Masal Gibi Sürpriz Bölüm

Masal Gibi kitabının final sonrası bölümüdür.

Aralık 14, 2021 - 00:08
Aralık 14, 2021 - 00:28
 1
Masal Gibi Sürpriz Bölüm

YENİDEN ‘DOĞUŞ’

 Bir gün masallarla uyuduğum uykumdan uyandım, bu uyanış gözlerimin açılması değildi yalnızca. Bu uyanış, gözümdeki perdelerin kalkışıydı... Ben bir hikâye yazdım, fedakârlık yaparak, gözyaşı dökerek... Aklımı yitirdim, değer verdiklerim adına, aşkım uğruna... Arada kaldım, senelerimin hatırına, sevdiklerime kıyamadığıma... Düştüm. Belki siz beni düşmedim sandınız ama asıl ben düştüm o uçurumlardan en dibe. Yere çakıldığımda kaybettim her şeyi ama geri kazandım aklımı. Hani bir şey bozulduğunda birkaç kez vurunca düzelir ya, bu hayat da vura vura getirdi bozulan aklımı başıma.

 Fazla fedakârlığın, fazla tevazu ve bağlılığın insana zarar vereceğini öğrendim. Acı bir şekilde öğrendim ama ne fark eder... Tekrar başa dönebilse insan binlerce hatasını düzeltirdi belki de, ancak hata yapmadan da bugünkü ‘ben’ olamazdı. Pişman mıyım, evet. Bedel ödedim mi, fazlasıyla... Bir bedenin ve bir ruhun kaldıramayacağı kadar ağır bedeller ödedim.

 Sevdim ama ömrüm boyunca buna hakkım olmadığına ikna edildiğim için yaşayamadım. Hayat herkes için aynı koşulları sunmuyordu maalesef, benim payıma düşen de ‘masal gibi’ bir aşkı kâbusa çevirmekti. Ben mi yaptım, evet. Ben mi katlandım, evet. Yalnız mıyım, hayır. Siz de benim gibisiniz aslında... Kızgınlık ondan biraz... Kaç kişi hayatında sonsuz kredi sunmamıştır ki birine? Kim bağlanmamıştır belki bu defa düzelir umuduyla bir şeye... Sadece ikili ilişkilerde değil, aile yaşantısında veya arkadaşlıklarda da... Kim diyebilir ki, ben ilk hatasında sildim birini diye…

 Ben Bade, aklım ve mantığımın aynı anda çalışmadığı ama aşkımın her şeyin önüne geçtiği, zavallı Bade. Dik durduğunu zannederken ıslak dallar gibi yere eğilen Bade. Ben, aslında güçlü olmak zorunda kalamayan Bade. Zayıflığım altında ezmeye çalıştığım tüm hatalar, çığ gibi oldular, sonunda ise ben ezildim.

 Sonra insan ömründe bir an vardır, yanar, yanar, yanarsın da küllerinden doğarsın. Küllerimden doğdum, aklım başıma kızgın korlar bastı. Yan dedi, daha fazla yan... Ama içime bir umut doğdu, su serpti yangınıma, beni yeniden doğurdu. Şimdi ise ben onu...

 

 “Caaaaaaan!”

 “Tamam bebeğim, tamam hayatım. Derin nefes al!”

 “Dayanamıyorum!”

 “Çok az kaldı güzelim.”

 Alnımda oluşan boncuk boncuk terler, kafamdaki boneyi ıslatırken, doğum hanenin koridorunda tiz sesim yankılanıyordu.

 “Yeteeeer!”

 “Doktor Bey, bir şey mi yapsanız? Dayanamayacak.”

 Can en az benim kadar telaşlı ve her an bayılacak gibi tepemde dikilirken doktor bu halimize gülmekle meşguldü.

 “Ne gülüyorsunuz?!” diyerek doktora çıkışınca, Can eliyle ağzımı kapattı.

 “Bade Hanım, sakin olun. Kendinizi kasarsanız doğum zorlaşacaktır.”

 “Ölüyorum!”

 Doktor gözlüğünün üzerinden suratıma baktı ve “Ölmüyorsunuz, doğuruyorsunuz.” diyerek doğuma geri döndü.

  “Derin nefes al karıcığım, düğünümüzü düşün. Nasıl güzeldi değil mi?”

 Karıcığım... Can’ın ağzından duyduğum en güzel kelime... Biz bu kelimeye ulaşana kadar neler yaşadık, ne taşlı yollardan geçtik, ne karlar yağdı üzerimize, ne yangınlar yandı can evimizde...

 Can uyandığında dünyaya yeniden geldiğimi hissettim. Kendisine gelen oydu, kendime gelen aynı zamanda bendim. Sanki ruhum çıktığı bir gezintiden bedenime geri dönmüştü onun uyanışıyla beraber. Ciğerlerime tekrar havanın dolduğunu hissetmiştim o an.

 Birkaç hafta Can hastanede kalmaya devam etti ve tabi ki ben de onunla, hatta biz demeliydim. Zor günler geçti ama her gün bir önceki günden daha iyiye gidiyorduk. İlk başlarda uzun cümleler kuramıyordu ama günden güne benimle konuşmaya başladı. Yürümesi epey zaman aldı mesela, ilk adımlarını haftalar sonra attı ama şükür ki kalıcı bir hasarı yoktu. Zamanla normal hayatına dönerken hepimiz ona destek olduk.

 Ada ve Gediz her gün mutlaka yanımıza uğradı. Eniştem sanki henüz araba almamış gibi Can’ın ayaklanması için her gün yalvardı çünkü yeni arabası çoktan gelmişti ve Can dışında hiç kimseye elini sürdürmemeye yeminli gibiydi. Hamile olduğumu öğrendiğinden beri Ada her gün önüme mükemmel sofralar kuruyor ve yeğeni için neredeyse bir bebek mağazası açabileceğim kadar fazla eşya alıyordu. Bunları benim yerime birilerinin yapmış olması iyi bir şeydi çünkü benim ne hevesim, ne mecalim ne de keyfim vardı.

 Aynı zamanda annem de Can uyanana kadar yanımda kalmıştı ve her gün o evde ağlamalarıma katlanıp her şeyin düzeleceği konusunda beni teselli etmişti. Haklıydın anne…

 Volkan ve Tuğba mahvolan düğün gününden sonra bir süre kimseyle görüşmediler. Yaşadıkları en az bizim yaşadıklarımız kadar ağır şeylerdi… En başta Volkan, en yakın arkadaşını toprağın altına gömmüştü ve Tuğba’nın en mutlu günü mahşer alanına dönmüştü. En yakın arkadaş demişken Volkan Deniz’in cenazesine bile gitmedi. Ne fark ederdi ki? Bizimkisi çoktan geç kalınmış bir tavır koyuştu… Ama şimdi mutlular, düğün gününden sonra bir kere bile o gün hakkında konuşmadık, onlar da üzerine bir perde çekip konuyu kapattılar. Vakit buldukça görüşmeye devam ediyoruz ama sanırım eskisi gibi olamayacağız hiçbir zaman…

 Can’ın ailesi bebek için hazırlık yapmaya devam ederken Can’ın uyanmasıyla birlikte düğün hazırlıklarına da başlamışlardı. Öyle sevinçlilerdi ki Sezin Hanım da aynı benim gibi yeniden doğmuştu…

 Can hastaneden çıktıktan sonra ne benim evime ne de onun evine bir daha gitmedik. Her şeye sıfırdan başlayıp Ağva’daki evi baştan aşağı tekrar döşeyip oraya yerleştik. Evet, belki biraz uzaktı ve yakınlarımız bu durumdan şikâyetçi olmuşlardı ama bizim için en güzel anılarımızın olduğu yer orasıydı. Orası bizim ‘evimiz’ olsun diye dua ettiğimiz yerdi… Öyle özeldi ki benim için, bizim için, düğünümüzü bile evin bahçesinde yaptık. Düğün denmezdi aslında nikâh töreni demek daha doğru olurdu çünkü hem benim hamileliğim hem de Can’ın durumu büyük bir organizasyon yapmamıza izin verir durumda değildi. Hoş ben her zaman kır düğünlerini severdim. Bütün bahçeyi ayçiçekleriyle donattık, ben gelinlik yerine peri kızı gibi bir elbise giydim. Can damatlık yerine keten gömlek ve pantolon… Masal gibiydik işte… Sindirella gibi değil ama Tinker Bell gibiydim… Mutluyduk… Can eski sağlığına kavuşmuştu ve biz kendi yuvamızda artık bütünüyle bir aile oluyorduk. Şahitlerimiz Ada ile Gediz de dâhil olmak üzere biz ‘evet’ dedikten sonra tüm davetliler gözyaşlarına boğulmuştu.

 Can alnıma dudaklarını yaslayıp, ‘’Bu an için uçurumdan atlamam gerekseydi bile, yapardım. Emin ol yapardım.’’ dediğinde, benim gözümden akan yaş onun yanağını ıslatmıştı. Ellerimi yüzünde dolaştırıp, ‘’Lütfen bizi bir daha bırakma…’’ diyebilmiştim. O günden sonra içimde oluşan Can’ı kaybetme korkusunun önüne geçebilmem epey zamanımı almıştı. Kaç gece kâbuslarla uyanıp yatağın öbür tarafında Can’ı aramış ve hıçkırıklarla ağlamıştım.

 Bir insanın varlığına alışmak da yokluğuna alışmak kadar zor oluyormuş. Dilerim ki bir daha Can’ın ne yokluğuna alışmak zorunda kalayım ne de varlığına alışmakta güçlük çekeyim. O hep yanımda olsun, nefesi tenime çarpsın ve gözleri daima bana baksın.

 Seni seviyorum Can’ım, seni seviyorum canımın tamamı… Şimdi ise senden çok seveceğim, bizi birbirimize görünmez bir iple bağlayan, aşkımızın ve sevgimizin bize en güzel hediyesine sahip olacağız. Beni bunca zaman güçlü kılan ve hatta belki senin uyanmana bile sebep olan sihrimiz. O bizim parçamız ve biz onun tamamlayıcılarıyız.

 

 ‘’Bade Hanım?’’

 Gözlerimi zorlukla aralamaya çalıştığımda tavandaki ışık deprem olurmuşçasına sallanıyordu sanki. Kafam, hâkim olamayacağım kadar ağır ve beynim zonkluyordu.

 ‘’Güzelim, iyi misin?’’ Can’ın sorusu üzerine bakışlarımı yavaşça sesin geldiği yöne çevirdim.

 ‘’Ne oldu bana?’’

 ‘’Anne oldun meleğim.’’

 Saçlarımı okşayan terli elleri yüzüme geldiğinde benim de aklım başıma gelmişti. Hıçkırıklar eşliğinde ağlamaya başladığımda, ‘’Nerede bebeğim?’’ diye bağırdım.

 Benim ağlamama dayanamayan Can, ‘’Sakin ol, şimdi işitme testine götürdüler. Birazdan burada olacak.’’ dediğinde ne ara doğum yaptığımın farkında değildim.

 ‘’Can, ben bir şey hatırlamıyorum. Uyuya mı kaldım doğumda?’’

 ‘’Aslında uyuya kaldın sayılır…’’ diyerek güldü. ‘’Biraz baygınlık geçirdin ve doktorumuz seni sezaryene almak zorunda kaldı.’’

 O sırada odada olan doktor ve hemşireler kontrollerimi yapmaya başladığında görünüşe göre her şey normaldi ancak bebeğimin doğduğu anı görememek beni biraz üzmüştü. Ayrıca o kadar sancıdan sonra baygınlık geçirmem çok normaldi çünkü doğuruyormuşum gibi değil de ölüyormuşum gibi hissediyordum.

 Doktor kontrollerini tamamlarken, ‘’Bebeğim sağlıklı mı?’’ diye sordum.

 ‘’Her şey yolunda Bade Hanım, ufaklık birazdan gelir.’’ Cümlesi bittiği anda kapının ardından duymaya başladığım ağlama sesleri kulağıma ilişti.

 Bebeğimin sesiydi bu… Kapı açılıp hemşirenin kucağında duran minicik ama gerçekten ufacık bebeğimi görünce doğrulmaya çalıştım ama acı bir çığlıkla olduğum yerde kalakaldım.

 ‘’Siz kalkmayın Bade Hanım.’’ Hemşirenin uyarısı üzerine tekrar kalkmaya yeltenmeme izin vermeden bebeğimi kucağıma bıraktılar.

 ‘’Merhaba bebeğim.’’ dediğimde sesim titriyor kucağımda tuttuğum varlığın benim içimden çıktığına inanamıyordum.

 ‘’Miniciksin…’’ dedim, yanağımdan bir damla yaş süzülürken. ‘’Küçücüksün bebeğim…’’ Mutluluktan ağlamak, gözyaşlarının en güzeliydi. Belki de tek güzel olanı…

 ‘’Hoş geldin bu dünyaya.’’ Can yanımıza oturunca beni kucağımdaki bebeğimle birlikte göğsüne yavaşça yasladı. ‘’Senin adın ne biliyor musun?’’ Yüzüme bakıyordu öylece, sakinleşmişti, ağlamıyordu hatta ara sıra uykuya dalıyordu sanki ama göz göze gelmiştik onunla. Gülümsedim gözyaşlarım arasında, ‘’Nereden bileceksin ki değil mi?’’ dedim. ‘’Adın Burak, baban koydu ismini.’’ Can’la göz göze geldik. ‘’Temiz, berrak ve saf demek, Burak.’’ Bebeğimin kokusunu içime çektim, öyle güzel kokuyordu ki hayatımda daha önce böylesi güzel bir koku duymamıştım. ‘’Çok güzel kokuyorsun, aynı adın gibi...’’

 ‘’Sana bu hayatı yaşamayı öğreteceğim.’’ diye fısıldadım kulağına. ‘’Sana baban kadar güçlü olmayı öğreteceğim, ben yürürken ellerinden tutarım, baban bisiklete binerken koltuğundan… ‘’

 Ağladım, boğazıma dizilen tüm kelimeler onu uyuturken hıçkırıklar içinde ağladım. ‘’Baban kadar iyi bir insan ol tamam mı? Onun kadar fedakâr, onun kadar mükemmel birisi ol. Bana da benze ama en çok babana… Onun kadar romantik ol mesela ama en çok onun kadar savaşçı ol. Ya da vazgeçtim, sen bu dünyada savaşmak zorunda kalma… Ufacıksın çünkü… Büyüyecek misin? Hayal ettiğimden çok güzelsin. Sen benim olamayacak kadar güzelsin bebeğim.’’

 ‘’Annesi de çok güzel…’’ Konuşmamı bölen Can’a buğulu gözlerle baktım.

 ‘’Sevgilim, bu bizim mi?’’

 ‘’Bizim… Baksana, aynı ben...’’

 Ufak bir kahkaha dikişlerimi acıtıp inlediğimde Can, ‘’Tamam, tamam… Gülme şimdi ağlayınca canın yanmıyor en azından. Ağla sevgilim.’’

 Biraz daha güldüğümde bu defa kucağımda hareketlenen bebeğim ağlamaya başladı. Doktor, ‘’Onu beslemelisin.’’ dediğinde ne yapacağımdan habersiz ama annelik içgüdüsünün bana bahşettiği donanımla onu göğsüme yasladım.

 Benden beslenen, benim kokumla sakinleşen, benim vücudumda ısınan bir varlık… İşte şimdi ‘masal gibi’ olanın bir aşktan öte olduğunu anlamıştım. İşte şimdi tamamlanmıştım…

 Dudakları saçlarımda gezinen Can, ‘’Seni seviyorum Bade Arel. Sen dünyanın en güzel ve en iyi annesi olacaksın. Sizi çok seviyorum.’’ diye fısıldadı. Kelimelerim yetseydi ona içimde duyduğum tüm hisleri anlatırdım ama hiçbir sözcük hislerime yeterli gelmiyordu. Ben anneliği de ona olan sevgimi de anlatabilecek lügate sahip değildim.

 ‘’Becerebilir miyim, bilmiyorum. Yani anlatmaya… Ama seni çok seviyorum kocacığım. Seni ve bebeğimizi bu dünyadaki her şeyden çok seviyorum.’’

 Can elimi tutarak gözlerime baktığında ona hala ilk günkü heyecan ve aşk dolu bakışlarımla cevap verdim. ‘’Tozpembe hayallerime bir tek sen yakıştın, en çok sen yakıştın.’’ dedim.

 ‘’Tozpembe hayallerini benimle gerçekleştirdiğin için teşekkür ederim masal gibi kadın.’’

 ‘’Varlığın için, sevgin için, bizim için teşekkür ederim masalımı yazan adam.’’

 Ve tüm romantizm, Ada, Gediz, annem, babam, Volkan, Tuğba ve Can’ın ailesinin odaya akın etmesiyle sona erdi.

 ‘’Ohoo, Can hani uyanınca haber verecektin!’’ diye koşarak boynuma sarılan Ada…

 ‘’Vay! Benim baldızım anne mi olmuş?’’ diye celallenen eniştem ki koridoru baştan sona çelenkle donatmasını da es geçmemek lazım (nedenini bilmiyorum).

 ‘’Bademcik anne olmuş, duy da inanma!’’ diye saçlarımı karıştıran Volkan…

 ‘’Yavrum, yelek falan giy sen şimdi üşütme kırkın çıkana kadar.’’ diye sırtımı sıvazlayan ve üstümü örtmeye çalışan taze anneanne, annem…

 ‘’Yaa, ben ağlarım ama…’’ diye duygusallaşan ve çantasından çıkardığı kokulu peçeteyle gözlerini silen Tuğba…

 ‘’Bebeğin ayaklarına patik giydirelim, üşütürse gazı olur kızım.’’ diye çantadan çıkardığı çetikle babaanneliğe soyunan Sezin annem.

 ‘’Rahat bırakın kızı yahu!’’ diye aynı anda isyan eden babalarımız… Vee buradan kocaman bir tebriki onlara gönderiyorum…

 İşte böyle… Masal mutlu sonla bitmiş, belki de yeni başlamıştı bizim için. Bir Can, hayatıma bir can katmıştı. Diliyorum ki, hayat acı vermez, hayat bizi üzmez ama eğer üzecekse de onlara bir şey olmasın. Onların tüm acılarını ve üzüntülerini yüklenmeye hazırım. Diliyorum ki, hayat ellerimizi birbirimizden ayırmasın. O ve bendik biz olduk, biz karı koca olduk ve şimdi sıra anne babalıkta… Bizi birbirimize karıştırdın Can Arel, bizi bir ettin… Bir hiç değildik, biz her şeydik… Her şey için milyonlarca kez teşekkürler…

 

 Benden size son bir şarkı, Nil Karaibrahimgil-Benden sana…

 

Can-Bade-Burak

AREL

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Aysu GİRGİN Aysu Girgin, 8 Aralık 1995 yılında, İstanbul'da dünyaya geldi. Evli ve bir çocuk annesi olan yazar yaşamını, memleketi olan Tekirdağ'da sürdürüyor. Öğrenimini Namık Kemal üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamlamış ve roman alanında çeşitli eserler ortaya koymuştur. Basılı ilk eseri olan Masal Gibi, Mustafa Tenker yayın grubu tarafından yayımlanmıştır.