ben de kendimden geçtim. Kısa bir an gözleri gözlerime değdi sanki, belki de değmedi, ben öyle sandım. Hayalimi gerçek, gerçeğimi hayal yapmıştı bu kız. Tek duamdı o benim. Tek hayalim. Tek isteyim. Ahu… Adı gibi güzel ve zarif. Enseme yediğim şaplak beni içine sürüklendiğim hayal dünyamdan çekip çıkardı. Bana orada da rahat yoktu zaten. “Ne dikilip duruyorsun oğlum boş boş, daha tonla çuval taşınacak. Ustabaşına söyleyeceğim senin bu hallerini.” Aman söyle, söylemezsen hatrım kalır. Aldım çuvalı tekrar nasır tutmuş omuzlarımın üzerine. Sanki canım yoktu benim. Sanki insan değildim ben. Ne sevmeye hakkım vardı ne de sevilmeye… Ne yerdeki ottan ne de havada uçuşan toz tanelerinden bir farkım yoktu benim.

İnşaattan eve dönerken uzun ve dar bir yol vardı. Bu yol içimi kasvete boğsa da kestirme diye geçerdim hep. O gün yine geçiyordum bu yoldan. Yolun sonuna geldiğimde yerde boylu boyunca uzanmış bir adamla karşılaştım. Önce bir korkmadım değil. Sarhoş olup sızmış mıydı, -Allah geçinden versin- ölmüş müydü, hiç belli değildi. Temkinli adımlarla yaklaştım yanına, hareketsizce yattığını sandığım adam aslında elini göğsüne koymuş bir şeyler sayıklıyordu. O an anladım, adam kalp krizi geçiriyordu. Çok mu geç kalmıştım bilmiyordum ama bir şeyler yapmam gerekiyordu. Hiç de anlamazdım bu ilk yardım işlerinden. Filmlerden gördüğüm kadarıyla birkaç şey yapmaya çalıştım. Boynuna kadar iliklenmiş düğmeleri açtım önce, sonra ellerimi birleştirip birkaç kez göğsüne bastırdım. Cahilceydi belki yardımım, belki de destek olmak isterken köstek oluyordum. Bilmiyordum. Sadece bir şeyler yapmak istedim. Adamı sırtıma aldığım gibi ana caddeye çıktım. Bir taksi çevirdim koyuldum hastane yoluna. Hastaneye ulaştıktan sonrası kolaydı. Pek bekleyemedim zaten. Anam geç kalırsam korkar, endişelenirdi. Üstüme düşen görevi yerine getirdiğimi umut ederek oradan uzaklaştım ve evimin yolunu tuttum.

Günler günleri kovaladı. Evden işe, işten eve… Günlerim bu döngüden ibaretti. Anamın hastalığı günden güne artmıştı. Acı çekiyordu, ses etmese bile gözlerinde görüyordum o kederi. Çok canı yanıyordu. Çaresi de yoktu üstelik. Belki çare vardı da biz ulaşamıyorduk. Sorsan her şeyin başı sağlıktır derler, parası olmayana sağlık bile vermezler. Vermediler. Bir kış günü tek dayanağım anamı da toprağın altına uğurladım. Bundan böyle kışlar da benim düşmanımdı. Ben hayalime kavuşmak için dua ederken ne hayalim gerçek oldu ne de gerçeğim benimle kaldı. Yapayalnız hissediyordum kendimi. Bu koca dünya da bir başına yalnız ve yorgun… Ne kadar kendime engel olmaya çalışsam da -Allah affetsin- kalbim isyan içindeydi. Bir günde sahip olduğum her şeyimi kaybetmiştim. Anamı ve hayallerimin gerçek olacağına dair umudumu…

Sağ olsunlar, konu komşu taziyeye geldi bir süre. Başım kalabalıkken ne kadar yalnız olduğumu bir süre algılayamadım, anlamadım daha doğrusu. Birer birer eksilirken insanlar evimden, başımdan, içimden… Sorguladım kendimi. Ben kimim, neyim? Eskiden sorsalardı “anamın oğluyum” derdim. O gitti. Peki ben şimdi kimim? Cevabı boş, boyası akmış duvarlardan bekledim. Vermediler. Cevabı yoksa bu sorunun, yoksa ben kimse miyim?

Kapı çaldı.

Taziye için gelmiştir. Bir kişi daha kaldıramazdı yorgun başım. Gün batmak üzereydi. Neden bu kadar geç gelirlerdi ki sanki? Yarın olsaydı ya. Çalar çalar giderdi.

Açmadım kapıyı.

Yine çaldı kapı.

Duymazlıktan geldim.

Git artık git.

Israrla bir daha çaldı.

Pes etmiş bir şekilde yürüdüm kapıya doğru. Ben ileriye gittikçe sanki ayaklarım geri çekiyordu beni. Çok yorgundum. Bu misafir gitsin koyup başımı uyuyacaktım. Ya da en azından başımı yastığa koymuş olacaktım. Yüzümdeki bıkkın ifadeyi hiç değiştirmeye zorlamadan açtım kapıyı. Cenaze evine alacaklı mı gelmişti?

Kapı açıldı ama ben mi açtım, ilahi bir güç mü açtı hiç bilemedim. Kapıyı açmamla öylece donup kalmam bir olmuştu. Yüzümde ne bıkkınlık ne korku ne de başka bir duygu kalmıştı. Tutuk bir dille, donuk bakışlarla kapının ardında kalmıştım.

“Başınız sağ olsun, demeye geldik babamla.” Gözlerimi kırpıştırdım. “Hıı…” Karşımdaki kız elindeki tepsiyi tutmam için bana uzattı. “Sizin için yaptı annem bu yemeği. Bizim oranın adetidir de.” Bir tepsiye baktım, bir de kıza. “Hıı…” Ahu… Bu o muydu? Gözlerim fazla yorgunluktan hayaller gördürmüyordu bana değil mi? “Oğlum almayacak mısın bizi içeri?” Başımı yana çevirdim. Karşımdaki adam benim için daha büyük bir şaşkınlıktı. Karşımda duran kızın babası… Ahu’mun babası bir akşam vakti hastaneye yetiştirdiğim adamdı.

“Bu… buyurun.” Onlar yanımdan usulca geçerken boşluğa dalıp gittim. İnsan kış soğuğunda terler mi? Terlemek ne kelime, yanıyordum. Yandım anam! Allah’ım sen yakma beni.

“Gelsene oğlum içeri, buz kesti ev!”

*

Bir mucize olmuştu. Olmuştu işte. Duam kabul olmuştu. Ben sözümü tutmuştum. Tanrı da tutmuştu. Hem de en beklemediğim, en muhtaç olduğum anda gerçekleşmişti dileğim. Hayalim gerçekleşmekte o kadar geç kalmıştı ki bana göre. Hiç olmaz sanmıştım. Tanrı beni sevmiyor sanmıştım. Meğersem tanrıya zaman verilmezmiş. En iyisini hep o bilirmiş. Benim en büyük hayalim, tek duam; her şeyimi kaybettiğimi sandığım anda birdenbire gerçekleşivermişti. Şimdi karım ve iki çocuğumla anamın mezarının yanı başındayım. Kimsesiz değildim artık, hiç olmamıştım.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow