Ayrılık Düğümleri-2

Muhacirliğin esiri, gurbet yolcusu, vuslat şerbeti ve aşk...

Mayıs 16, 2022 - 22:46
 1
Ayrılık Düğümleri-2

Ayağını taşların arasındaki boşluğa koyup iki hamlede duvara, kocasının yanına oturdu ve onun gibi semayı seyre daldı. Yıldızlar, lacivert gökyüzüne dağılmış zamansızlığın içinde her şeyden bihaber duruyorlardı. O kadar yakın görünüyorlardı ki sanki uzansa tutabilecekti. Uzanmadı, tutabilse bile bu saatten sonra faydası yoktu.

“Çok güzel,” dedi belli belirsiz ve devam ettiler suskunluğa. Konuşmak, kelimeleri birleştirmek anlamsızdı. Bu saatten sonra söylenecek sözlerin gelecekteki hükmü belirsiz hatta yerine göre geçersizdi ancak bakışlarından kopup gelen kelamlara dur demek imkânsızdı. Onca yıllık suskunluk, dağılıp yerini mora, kızıla ve griye bırakan lacivertin peşinden gitmeyen yıldızların huzurunda gözden göze, ruhtan ruha, yürekten yüreğe ulaşan bir uğurlamaya dönüşmüştü.

Babam, kardeşim, sen… Önce Allah’a sonra birbirinize emanetsiniz. Bilmem bu iş nereye çıkar, kimi kimden ayırır uzaklara koyar. Bilmem dönüşün var mıdır, döndüğünde burada mıyım? Belki yaşarım, belki ölüyümdür çoktan. Aklım, yüreğim sizde; o uzun yolda olacaktır. Sanma ki burada rahat olacağız, sizi merak ederken nasıl rahat olabilirim? Ah gelebilsem, şu kahrolası bacağım sağlam olsaydı da yolu birlikte yürüyebilseydik. Bilsem size engel olmayacağım anamı sırtıma alıp çileyi sizinle göğüslerim. Bu saatten sonra ne ben yolcu olabilirim ne de sen kalabilirsin. İkimiz yaşayamadıklarımızla ‘ah’ eder, pişmanlıkla uğraşırız. Senden istediğim tek bir şey var: Beni affet.

Cevap verememişti Seher, bakışmaları yarım Kadir’in sahibine teslim edeceği yüzük cebinin köşesinde kalmıştı. Daha sabah ezanı bile okunmamıştı, önce Kadir indi duvardan cepkenini düzeltip elini uzattı ve Seher’in inmesine yardımcı oldu. Çalmaya devam eden kapıyı açtıklarında karşı evde dört yaşındaki kızıyla birlikte yaşayan Dikran’ı görmek karı kocayı ve kapı sesine uyanan ahaliyi şaşırtmıştı. Kırklı yaşlarındaki zayıf, tıknaz adam kızının küçük elini bırakmadan bahçeye girdi hızlıca. Gözleri yaşlı, hali perişan. Eşini kaybedeli bir sene bile olmamıştı, yüreğindeki acı yetmezmiş gibi Ermeni vatandaşa da muhacirlik emri verilmişti. Türkler nasıl batıya giden kervandaysa Ermeniler doğuya giden kervandaydılar. Yolculuk kesindi peki ya son?

“Size emanet,” dedi Dikran ve kızının elini bırakıp uyku ile uyanıklık arasında kalmış olanları izleyen komşularına doğru itti. “Ben sizi tanıyorum, iyi insanlarsınız eşim öldükten sonra bize çok yardımcı oldunuz. Ben yaşlıyım, zayıfım yoldan sağ çıkamam onu yalnız bırakamam siz ona aile olun.” Elinin tersiyle çökmüş kırışık yüzüne bulaşmış yaşlarını sildi. “Onun ailesi olun yalvarırım.”

Kapısına geleni daha önce hiç geri çevirmemiş olan Hacı Baba uykulu gözlerle olanları anlamaya çalışan ama anlayamayan küçük kızın elini tuttu, gelinin eline tutuşturdu elini. “Sen merak etme, aklın arkada kalmasın önce Allah’a sonra bize emanet.”

Dülgerdi Dikran, büyük dedelerinin göç etmesiyle Trabzon’a yerleşmiş baba mesleğini sürdürmüştü. Tahtadan oyuncak, ev eşyaları, bilyaliler yapardı. Etiyle sütüyle kimseye karışmaz kendi halinde ailesiyle yaşardı. Altı ay önce vefat etmişti eşi Leniya, onun ölümüyle daha çok çökmüş aylarca gülmemişti yüzü. Kızı Nazenig ise beş yaşında annesiz kalmıştı ve bu durum Seher’e kendini hatırlatıyordu. Küçük kızın açık kahverengi saçlarını sevdi şefkatle, kendine çekti sıkı sıkı sardı minik bedenini. Değil Ruslar, dünyanın en güçlü insanı gelse ayıramazdı Nazenig’i ondan.

“Dikran efendi merak etme, kızın bana emanet.” O benim hem kızım, hem kardeşim, hem kaderdaşım.

Dikran arkasına bir kez olsun bakmadan evden çıkıp kendi kervanına giderken Nazenig her şeyden habersiz el sallıyordu babasına. Elinde tahtadan oyma bir at, kısa hayatının en uzun yolculuğuna çıkacağından habersiz yeni ailesinin sinesinde…

Ezan okunduğunda abdestler alındı, namazlar kılındı avuçlar semaya açıldı herkesin yüreğinden aynı dua zikredildi. Seher Nazenig’i sıkı sıkı giydirip saçlarını örerken sıkı sıkı tembihliyordu. “Senin adın Nazenin, tamam mı? Kim sorarsa benim kardeşimsin, tamam mı?” Her söylediğini başını sallayarak onaylayan Nazenin hiç soru sormuyor sessizce bütün geleceğini kabulleniyordu. Her şey hazırlandığında Kadir’in hazırlattığı at arabası kapıya gelmiş, eşyalarla dolduruluyordu.

“Mutfakta sizi epey idare edecek yemek var uzun süre pişirmezsiniz sadece ısıtırsınız. Sobayı sabahtan yak, akşam odunla harlarsın.” Dönüp arkada kalan koca eve baktı. Bu eve ilk girdiği gün bu şekilde çıkacağını söyleselerdi asla inanmazdı. Her şeye inanır ama buna inanmazdı. Söylenecek, tembihleyecek bir sürü şey vardı ama hangisini söyleyeceğini bilmiyordu. Anlatmaya başlasa susamayacak, arabaya binip yola çıkamayacaktı. “Dikkatli olun,” dedi gözleri hala evin pencerelerinde dolanırken. “Allah’a emanetsiniz.”

Annesinin elini öptü, sıkı sıkı sarıldılar. Teyzeden çok anne olmuştu Seher’e Asiye Hanım. Ona yuva olmuş, sığınacak bir çatı vermişti. Dönüp bulamamaktan korktu, annesini ikinci kez kaybetmek istemiyordu. “Yolun açık olsun kızım, sağlıcakla git sağlıcakla dön birbirinize göz kulak olun. Üzerimizde çok emeğin var, Allah senden razı olsun hakkını helal et.”

“Ben helal ettim annem, asıl sen helal et bir yanlışım olduysa affet.”

“Helal olsun güzel kızım, helal olsun!”  Son kez sarıldılar. Herkes vedalaşmış arabaya doluşmuşlardı. Son kez, gözlerine son kez bakmak için Kadir’e döndü genç kız. Döndü, bende kalayım, demek istedi kendini tuttu. Kadir’in gözlerinde daha önce görmediği bir duygu dolanıyor, yerinde duramıyordu.

“Seher,” S’yi yorgun h’ye bağladı belirsiz bir r’ye kattı.  “Bu sana ait.” İki gün önce kendi elleriyle tasarlayıp biçimlendirdiği yüzüğü sıkıştığı köşeden çıkartıp, Seher’in eline uzandı ve avcunun ortasına bıraktı. Gümüş halkanın ortasına kondurulmuş parlak mavi taşa baktı Seher.

Affettim. Ben sana hiç darılmadım ki! Senin bir suçun yoktu, kimsenin suçu yoktu herkes kendince doğruyu yaptı. Şimdi gidiyorum, varsın kavuşmamız mahşere kalsın ben seni orada da beklerim.

Arabaya bindi, Leyla’nın yanına oturdu. Kare çarşafının eteklerini düzeltirken camdan son baktı. Ana oğul yan yana durmuş gidişlerini seyrediyordu. Boğazı düğüm düğüm oldu, tek damla yaş düşmedi gözlerinden. Önüne döndü, yanında oturan hüzün içindeki Leyla’ya baktı. Kucağında annesinin çeyiz olarak işlettiği mavi bohçası vardı. Ağabeyinin aldığı gümüş ayna, sayfaları dolmayı bekleyen bir defter ve birkaç parça kıyafet. Bütün eşyası bu, ziyneti gözyaşları.

*

 

Vapurun düdüğü limana yaklaştıklarını haber verircesine çaldığında uzaktan görünen şehri Trabzon’u izliyordu gözler. Yol kurbanlarının yüreğinde kıpırtı, heyecan, bıraktığını bulamama korkusu hüküm sürüyor. Yolda verdikleri kayıpların acısı yüreklerinde, yaklaştıkça uzaklaşıyorlar sanki limandan. Oysa Samsun’dan vapura binene kadar her şey olup bitmişti bile. Hacı Baba yolun ağırlığına dayanamamış, son nefesini kızlarının kucağında vermişti. Muhacirlerden birkaç adamın yardımıyla uygun bir yere defnedilmişti ama başında bekleyemeden yola devam edilmesi gerekiyordu, üç İhlas bir Fatiha okuyup sıra Yasin’e gelemeden zorlu yolun çoğunu aşmış koca yürekli adamı, babalarını yapayalnız bırakmak zorunda kalmışlardı. Çok az kalmıştı, vapura bindikten sonra İstanbul’a geçecek uzak akraba Hatice Hanım ve eşi Süleyman’ın evinde kalacaklar her şey düzeldiğinde geri döneceklerdi. Hacı Baba’nın vefatının ardında yola bir başlarına devam etmek zorunda kalmışlardı. Eşyaları her duruşta azalıyor, olabildiğince paraya dönüşüyordu. Saldırıya uğramış bir köyün içinden geçerken, ceset yığınlarının arkasında eşkıyalardan saklanırken, Harşit çayının sularına kapılmadan sağ salim karşıya geçmeyi başarırken, bırakılmış evlerde gecelik konaklarken hissetmemeye çalıştıkları yorgunluk vapura bindikleri anda kendini hissettirmişti. Başını omzuna yaslayan Leyla, dizlerine uzanan Nazenin… Seher için dinlenmek diye bir kelime yoktu. Gözü her zaman ona emanet edilen canların üzerindeydi. Dilinde onları sağ salim ulaştırmanın duası vardı ve İstanbul’un masalları süsleyen manzarasını görene kadar devam ediyordu.

Şimdi geri dönüyordu. Her şey bitmişti, dönüyor olmasına rağmen inanamıyordu. Vapur durduğunda kıyıya varmalarını sağlayacak olan kayığa insanların yardımıyla indiler. Limana vardıklarında Leyla ile yan yana durdular, karşılarında duran yabancı şehre bakakaldılar. Trabzon neredeydi? Ne yapmışlardı bu şehre? Ne hale getirmiş, nasıl yakıp yıkabilmişlerdi? Şehir böyleyse içindekiler ne haldeydi Allah’ım? Buldukları ilk arabaya ellerindeki son parayı verdiler, tüm yolu küçük camlardan kül olmuş şehri izleyerek geçtiler. Yıkılan ve yenisi yapılan binalar, köşe başlarında dağ oluşturmuş Rus askerlerin eşyaları, değişmiş mahalle adları, kapanmış, yakılmış Türk dükkânları… Her adımda dehşete düşüyorlardı. Ortahisar’a geldiklerinde arabacıyı durdurdu Seher. Aşağı inip Gülbahar Hatun’un türbesine yaklaştı, sağ ayakla içeri girdi. Bulduğu hal karşısında ne yapacağını bilemedi. Elleri örtünün üzerinde titreyerek dolaşırken başını güç dilercesine taşa yasladı.

Bana tüm bunlara karşı dayanma gücü ver. Ey Allah’ım, bana güç ver. Sabır ver, dayanmama direnmeme yardım eyle. Bu şehrin kalıntılarının altında kalmama fırsat verme. Bu zamana kadar dayandım ne olur bundan sonra da dayanmama izin ver. Sen Hak’sın, karşında isyancı olmama müsaade etme.

Üç İhlas bir Fatiha okudu, Gülbahar Hatun’un ruhuna hediye etti. Arabaya binip yola devam ederken eve varana kadar gözlerini bir kez olsun açmadı. Üç katlı evin önünde inip arabacıya parasını verdikten sonra tahta kapıya dokundu usulca. Kapı hafif bir gıcırtıyla açılırken korkuyla içeri girdiler. Evi bıraktıkları halden eser yoktu. Elma ağaçları kesilmiş, kurumuş dallar yerde küme halinde duruyordu. Avludaki masa kırılmış, tabureler sobanın yanında duruyor.

“Anne,” diye seslendi Leyla. “Biz geldik anne! Ağabey!”

Sonunda tahta merdivenlerde Kadir’in aksak adımlarının sesi duyulduğunda Seher’in hasretle parlayan gözlerinden yıllar sonra ilk kez yaş aktı. Öyle ani bir yaş bombardımanıydı ki bu ne engel olabildi ne silebildi. Boğazına dizilmiş yutkunmaktan bitap düştüğü hıçkırıklar havaya karışmış, dizleri bedenini taşıyamaz olmuştu. Yere düştü, yumrukları toprak zemine çarpıyor çektiği onca acı, gördüğü yüzlerce ceset, toprağa gömdüğü babasının ardından anasız kalmış bebekler gibi ağlıyordu. Memleketini küle çevirmişler, her şeyi mahvetmişler bu yıkıntılar nasıl toparlanacak? Toparlanacak gücü nereden bulacak? Seher nasıl normale dönecek?

Başındaki örtüye değen eller ile başını kaldırıp yaşlı gözlerinin buğusunun ardından karşısında gördüğüne inanamadığı kocasına baktı. Parmağında ona verdiği yüzük, şükür dolu hıçkırıklarıyla Kadir’in ellerini tuttu. “Yaşıyorsun, şükürler olsun yaşıyorsun.”

“Döndün,” dedi Kadir hayal olmadığından emin olmak ister gibi ellerini sımsıkı tutarken. “Sağ salim döndün.”

*

Ertesi sabah uzun zaman üstüne ilk kez dingin bir uykunun kollarından sıyrıldı. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı, bugüne çıkaran Rabbine şükretti, ölenlerinin ruhuna sureler okudu. Kollarını yukarı sıvayıp bahçeye indi. Elma ağacının dallarından ateş yaktı, kırılmış masayı kenara aldı, parçalara ayırdı. Ayrılan her parçada yenilendi, yanan her dal parçasında gördüklerini küle çevirdi rüzgâra bıraktı. Mutfağa gitti büyük bakır tencereyi kucakladı, çeşmenin başına gitti içini suyla doldurdu. Havaya kaldıracağı anda Kadir tencerenin diğer tarafından tuttu. Gözleri birkaç saniye birbirine takılı kaldı, ilk gülümseyen Kadir oldu.

Eksikleriyle, fazlasıyla yıkılıp kalmışlığıyla… Elde kalanlarla yeniden birleşip aile olacaklardı. Araya giren zaman ne alıp götürdüyse göğüslenecek, kabullenerek geleceğe bakacaklardı sadece. Böyle olmalıydı, insan yaşamak istiyorsa önüne bakmalı, gerekirse muhacirliği bile unutmalıydı. Unuturdu tabii ki, insan kelimesinin anlamı boşuna unutan demek değildi. Tarihi unutur, bugüne üzülür, geleceğe yürürdü. Unuturdu insan, ölümü de unuturdu kayboluşu da… Seher’de unutacaktı elbet, önüne bakmalıydı. Unutmayacağı tek şey ellerini tutan eller, onunla birlikte ağlayan gözler, onunla birlikte tencereyi sobanın üzerine bırakan hayat arkadaşıydı. İnsan kötü günleri güzel günlerle unuturdu, o da öyle yapacaktı.

 

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Nghncsknr 22 yaşında öğretmenlik fakültesi öğrencisi. Türkçe ile iç içe bir mezun adayı. Yazılarıyla bir bütün, okuduklarıyla tam... Mürekkebinden dağılan fısıltıları kelimeler, kelimelerinden yankılananlar zihninin yansıması.