Yargı (2021) Kanal D ve Diğer Şeyler

Kasım 29, 2021 - 00:02
Kasım 29, 2021 - 00:02
 2
Yargı (2021) Kanal D ve Diğer Şeyler

Ülkemizde dizisini izleyebildiğimiz "Yargı" Kanal D'de yayınlanıyor. Ay yapımın başarılı çalışması reyting rekorları kırıyor.  

Tekrarı yok, kanalın sitesi dışında yayını yok. Pazar akşamlarını kapatmış bir polisiye aslında bu dizi.

Senaryosu topraklarımızda yaşanan vahşi kadın cinayetlerinin en ünlüsünden esinlenerek yazılan dizide aynı türdeki adli olaylara da göndermeler yapılıyor. 

Sağlam oyuncu kadrosunu görsem de iki buçuk saat süren Türk dizisi seyretmediğimden hiç başlamamıştım aslında. Zaten evde de televizyon yoktu. 


Ama youtube da ve twitterda hasbelkader "Pars Savcım"a rastlayınca bu gece 9. bölümü yayınlanan diziye 4. bölümden dahil oldum. Tabi beni diziye çeken savcı karakterini canlandıran oyuncu kimmiş diyerek twitter sayfasına bakınca izleyicilerin sevgi selini, bu güne kadar bir çok dizide çok farklı karakterlerde rol alan oyuncunun adeta bu rol ile fenomen olduğunu anladım. 
Karikatürleri yapılan, replikleri ağızlarda dolaşan Pars Savcı bunca yıllık hukuk mesleği icrasında karşılaştığım savcıların bire bir aynısı olunca hayretler içinde izlemeye başladım. Neredeyse diziden haberdar olan her hukukçu da aynı fikirdeydi. Mehmet Yılmaz Ak adlı oyuncu daha önce kesinlikle bu ülkede savcılık yapmış olmalıydı. Bu performansıyla başrol oyuncusu savcının da önüne geçen ünü fazlasıyla hak ediyordu. 
Oyunculuk gerçekten büyük bir sanat ama her rolü hakkıyla oynamak için ciddi yetenek gerekiyor. Her dizide savcı hakim ve avukatlar var elbette ama şimdiye kadar bu kadar gerçeğini canlandıran bir oyuncu izlemedim. Sırf bu açıdan bile diziyi sevdim. 
Sadece süresi uzun, reklamlar fazla, o esnada yapacak bir başka iş ya da kitap elimde oluyor ve uzun uzadıya devam eden sahne olursa hem sakız çiğneyip hem yürüyebilen bir insan olarak iki işi beraber götürüyorum.

Bu vesileyle biraz meslekten bahsetmek istiyorum. Tabi bu görüşler sadece bana aittir, her zaman çürütülebilir. Yazılarımı deneyimlerim üzerinden yazdığımdan genellemeler yerine karşılaştığım insanlara dair çıkarımlarım demeliyim. 

Hukuk Fakültesi kazanmak ve bitirmek için (en azından eskiden/ ülkede şimdiki gibi 150 civarı apartmandan hallice, her ilçeye bir hukuk fakültesi kampanyası yokken, sadece 7 fakülte varken ki zamanlardan bahsediyorum) ortalama üzerinde zekaya sahip olmak gerekirdi. Üniversite sınavını yüzde onluk bir kesim kazanırken bu yüzde onun yüzde biri hukuka girebilirdi. Sonra da kah kendi tercihleri kah hayatın sürüklemesi ile Hakim -savcı-avukat başta olmak üzere çok çeşitli alanlarda çalışırlardı. 

Fakülte eğitimi ülkemizde çok iyi olmasa da, Akademi'de sıkı bir eğitimden geçerler ve sonra ülkenin derecelere ayrılmış bölgelerinde tecrübelenerek il merkezlerine doğru ilerlerlerdi. Gelenekte beş yıldan önce acemi kabul edilir, on yıldan sonra ustalıkları kararlarına yansırdı. 

Aynı şey avukatlar için de geçerliydi. İşin raconu dışında mesleki bilgi ve tecrübeye vakıf olmak önemliydi. İnsanların hayatları konusunda karar veren hakimlerin vicdanları ile beraber hukuk alanında uzmanlaşmış olması, olayın aydınlatılmasında savcının hiç bir noktayı gözden kaçırmaması, avukatların da bu süreçte yapılan hataları tespit edebilecek donanıma sahip olmaları için kendilerini yetiştirme niyeti ve zaman önemliydi. Hala da öyle. Çünkü bu adaletin üçlü sacayağı denen meslek mensuplarının işini hakkıyla yapması halinde güven ortamı oluşur, sermaye rahatlar, dış yatırımcı gelir, istikrar olur. Dolayısıyla bir ülke kalkınır, her alanda ilerler. Almanya'nın bu günkü gücünün arkasında "Berlinde hakimler var" hakikati yatar.  

Bu mevzu uzun hiç girmeyeceğim ama söylemek istediğim, dizide de gördüğümüz gibi bir olayın aydınlatılması için onların planlayıcılarından üstün bir algı ve zeka gereklidir. Savcılar zaten zeki insanların arasından seçilmelidir. Yani hukukçuların da en zeki, en cesur, en atılgan, en şüpheci, en hızlı düşünen, pratik olanları savcılardır genelde. Ve tabi ki, biraz da tembel, güvensiz, insan denen meçhulü sorgulamaktan mütevellit değişen karakterleri ile özel hayatlarında da çevresini yoran insanlardır. Avukatlar her türlü donananımın yanında piyasa şartlarının farkında, çok koşan, çok çalışan, insanların, hakim savcı gibi kamu gücü kullanmaması sebebiyle en çok yıprattıkları hukukçularıdır. Sadece zeki olmak yetmez avukata. Hakimlik ise hem zeki hem çalışkan, detaycı hukukçuların tercih ettiği bir çalışma alanıdır. Daha sabırlı, daha nazik, insani ilişkileri toplumun geneline göre katı olsa da, savcılara nazaran daha yumuşaktır. Bunun nedenleri üzerine çok kafa patlattım fakülte yıllarından beri. Ve şöyle çıkarımlarım oldu.  

Tabi ki, dünyanın toz bulutu olduğu zamandan başlayarak anlatacağım:)))            

Ben duygusal hukukçulardan olduğumdan ve tepkilerimi öngördüğümden hiç kadavra görmeye yeltenmedim. Oysa fakültede son sınıfta adli tıp dersi aldım, yüksek puanla geçtim ama hoca morga götüreceği gün okula gitmedim. Zaten serbest bırakmıştı. Bırakın onu hiç bir yakınım öldüğünde girip yüzüne bakmak istemedim. Onları canlı halleriyle hatırlamayı seçtim.

Ben ilkokula giderken kuzenim tıp okuyordu. Kadavranın başında bir foto çekilmişlerdi, hala gözümün önünde. Hepsi gülümsüyordu bir ölünün başında, bir kişinin elinde kahve bir kişinin elinde sandviç vardı. Dersleri iyi olan her çocuğa hedef gösterilen doktor olmak fikrinden o vakit vazgeçtim. Kan tutan tiplerden değildim ama bir insanı kesip biçmek bana göre değildi. Benim işim kelimelerleydi. İtiraz seven bir kova burcu olarak hiç bir tartışmadan geri durmadığım için avukat olmalı fikirleri öne sürülse de buna da çok sıcak bakmadım o vakitler. Ama ne der şarkı "Kaderden kaçılmaz biliyorsun/ Kimler geldi kimler geçti"  

Kadavra mevzusuna geri dönersek, babaannem "Bakma sen böyle güldüklerine, ilk kadavra görüşünden sonra bir hafta kustu. Epey süre en sevdiği kırmızı eti yiyemedi" diye anlatmıştı. Demek ki her insan zamanla yaşadığı şartlara alışıyordu ama başlangıçta ayakta kalabilecek direnç de olmalıydı. 

Yıllar sonra Nuri Bilge Ceylan'ın "Bir zamanlar Anadolu’da" filmini izlerken  bu düşünceler arasında dolaştım. Benden iki şey olmazdı, savcı ve doktor. İkisinin de başı sürekli otopsiden, acil müdahaleden kurtulmazdı. Fakülteyi bitirirken savcılık seçeneğini baştan elemiştim zaten. 

Bir hukukçunun yapacağı en havalı işlerden biriyken aslında en pis iş olduğunu ilk günden anlamıştım. Sonra da hızlı karar alınması gereken bu alanda donuk, soğuk kanlı insanların çalışabildiğini gördüm. Çok savcı arkadaşım oldu, yüzlerine de söylediğim için burada da yazabilirim sanırım. 

Meslek mi onların karakterini değiştiriyordu yoksa karakterleri mi onları hukukun geniş yelpazesinde çalışacakları alanları seçtiriyordu? sorusuna kendimce hep cevap aradım. Yakından ve uzaktan tanıdığım insanlarla kendimce bir istatistik çıkardım ve çoğunun zaten yapılarında gaddarlık olduğu için bu alanda çalıştıkları sonucuna vardım. Tabi zamanla daha da taş kalpli insanlara dönüşüyorlardı. Bunda otopsilerin, olay yeri inceleme ve tespitlerinin çok payı var diye düşündüm. 

Mesela hukukçular arasında sanatla ilgilenen çoktur ama genelde hakimler arasından şairler çıkar. Savcıların şiir yazdığı nadirdir. Hasbelkader savcı olmuşlar bile biraz içinde merhamet ya da şiir yazacak potansiyel sevgi olanlar alan değiştirip hakimliğe geçmiştir çoğu zaman. Bu da yönelim olarak sert işi yapanların, olayın sıcağı ile karşılaşıp buz gibi durabilenlerin, zaman içinde mesleki deformasyon sonucu daha da kalpsizleştiklerini gösterdiğinden tezimi doğrular. 

Zaten kim olursa olsun fıtratına ters işi seçenler, yani bizim ülkemizde mecbur kalanlar hastalanırlar. Belki de bu yüzdendir, otoimmün sistem hastalıklarının hızla artışı. Vücudun kendi ile savaştığı, düşmanı kendi bildiği ve insana kaybettirdiği savaşların sonunda heba oluyoruz bu ülkede. Belki de her meslekte... 

Ve galiba hayatın verebileceği en büyük hediye ruhunla bütünleşerek yapabildiğin, seçebildiğin bir işte çalışıp yaşamını devam ettirebilmektir. Bu şansı yakalayanlara, mesleğini severek, tutkuyla ve hakkıyla yapanlara ne mutlu.

"Pars Savcım" beni nerden nereye getirdi gece gece.

Aslında bu bölüme damga vuran son sahne ve Can Ozan'ın söylediği Toprak Yağmura şarkısı idi. Güzel Avukat Ceylin mecburen veda etti, gülümseyerek hoşça kal deyip arkasını döndü içine akıtamadığı gözyaşlarını tutamayarak yürüdü. Ve her zamanki donuk, gururlu, kalbindeki aşkı dile dökemeyecek kadar inatçı Ilgaz Savcı aşkının uzaklaşmasını yüzündeki o değişmeyen poker suratı ifadesiyle seyretti. İçi yansa da kımıldamadı, öylece suskun kaldı. Ne de olsa soğukluğu ruhlarına işleten bir mesleği vardı. Demek ki işlerinde hızla karar alabilen, havadan nem kapan bu savcılar konu aşk olunca o kadar da cesur olamıyormuş dedirtti. 

Tabi dizinin devam etmesi için gerilimin yükselmesi gerek. "Ayrılıklar aşkları alevlendirir." en bilinen gerçektir. Bu aşk elbet bir gün yaşanacak, o vakte kadar seyirci kah güldürülüp kah ağlatılacak. Bu gece Ceylin'le beraber herkes ağlamış, twitter bu yönde atılan twittlerle yıkıldı. Ne diyelim, senaristlerin, oyuncuların ve Yargı Dizisinde emeği geçen herkesin eline sağlık. Hak yerini bulup adalet gerçekleşirken sevincimiz de kursağımızda kaldı ama olsun.  

Ben final Şarkısını bir daha dinleyelim derim ve sevenlerine iyi seyirler. 

https://www.youtube.com/watch?v=wOYu07BDTuw



Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Seslenen Yazılar Handan Kılıç Merhaba, Ben, Ankara’da yaşayan, İstanbul’a tutkun ama her daim toprağını özleyen bir İzmirli, edebiyata aşık bir Hukukçuyum. Uzun yıllardır blogumda hayata dair yazılar yazıyorum. 2015 yılında Akışına Bırak isimli bir kitap yayınladım. 2019 yılında Ölüler Konuşmalı adlı bir kitaba öykülerimle katkıda bulundum. 2020'de Başkalarının Çiçekleri, 2021'de Duvarın Ardı adlı öykü seçkileri ile Huzursuz Kelimeler adlı Şiir seçkisinde yer aldım. Roman ve öykü üzerine çalışıyor, mandala ve yazı üzerine atölyeler tasarlıyorum. Yazı-yorum Edebiyat Dergisinin de sürekli yazarlarından olup orada film analizleri ve denemeler yazıyorum. Yani hayatımın odağında her zaman yazı oldu. Youtubeda genel olarak çeşitli internet sitelerinde yayınlanmış kendime ait yazıları seslendiriyorum. Yaşam telaşı ile okumaya vakit bulamadığımız yazılara dinleme imkanı vermesi açısından youtube ve sesli kitaplar avantaj. Sosyal medya hesaplarım, site bağlantı adresleri için linklere tıklayabilirsiniz. Podcastlerim de Seslenen yazılar ismiyle her platformda. Gelin beraberce okuyalım, dinleyelim, yazalım, yaşayalım...