KADERİNDE YAŞAMAK VARSA!....

Hikaye,kurgu

Mart 11, 2022 - 16:43
Mart 11, 2022 - 17:11
 0
KADERİNDE YAŞAMAK VARSA!....

Hastane yoğun bakım önü….Endişeli bekleyişler… Bir iki kişi köşelerde gözyaşı döküyor. Kalabalık grup halinde ne olup bittiğini yeni gelenlere yeniden anlatanların hastası en son gelen… Üç gündür nöbette bekliyordu Nuray…Park yerinde bekleyen araçlarında yuyarak ayakta kalmaya çalışıyorlardı eniştesi ile.O da hiç gitmemişti eve… Ablası kalbiyle imtihanda….Düşünceleri allak pullak…Suçluluk duygusunu bir türlü atamıyordu içinden. 12 yaşındaki yeğeninin ıslak mavi gözlerle işyerinin danışma bölümünde beklerken onu görünce "annem kalp krizi geçirdi hastanede, sana ulaşamamışlar, yengem git haber ver diye gönderdi beni" diye hıçkırıklara boğulması gitmiyordu gözünün önünden.

Eli ayağı boşalmış, yeğenini eve geri gönderip çalışma odasına dönerek durumu aktarmıştı. Yan masadaki arkadaşı hemen aracıyla hastaneye ulaştırmayı teklif etti. Nuray önce eşini aramak aklına geldi. Kritik zamanlarda işe yaraması gerekiyordu. Onun bulunduğu yere zaman kaybetmemek için arkadaşının götürmesini rica etti. Sonra yol üzerinde bekleyen eşiyle devam ettiler. Yoğun bakımın önü kalabalıktı:Eşi,kaynanası, kayınpederi, kızları, görümcesi….

İki gündür devam eden göğüs ağrısı gece çekilmez hale gelmiş. Yakındaki hastaneye gitmişler gecenin üçünde. Sabah mesai başlayana kadar esaslı bir tetkik, tedavi, teşhis olmamış. Sabah acil nöbetinde dahiliye doktoru,  görevi devralır almaz ablasının bir şansı olarak, kalp krizi geçirdiğini anlamış. Tam techizatlı ve doktor refakatinde bir ambulans tahsis edip büyük hastaneye sevk etmiş. O arada eşi, kızları sürekli Nuray'ı aramış. Çünkü sevk edilirken durumun ciddiyetini anlayıp teyzelerinin yanlarında olması gerektiğini düşünmüşler. Ama bir türlü ulaşamamışlar.

Nuray o sabah işe nasıl geldiğini hatırlamaya çalışıyor, işyerinde hangi meşguliyetlerin onu ulaşılmaz kıldığını hatırlayıp kızgınlıklarla doluyordu: Bir çalışan planladığı toplantı için birlikte yer incelemesi ve programın ayrıntılarını raporlayıp onaylaması için onu konferans salonuna sürüklemişti. Zemin katta olan bu mekanda telefon çekmiyordu. Oldukça uzun süre kaldılar. Provaların bir bölümünü izledi. Yukarı çıkarken, bir başka çalışan önünü kesmişti. Çay ikramına hayır demedi. O arada işyerinde yaptığı bir çalışmanın müdürü tarafından nasıl yanlış anlaşılıp eleştirildiğini aktardı. Müdürüne aracılık yapıp doğruyu izah etmesini istiyordu Nuray'dan. Çalışma odasının olduğu katta tadilat vardı. Usta gelip bir soruna bulduğu çözüm alternatiflerinden birisine karar vermesini istiyordu. Yoksa işler ilerlemezdi. Odasına girerken masasının önündeki ziyaretçi koltuklarının dolu olduğunu gördü. Epeydir kendisini bekliyorlardı. Diğer arkadaşı ile halledebileceklerini söylediğinde, başlangıçta kendisiyle olduklarını süreci devam ettirmek için kendisiyle görüşmelerinin daha doğru olduğunu söylediler. Öğle paydosu yaklaşmıştı. Masada bıraktığını yeni fark ettiği telefonunu ancak o zaman gördü. Sabit telefon çaldığında önce ona bakmayı seçti. Girişte Hakan isimli bir çocuğun onu görmek istediğini bildirdiler.

İş odaklı çalışan beyni, sağlıklı iletişimi sürdürmenin çalışanlarda sağladığı memnuniyeti bilmesi, vaktinde yapılan işlerin daha değerli olduğunu düşünmesi, çözüm olarak tercih edildiğinde buna hayır dememesi….Hepsi artık olumlu olmaktan çıkmış, hayatının şu anda yaşadığı çaresizliğine gerçek bir suç unsuru olmuşlardı.

Kendisi olsaydı, acaba sabahlara kadar müdahele edilmemesine izin verir miydi? Gerçi gece aramamışlardı, küçük çocuklarını bırakacak yeri olmaz diye düşündüklerinden. Ama bir şeylere geç kalmanın acısını çok ağır ödüyordu. 13 yaşında kendisi, 16 yaşında ablası babasız kalmışlardı. Kalp krizinden ölmüştü babası. Hastalandığını hiçe sayıp işe gittiği fabrika yolunda hem de… Kız kardeşi diyaliz hastasıydı, kansızlık ile seyreden şikayeti hastaneye ilk gidişinde diyaliz odasında bitmişti. Geri dönüşü olmadan öylece devam ediyordu. Hastalıklara karşı merakı belki hayatın onu buraya itmesindendi. Mecbur kalmıştı öğrenmeye.

Yoğun bakımın kapısı her açıldığında ortalık birden sessizleşiyor, tüm dikkatler oradan çıkan kişiye yöneliyordu. Bazen bir sağlık çalışanı elinde bir takım malzemelerle geçip gidiyor, bazen elleri ceplerinde  umarsız yürüyor, hastaları için bilgi soranlara saati söyleyip, bilgi vereceklerine dair cevapla geçiştiriyordu. Bir de içeri girecek hasta veya görevli için açılıyordu kapı. O zaman ilgi merakla karışıyordu.. Acaba o hasta da kendi hastaları gibi bir şey için mi buradaydı? Veya yardımcı personelse daha cesur yaklaşıp, içeriye hasta ismini söyleyip iyi mi diye haber vermesini rica ediyorlardı. Veya "annen burada, kardeşin burada"  gibi  mesajlar iletmelerini istiyorlardı.

Kör bir kuyuda beklemek gibiydi yoğun bakım önü.Nuray sadece bilgi verileceği saate odaklanıyordu. Ablasını görememişti. Buna rağmen bırakıp dönmek imkansızdı.Ara sıra hizmetliler çığırtkanlık için kapı önünde beliriyor, hasta adını söyleyip yakınını sorguluyor, sonra da eline bir reçete veya ihtiyaç listesi tutuşturuyordu. En azından yakınında olmalı, bu defa bir şeylere geç kalmamalıydı. Nuray diğer akrabaların da vekili olarak en uygun kişi diye bırakılmıştı. Sorun çözebilirdi. Ablasının eşi de sağa sola gitme, ihtiyaç temin etme bir de arabayı barınak olarak kullandırtmak için oradaydı. İlk geldiği güne göre daha sakindiler.

Hastaneye ulaştıklarında üşüdüğü için arabadan montunu almaya gitmiş, arabanın anahtarını araba içinde unutup kapının kilit düğmelerini bastırıp kapatmıştı. İçeri gelip eşine söylediğinde, ne hasta yakını olması, ne kafasının dağınıklığı gerekçe olmamış, eşi küplere binmişti. Gidip anahtarcı bulup açtırmak işi ile uğraştığı için sonrasında çekip gitmiş, arayıp da sormamıştı. Çocukları ananesine bıraktığını kız kardeşinin telefonundan öğrenmişti Nuray. Uyku onun vazgeçilmeziydi. Ama işte endişe vücudunu da farklı çalıştırıyor, iki saat uyku ile yetinebiliyordu. Eniştesi arabada iken o yoğun bakım önünde bekliyor, o geldiğinde ya birlikte bekliyorlar, ya kantine gidip çay içiyorlar ya da arabaya gidip orada dinlenmeye çalışıyorlardı.  Zira yoğun bakım önünde ayakta bekliyorlar, bir müddet sonra yoruluyorlardı. Durumda herhangi bir değişiklik yoktu. Üçüncü gün makinelerden ayırıp ayağa kaldıracaklarını, sadece bir kişinin girip kısa bir süre görebileceğini, çamaşır getirmelerini haber verdiler. Eşi Nuray'ın girmesinin doğru olacağını söyledi. Giysileri görevliye verdiler, beklemeleri istendi. Bir süre sonra Nuray içeri girdi. Bir koridor ve koridora açılan kapılar vardı. Ablasının nerede olduğunu soracaktı ki, çift kanat sürgülü kapı açıldı, pembe geceliğiyle ablasını ayakta gördü. Koştu hemen kolundan tuttu. Ablası:

-Tuvalete gidelim, dedi

Sağa sola bakarak, tuvalet levhasını kolladılar, hemen arkalarında olduğunu fark edip girdiler.

-Kaç gündür, sadece yatıyorum, ayaklarım tembelleşti.

-İyi misin? Ağrın sızın veya bir şikayetin var mı?

-İlk gün vardı. Ama sonra geçti. İyiyim. Dün doktorlar konuşurken duydum. Bir kriz daha geçirmişim.

-Bize iyi olduğunu söylediler hep. Bekliyoruz, kapıdayız. Bir isteğin olursa, yardımcılara söyle, onlar kapıya iletiyor.

-Sana haber vermelerini söyledim. Ne zaman geldin sen hastaneye?

-İlk gün öğlen geldim. Hemen ulaşamamışlar. Hakan işyerime gelip haber verdi.

-Ahmet  ağlıyor, kızlar perişan. Bir aklı başında sen varsın diye istedim gelmeni. Onlar telaştan üzüntüden perişan oldular. Neyse, her şey olacağına varır. Sen kafana takma. Ömrümüz varmış ki yaşadık. Benden sonra kimseyi almadılar yatak yok, diye. Telefonla konuşurken duyuyorum. Ben geldim, nasip, ölmeyecekmişim demek ki, aldılar yoğun bakıma.

-Allah'ıma şükürler olsun. Doktorların dediğini yap, sakın kendini zorlama. Biz senden iyi haberler bekliyoruz. Yemek veriyorlar mı?

-Bugün çorba içtim, ilk kez. Ben zaten ne yapabilirim, yat diyorlar yatıyoruz.

O sırada tuvalet kabini açıldı, bir sigara dumanı yayıldı içeriye. Çıkan hasta;

-Çok canım çekmişti. Yarısını içtim. Doktorlar duymasın.

-Kalp krizi mi sizin hastalığınız da?

-Evet, kriz geçirmişim.

-Siz kendinizi düşünmeden sigara mı içtiniz? Doktorların onca gayreti boşa gidiyor. Ölmek mi istiyorsunuz?

-Bana bir şey olmaz. Sigara içmesem ölecek gibiydim.

-Allah akıl fikir versin ne diyeyim…

Nuray, ablasını tuvaletten çıkarıp geldiği odaya yolculadı, dışarı çıktı. Genel bilgilendirme saatinde, doktor, ablasına  anjio işlemi yapacaklarını bildirdi. Bir özel hastanede ancak bu işlem olabiliyordu.

Haber akrabalara hemen uçuruldu. Hastane yeniden doldu. Kaynanası ağıtlar yakarak ağlarken Nuray "ölmüş gibi ağlama" dedi kızgınlıkla. Sağlığında kıymet vermeyenlerin sonra üzüntü ve ağlama seramonilerinde hep bir sahtekarlık sezinlerdi. Ağlamak….Ne için, kime faydası var!... Şov yapmaya yarıyor sadece. Gösteriye gelenler hüsrana uğramasın. Hasta ziyaretleri,  en çok da cenaze evlerinde bu gösteriye muhtaç kişileri tatmin için…Oradan uzaklaştıklarında, en azından ellerinde , …..yakını çok üzülmüş, ağlıyordu desinler, diye. Annesi ağlardı en çok, babası için….Hem de bahçeye çıkardı. Evde ağlamazdı. Niye?

Ablası ambulansla akrabalar özel araçlarıyla koştular hastaneye. Anjio sonrası genç doktor Nuray ile eşini açıklama için çağırdı. Ana arter % 100 tıkalıymış. Ne zaman yeniden kalp krizi geçirir, belli olmazmış. Ölümcül olabilirmiş. Stend takılana kadar  kalp yoğun bakımı olan bir hastanede kalmalıymış.

Yoğun bakım yapılan hastaneye döndüklerinde hastane doktoru da  ana damarının tıkalı olduğunu, stend takılması gerektiğini, hastanede bu malzemenin kurul kararıyla ihtiyaç belirlendikten sonra getirtildiğini, on beş gün süre alacağını bu nedenle başvuru işlemlerini hemen yapılmasını istedi .Evet yapılacak bir iş…Hem de zamanla yarışılacak… Koşturuldu, devlet daireleri arasında. Eniştesi bu işi görümce kocası olan başka bir enişteyle halletti. O enişte de oldukça becerikli. Gitmeden hastane hizmetlisinin o gece nöbetçi olanına rüşvet vermiş. Yoğun bakım içinde olan, gözetim odası dedikleri ayrı bir yere alındığında Nuray ablasına refakat edebilecek geceleyin. Üç yataklı bir oda bu. Kasığında kum torbası bekletildi, kalkması kanamaya yol açacağı için yasaktı. Yattığı yerden hafif başını yükselterek çorbasını içirdi Nuray.  Diğer hastalara da refakatçilik yaptı. Biraz sohbet ettiler. Sonra fark ettiler ki, hem ablası yoruluyor hem diğer hastalar sesten uyuyamıyor. Sustular…

Bir hafta tamamlandığında "taburcusun" dediklerinde yaşandı esas panik. Nuray'ın kulaklarında genç doktorun sözleri: "Sakın eve götürmeyin, hastaneye uzak eviniz, kritik zamanda yetiştiremeyebilirsiniz" . Stend malzemesi gelmemişti henüz. Yoğun bakım ünitesi kriz geçirmediğinde yedi günden fazla yatamazmış. Normal kalp hastası servisine alın ricaları beyhude, öyle bir servis yok, diye diretiyorlar. Ne yapmalı?

Kanun paradan yana çalışır her ülkede. Kalp doktorunun özel muayenehanesi olduğu yardımcı hizmetlilerden öğreniliyor. Yolu da o öneriyor: "Muayenehanesinde görüşün, muayene ücreti ödeyin, rica edin doktora"

İş aleminde bu yamuk yollara direnen Nuray oldukça endişeli…Rüşvet almayı da vermeyi de o güne kadar öğrenememiş. Babasına, annesine söyleniyor içinden, doğrucu yetiştirmek zorunda mıydılar? Biraz pisliklere de batıra çıkara yetiştirselerdi ya!... Zannediyor ki, evlatların geni anneden babadan, kişiliği de onların verdiği eğitimden oluşur.

Baş eğmemeyi, gerekirse işten ayrılmayı seçmişti o güne kadar. Maliye Bakanlığı çalışanı iken ayrılıp özel teşebbüse geçmesi bu yüzdendi. Özel teşebbüs sadece kâra odaklanır, diye düşünmüştü. İşte hayat onu bir kere daha dürüst yaşama isteği ile imtihan ediyordu. Mecbur gittiler hastaneye çok uzak olmayan muayenehaneye. Sıraları gelince alındı içeriye. Dürüstçe meramını aktardı Nuray!...

-Ablamın doktorusunuz, eve götürmemizin risk olduğunu takdir edersiniz. Bir hafta daha tutmanızı rica ediyoruz. Stend o güne kadar getirilir. Lütfen bize bu iyiliği yapın!... Üç tane evladı var. Daha çok genç.  Bize bu acıyı, pişmanlığı yaşatmayın. Çaremiz sizsiniz.

Kabul etti, doktor. Muayene ücretine mi tav oldu, yoksa durumun vehametine mi ikna oldu, belirsiz. Ama Nuray, ablasını kurtardığı için bir hafta daha, doktora minnettarlığına mukabil dualar ederek  mutlu döndü hastaneye. Oradan da eve ve işine. Çocukları da hasret kalmıştı ona. İşyeri de suistimale gelmezdi.

Stend iki hafta olmasına rağmen gelmedi. Tam da ihale yenilenme zamanıymış, belki bir-iki hafta daha sürermiş. Başka bir çare düşünüldü. Hastanede bu tedavi alınamadığına dair belge imzalatılırsa özel hastanede yaptırma imkanı var. Sigorta karşılamadan özel hastanenin tedavi masrafını karşılayacak bütçe kimse de yok. En azından Nuray'da yok. Olan varlığını diğer hasta kardeşine kullanmıştı. Yine tanıdık arandı, onlar araya sokuldu, cüz' bir bedele anlaşıldı, ve en kısa sürede yapılması için ricalar edildi. Bir Cuma günü ablası eve taburcu edildi. Korkulu bekleyiş başlamışken ertesi güne bir hasta ameliyatının iptal olduğu, doktorun bu saatte ablasını operasyona alabileceği haberi geldi.

Ertesi günü seferber olunan bu hastane serüveni Nuray'ın sonrasında doktorla bir bilgisayar ekranının karşısında bitti:

-Bak, burası kalbin yarısı. Diğer yarısı görünmüyor, çünkü kan gitmiyor. İki kere balon şişirdim, açılmadı. Üçüncü, son kez denedim, oldu. Bak şimdi, kalbi nasıl göreceksin. Gördün mü, bütün damarlar nasıl kan ile doldu.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

GÜMÜŞ SÖZ Sözün gücünü farkedeli epeyce yol aldık hayatta. Tadımız, tesellimiz, yoldaşımız, yârenimiz ve daha niceleri oldu söz benim için. Sözlerle dolu nice kitaplar.... İnsanoğlunun en değerli buluşu herhalde sesi söze, sözü yazıya dökmek....Sahibinin zerresi kalmamışken dünyada sözü yolculuğuna devam eder. Öyle bir sözdür ki o, doğduğu dilin gücünü yansıttığı ölçüde ömrü devam eder. Sözün gücüyle ruhlar inşa etmeyi isteyenlerin paylaşım mecraları bulmaları ne güzel şans!...