SARMAŞIK 7.BÖLÜM
Upuzun bir yolda soluk soluğa kalmış bir vaziyette arkasına bakmaksızın koşuyordu. Ne kadar süredir koşuyor bilmiyordu ama kesilen ayaklarından uzun süredir koştuğunu tahmin edebiliyordu.
1. 7.BÖLÜM: Gerçekler Kaçınılmazdır
Upuzun bir yolda soluk soluğa kalmış bir vaziyette arkasına bakmaksızın koşuyordu. Ne kadar süredir koşuyor bilmiyordu ama kesilen ayaklarından uzun süredir koştuğunu tahmin edebiliyordu.
Soluk soluğa kaldığı nefesini düzene sokmak için bir anlık durdu ve ellerini dizlerine koyarak yere eğildi. Hızla alıp verdiği nefesi kalbinin ritmini arttırıyor ve adamın toparlanması vakit alıyordu.
Derin bir nefes çekti içine ve kafasını yeni çiselemeye başlayan yağmura karşı kaldırdı. Küçük damlalar yüzünü usulca ıslatırken uzaktan duyulan ayak sesleriyle kafasını arkaya çevirdi ve boş yolu izlemeye başladı.
Ayak sesleri yakından duyulmaya başlayınca sendeleyen adımlar ile geri geri gitmeye başladı. Kafasını hayır anlamında sağa sola doğru sallarken yüz ifadesi artık ağlamaklı bir hale bürünmüştü.
Gücünün kalmadığının farkına varan adam daha da yakınlaşan sesler ile koşmaya devam etmekten başka çaresinin olmadığını, hissettiği büyük acizlik ile anladı ve hızla önüne dönüp ağıran bacaklarına inat koşmaya devam etti.
"Dur, kaçma!"
Duyduğu ses ile buğulanan gözlerini sımsıkı kapattı ve kendi kendine "gelme, gelme artık" deyip koşmaya devam etti. Gözleri hala kapalı olduğu için küçük bir düşme tehlikesi yaşadı ve hemen gözlerini açtı.
Koyu kahve harelerinden gözyaşları izinsizce akmaya başladığında olayları bu raddeye getirdiği için kendine lanetler okuyordu.
"Kaçma dedim sana!"
Kurtulmak bilmediği ses boş sokakta yankılanıp kulaklarına çalınırken kafayı sıyıracak hale gelen adam artık haykırışıyla beraber ağlıyordu.
"Git artık, git! Bırak artık peşimi!"
"Bu sefer gitmeyeceğim! Bu sefer kaçamayacaksın benden! Bu sefer bana hesap vereceksin!"
Peşini bırakmadığı yetmezmiş gibi birde hedefine ulaşmaya ant içmiş keskin ve zehirli bir ok gibi olan cümleleri hiç düşünmeden bir bir dökülüyordu.
Duyduğu cümlelerin ağırlığı yorgun bedenindeki ağırlıkla katlandı ve koca bir külfet omuzlarına bindi. Sonunu göremediği yolda artık ilerleyemeyecek hale geldiğinde içinde bulunduğu çıkmazın çaresizliğini şimdi iliklerine kadar hissediyordu.
"Duydun mu beni?! Peşini bırakmayacağım artık Tamer Bey!"
Acı feryadını duymamanın imkansız olduğunu düşündü adam. Bu öyle bir feryattı ki sağır olan bir insan bile bunu duyabilir, dilsiz olan bir insan bile bu sözleri anlayabilirdi.
"Kaçma artık! Bari şimdi cesur ol, kaçmadan karşıma çık!"
Gözyaşlarının arasından "hayır, hayır şimdi olmaz" diye mırıldandı ve yavaşladıkça yaklaşan ayak seslerini duydu. Kaybettiği gücünü toparlamaya çalıştı ve ayaklarını büyük bir güç sarf ederek ilerletmeye başladı.
Bir müddet zorlukla ilerledi ve sokağın sonunda nihayet ikiye ayrılan yolu gördü. Yüzü umutla parlarken yaşlı gözlerini sildi ve olduğundan daha hızlı ilerlemeye başladı. Ayrılan yola yaklaşınca iki tarafa da baktı ve sol tarafa yönelerek hızlıca ilerlemeye devam etti.
İlerlerken arkasından gelen kişinin de ayak seslerini duyabiliyor fakat ses uzaktan geldiği için o kadar önemsemiyordu. Tabii şimdilik...
Yolda ilerlerken önüne bir dönemeç çıktı ve oraya yöneldi. Biraz ilerledikten sonra girdiği yolun çıkmaz sokak olduğunu gördü ve o an gözlerindeki ufacık umut kırıntısı da o çıkmazla beraber adamın üstüne tosladı.
Duyduğu çaresizlik hissi tekrar tüm benliğini sararken hızlanan yağmurun altında ıslanıyordu. Bedenindeki ter yağmurla beraber karışmış üstündeki kıyafetler vücuduna yapışmıştı. Saçlarından akan yağmur damlaları yüzüne doğru ince bir yol izliyor ve akan gözyaşlarıyla beraber birbirine karışıyordu.
Artık son noktaya geldiğini anlayan adam acınacak bir acizlikle olduğu yerde dizlerinin üstüne çöktü ve peşini bırakmayan kızın yanına gelmesini beklemeye başladı. Çok geçmemişti ki istemeyerek ve korkarak dile getirdiği düşüncesi gerçekleşti.
Karşıdan gelen kızın yüzünde acı bir tebessüm vardı ve kızın adama gittikçe yaklaşmasıyla adamın nefes alması zorlaşıyordu.
"Sonunda kabullendin benimle yüzleşmeyi."
Bağırmaktan çatallaşmış sesi artık düz çıkıyordu. Sanki tüm öfkesini adamın peşinde bağırarak koştuğu zaman harcamış ve şimdi ise işini sessizce bitirmek istiyor gibiydi.
"Neden yaptın bana bunu?"
Elleri ile kulaklarını kapattı. Duymak istemediği cümleleri söylemeye devam ediyor ve adamı sarsıcı bir hüzüne boğuyordu.
"Neden yaptın bana bunu?! Neden benim hayatımı çalıp beni yalanına inandırdın?!"
Boğazı patlarcasına bağırdı. Az önceki sessizliği yerini içinde biriktirdiği eksikliklere ve yalanlara bırakmıştı.
"Cevap ver bana! Bana bunu neden yaşattın?!"
Cevabını bilmediği sorular yığıldıkça yığılıyordu ve onun söyleyebileceği tek bir kelime bile yoktu lakin yalanlara inanmayı tercih edersek vardı.
Eğer doğruyu duymak istiyorsak cevabı çok basitti. Kendi duygularına kapılan adam ne için yaşaması gerektiğini unutmuştu ve geride enkazında ötesinde olan, gözlerini dünyaya her şeyden habersiz, masumca açmış bir hayat bırakmıştı. Evet, bu adam arkasında bir hayat bırakıp kendine yeni bir hayat kurmuştu!
"Verecek bir cevabın bile yok! O kadar acınası bir haldesin ki kendini savunacak tek bir kelimen bile yok!"
Duyduğu cümlelerin ağırlığı altında ezildikçe ezildi. Ağzını açıp tek bir kelime söylemek istiyordu. Ben böyle olsun istemedim demek istiyordu. Bir yanlış yaptım demek istiyordu fakat ağzını açacak gücü bulamıyordu.
"Benim ahım yakandan düşmeyecek! Sen her zaman benim içimde bir yara olarak kalacaksın ve o yara senin de içini delip geçecek!"
Hızla akan gözyaşlarını durduramıyor ve tam şu anda canını teslim etmek istiyordu. Bu işkenceye daha fazla dayanamıyor ve artık son nefesini vermek istiyordu.
"Bir ömür benim ahımla yaşayacaksın!"
Artık dayanamayan adam kükrercesine bağırdı.
"Yeter! Yeter artık yeter! Sus artık yeter sus, sus,sus!"
"Susmayacağım! Ben yıllarca sustum, susturuldum. Artık susmayacağım!"
İsyan dolu feryatlar birbirine karışıp yeri göğü inletiyordu.
"Ben böyle olsun istemedim..."
Yorgunluğuna inat döküldü pişmanlık dolu cümlesi.
"Yemin ederim ben böyle olsun istemedim... Ben sana geldim ama o izin vermedi."
Gerçekler yavaş yavaş dile getirilirken yaşanmışlıklar bunlara inanmayı reddediyor gibiydi. Çünkü eğer gerçeklerden daha acı bir şey varsa o da yaşanmışlıklardır. İnsanlar hayat boyu bir şeylere mecbur kalmak zorunda bırakılmışsa yaşananlardan sonra gerçekleri duymanın bir anlamı yoktur.
Çünkü bizim için asıl önemli olan şey gerçekleri saklayıp yalanlara sığınmak yerine doğruları söyleyip yaptıklarımızın affına sığınmaktır.
"Biliyor musun sana zerre inanmıyorum. Sen yalancı ve korkak bir adamsın!"
"Hayır! Hayır değilim! Bana inanmalısın. Ben senin hep yanındaydım, yemin ederim yanındaydım..."
"Sen benim hiçbir zaman yanımda olmadın!"
Yükselen sesi hala ısrarla söylediği yalanlarınaydı.
"Ben senin yanındaydım. Yemin ederim yanındaydım. Lütfen inan bana. Beni bir kez olsun dinle."
Kafasını hayır anlamında sağa sola salladı.
"Benim senden dinleyecek hiçbir şeyim yok! Ben senden tek bir cevap istedim ama sen onu bile yapamadın! Şimdi senin yalanlarını dinlemeyeceğim!"
"Lütfen dinle beni, lütfen!"
Arkasını dönüp umursamazca giden kızın ardından bağırdı. Çok değil daha biraz önce kaçtığı kızdan şimdi yanında kalıp onu dinlemesi için bağırıyor hatta neredeyse yalvararak ağlıyordu.
"Lütfen beni dinle! Gitme, ne olur dur!"
Karanlık sokakta uzaklaşan kız gözden kaybolduğunda kendi kendine aynı şeyleri tekrarlamaya devam ediyordu. Aklını yitirmişcesine sayıklamaya devam eden adam yüzünde hissettiği yumuşak eller ile sersemleyerek gözlerini açtı.
"Tamer geçti canım geçti.. Rüyaydı bitti.."
Bakışları karısını bulduğunda derin bir nefes verdi ve terleyen alnını elinin tersiyle sildi. Gördüğü rüyanın etkisinden henüz çıkamadığı için bir süre boş gözlerle etrafı inceledi.
"Tamer iyi misin? Bak artık korkutuyorsun beni.."
Cevap veremeyen adam kurumuş dudaklarını yaladı ve yattığı yerde doğrulmaya çalıştı. Boğazının kuruduğunu anlayan kadın yanındaki komidinde duran sürahiden bir bardak su aldı ve Tamer Beye yardım ederek içirdi.
"Tamer, iyi misin?"
Karısının korku dolu bakışlarını gören adam onu daha fazla endişelendirmemek adına elindeki bardağı komidine geri koydu ve karısını ğöğsüne çekip sarıldı.
"İyiyim..."
Her ne kadar inanmak istemese de kocasının bulunduğu durumu daha fazla zorlaştırmamak adına sustu. İçinde ne kadar derin bir savaş verdiğini anlamasa da tahmin edebiliyor ve bu yüzden kocasına daha fazla yük vermek istemiyordu.
"Lütfen iyi ol. Sana ihtiyacımız var.."
Sessiz temennisini kocası en içten duygularıyla duymuş ve karısının saçlarına ufak bir öpücük kondurmuştu.
"Sizin için iyi olacağım..."
İyi olması için tek sebebi ailesiydi.
"Sadece bizim için değil ama.."
Cümlesinin devamını getirememesinin sebebi bu konu hakkında en doğru kelimeleri kullanmak istemesindendi. Tamer Beyde anlamış olacak ki karısına müdahale etmeden dinlemeyi tercih etmişti.
"Ne olacak böyle?"
Merak ettiği sorular biriktikçe birikiyor hiçbirini soramamak kadını büyük bir bilinmezliğe sürükleyip duruyordu ama artık soracaktı. Sormaya devam edecek ve kocasının aklındaki düşünceleri öğrenecekti.
"Ne var aklında? Ne yapmayı düşünüyorsun?"
"Bilmiyorum Sevinç. İnan ne yapacağımı bilmiyorum."
Ürkek bir nefes verdi Sevinç Hanım ve kocasının kolları arasında rahatsızca kıpırdadı.
"Bir şeyler yapman gerek. Bir şeyler yapmamız lazım. Tamer ben seni daha fazla böyle görmek istemiyorum. Sen neredeyse ölümden döndün ve biz artık her an korkuyla yaşar olduk."
"Bak Sevinç bu normal bir durum değil. Ben daha fazla düşünmeden hareket edemem. Ben bir kere hayatımın hatasını yaptım şimdi bir kere daha aynı hatayı yapamam. Küçük bir ihtimal bile olsa bir şansım var ve ben o şansıda düşüncesizce kaybetmek istemiyorum."
"Tamam anlıyorum tabii ki ama sende benim korkularımı anla lütfen. Seni kaybetmekten korkuyorum, korkuyoruz. Uraz o günden beri belli etmemeye çalışsa da senin için deli gibi endişeleniyor. Benim tek isteğim bu süreçte senin sağlığından olmaman."
Karısını dinlerken saçlarını okşuyor ve söylediklerine hak vermekten alıkoyamıyordu kendini.
"Siz yanımda olursanız bana hiçbir şey olmaz."
Tamer Bey karısına içi boş teselliler vermekten öteye gidemiyor ve bu durumdan en az hasar ile çıkmayı ümit ediyordu aksi takdirde olacakları düşünmek bile istemiyor ve bir hayat daha kaybetmeyi göze alacak güçte hissetmiyordu kendini...
***
Elini yanağına koymuş izlendiğinden bir haber bilgisayarında çalışıyordu. Genç kız tüm dikkatini işine vermişken Araf da tüm dikkatini kızı izlemeye vermiş ve tüm mimiklerini ezberlemek istercesine yüzüne odaklanmıştı.
Neden bilmiyordu ama bu kız istemsizce yüzünü güldürüyordu. Belki de uzun zamandır böyle saf duygular hissetmediğinden Sahra ona farklı geliyordu ama sebebi ne olursa olsun adama değişik bir şekilde iyi geldiği aşikardı.
Düşüncelerine eşlik eden hafif tebessümü ile kızı izlemeye devam ederken kapısı çalındı ve gel demesine fırsat kalmadan dayısı kapıda göründü.
"Kolay gelsin Araf Bey."
İçeriye giren adam odadaki kızdan habersiz langur lungur konuşmaya başlamıştı.
"Nerelerdesin lan sen, kaç gündür uğramıyorsun yanıma?"
Dayısının cümlesi ile suratını ekşiten Araf hafif fakat imalı bir ses tonu ile öksürdü ve bakışlarıyla Sahrayı işaret etti.
Adamın damdan düşercesine içeri girmesini fark edemeden kurduğu cümle ile afallayan Sahra bakışlarını bir Araf' da birde henüz ilk defa gördüğü adamda gezdiriyordu.
"Ah pardon saygıdeğer yeğenim. Böldüm sanırım?"
Durumu toparlamaya çalışan adamın kendini daha fazla ele vermesi Sahra'da gülme isteği uyandırsa da adamı mahcup etmemek adına çaktırmamaya çalıştı.
"Hoş geldin dayı."
"Hoş bulduk Araf' cığım, hoş bulduk. Eee bir yanına uğrayayım dedim ama işinizi böldüysem daha sonra geleyim."
Alnını kaşıyan Araf dayısı hangi boş nedenden dolayı gelmiş merak ediyordu fakat onu daha sonrada dinleyebilirdi.
"Evet dayı çalışıyorduk. Eğer vaktin varsa biraz bekle daha sonra görüşelim."
"Yok canım yeğenim. Hiç vaktim yok o yüzden şimdi görüşmemiz lazım."
Araf'ın kendisini geri püskürteceğini bilen adam bu sefer hazırlıklı gelmişti.
"Ben çıkayım daha sonra gelirim Araf Bey."
Araf, Sahra'nın cümlesi ile dayısına karşı gözlerini devirdi ve Sahra'ya isteksizce kafasını tamam anlamında salladı.
"Aaa bir dakika tanışmadan mı gideceksiniz? Araf kim bu hanımefendi?"
Bıkkın bir nefes veren Araf dayısının annesinden bile daha meraklı olduğunu düşünmeden edemedi.
"Sahra yeni proje için İstanbul'dan gelen mühendisimiz."
Lider Beyin yüzünü hoşnut bir gülümseme kaplarken söze girdi.
"Siz Adil'in projesini alan mühendissiniz değil mi?"
Utangaç bir ifadeyle gülümsedi Sahra.
"Evet, benim."
"Tebrik ederim büyük iş çıkarttınız gerçekten."
"Estağfurullah, teşekkür ederim."
Araf ikili arasında ki konuşmayı dinlerken konuşmaya dahil olamamak onu biraz rahatsız etmişti.
"Adil çok bahsetti sizden. Yani daha doğrusu çalışma şeklinizden ve ne kadar başarılı olduğunuzdan."
Gittikçe kızaran Sahra duydukları sayesinde kendisi ile gurur duyuyor ve insanlar tarafından böyle anılmak onu fazlasıyla hoşnut ediyordu.
"Teşekkür ederim. Elimden geldiğince iyi olmaya çalışıyorum."
Lider genç kızı daha fazla utandırmamak adına kıza gülümsedi ve muzip haline geri döndü.
"Bu arada Araf beni tanıtmadı ama ben kendimi tanıtayım. Ben Lider Soylu Araf'ın dayısı aynı zamanda şirketin hissedarıyım."
Elini uzatan adam ile tokalaştı ve "öyle mi? Çok memnum oldum Lider Bey" diyerek gülümsedi genç kız.
"Ee artık tanışma faslınız bittiyse Sahra Hanımı tutmayalım dayı."
Araf'ın yönlendirici cümlesi Sahra'yı kendine getirirken Lider Bey yeğeninin ketum hallerine alışkın olduğundan onda pek bir etki yaratmamıştı.
"Tanıştığıma memnun oldum Lider Bey. Size iyi günler."
"Aaa böyle olmadı ama.. Bir dahakine bir kahvenizi içerim."
Bu gevezelik yapan adam karşısında gülmemek imkansız diye düşündü Sahra ve gülümseyerek "Tabii memnuniyetle" deyip adama küçük bir baş selamı verdi ve odadan ayrıldı.
Giden kızla beraber gözlerini dayısına çeviren Araf sorgularcasına baktı.
"Ne bakıyorsun oğlum?"
Lider Bey masanın dibindeki koltuğa rahat bir biçimde oturdu ve sırtını arkasına yasladı.
"Ne diyeceksin, yine ne oldu diye anlatmanı bekliyorum."
"Sağol Araf' cığım bir kahveni içerim."
"Dayı cidden kahve içmeye mi geldin? Ne olduğunu söyleyecek misin artık?"
Dayısı ne zaman sürekli esprili konuşursa o zaman muhakkak ciddi bir konu vardır ve nasıl gireceğini bilemediğinden sürekli saçmalıyordur. Başta Araf boş bir şey için geldiğini düşünsede dayısının gidişatına bakınca ciddi bir şeyin olduğunu anlaması uzun sürmemişti.
"Oğlum sen hiç misafirperver değilsin ha. Sen kime çektin böyle bilmem ki?"
"Valla ben kime çektim bilmiyorum ama Aral'ın sana çektiği kesin. İkinizde insanları meraklandırmakta, tedirgin etmekte sınır tanımıyorsunuz maşallah."
Araf'ın imalı cümlesinden çok Aral'ın kendisine benzetilmesine takılmıştı.
"Oğlum benim yanımda anma şu çocuğun adını ya! Vallahi sevmiyorum, sevemiyorum o çocuğu bir türlü!"
Araf tüm merakına rağmen dayısının sözleriyle kendisini tutamamış derin bir kahkaha patlatmıştı.
"O çocuk dediğin senin yeğenin dayı! Ne alıp veremediğin var daha on dokuz yaşındaki ergenden?"
Gülerek söylediği sözlere dayısından gerçekten mantıklı bir açıklama yapmasını bekliyordu. Mümkün müydü? Pek sayılmaz(!)
"Onun neresi ergen la? Öyle ergen mi olur? Bildiğin playboy şerefsiz."
Araf dayısına hayretler içerisinde bakarken yarım kalan kahkahasını devam ettirdi.
"Neyse o çocukla ilgili konuşmak istemiyorum. Biz asıl konumuza dönelim."
Nihayet dayısı ciddi ifadesine büründüğünde Araf'da gülmesine son verdi ve tüm dikkatini dayısına vererek söyleyeceklerini merakla bekledi.
"Geçen gün biraz Adil ile konuştuk..."
Cümleye girişi konunun sebebini açıkça belli ederken gerildiğini hissetti.
"Kaç gündür konuşmuyorsunuz oğlum siz? Yetmedi mi bu kırgınlık, bu dargınlık? Ulan küçük çocuk değilsiniz ki kulağınızı çekeyim!"
Kafasını yere eğdi ve aynı suçlu bir çocuk gibi dayısını dinlemeye devam etti.
"Bu kaçıncı artık Araf? Boş yere birbirinizi kırıp döküyorsunuz yetmezmiş gibi birde günlerce konuşmuyorsunuz!"
En çok kızdığı buydu Lider Beyin. Birbirlerini kırıyorlardı eyvallah ama sonra dönüp adam gibi barışmayı bilmiyorlar günlerce aralarına küslük katıyorlardı.
"Adil'e de söyledim sana da söylüyorum; bu işi artık daha fazla uzatmayacaksınız. Aranızda her ne varsa bir an önce konuşup halledecekseniz."
"Halledilmeyecek bir şey değil zaten.."
"O yüzden mi kaç günden beri halledemediniz?"
Ellerini saçlarından geçirdi ve derin bir iç çekerek ofladı.
"O kadar kolay değil dayı. Tamam bende böyle olmak istemiyorum. Biliyorum ağabeyimde istemiyor ama bir araya gelemiyoruz işte. Bir halt yiyoruz sonrada toparlayamıyoruz. Olmuyor işte."
"Olmuyor diye bir şey yok! Olacak! Siz kardeşsiniz oğlum kendinize gelin. Artık büyüdünüz Araf bir yerden sonra bazı şeylerde kendinizden ödün vereceksiniz."
Dayısı söylediklerinde noktasından virgülüne kadar haklıydı.
"Unutma birbirinize birbiriniz sahip çıkacaksınız."
Derin bir nefes aldı ve dayısına mahzun bir ifadeyle baktı.
"Tamam dayı haklısın. En kısa sürede bu duruma bir son vereceğiz."
Lider Bey elini yeğenin omuzuna koydu ve hafifçe vurdu.
"Size güveniyorum."
Konuşmasını bitirdikten sonra hızla ayaklandı ve üstüne bir çeki düzen verdi.
"Nereye? Gidiyor musun hemen?"
Yeğeninin sorusuna karşılık muzip bir bakış attı.
"Ee bir kahven yok bir çayın yok niye durayım oğlum? Hadi ben gidiyorum işlerim var."
"Ateş almaya mı geldin dayı? Kalsaydın biraz.."
"Yok, yok. Gitmem lazım işlerim var. Daha sonra yine uğrarım."
"Peki o zaman. Geldiğin için sağol. İyi ki varsın."
Anaç bir ifadeyle gülümsedi Lider Bey.
"Sizde iyi ki varsınız oğlum."
Duygusal bir an oluştuğundan mütevellit Araf suskun kalmış Lider Bey ise böyle anları pek sevmediğinden şen şakrak haline geri dönmüştü.
"Ama sadece siz iyi ki varsınız. O Aral olacak adam olmasa da olur..."
Omuz silkip kapıya doğru ilerleyen adam Araf'ı arkasında sersemce bırakmış ve çekip gitmişti. Bir başına kalan Araf dayısının nasıl hızlı bir şekilde birçok ruh haline birden bürünüp çıkabildiğini düşünüyor ve gerçekten dayısına bazen hayret ediyordu.
Lider Bey...
Gönlü merhametle dolu, içi kabuk bağlamayan yaralarla delik deşik olmuş Lider Bey. Her acısını, her kahırını gülümsemesine sığdırmaya çalışan, üç günlük dünyada kimseye bir zararı ziyanı dokunmayan ama hayattan en büyük darbeyi almış olan Lider bey.
Bu hikayede o kadar çok yara, o kadar çok yaralı vardı ki kime üzüleceğini, hangi dersten tecrübe alacağını şaşırıp kalıyordu insan. Ama hepsinin ortak bir dileği vardı ki; hiç kimsenin onların yaşadığı acıları yaşamamasıydı...
Tepkiniz nedir?
Beğen
1
Beğenmedim
0
Sevdim
1
Eğlenceli
0
Sinirli
0
Üzgün
0
Vay
0