Tıkı Tıkı Tıklat
“Tövbe tövbe… Psikanaliz ne demekmiş? Saçmalama kız! Nerden çıktı şimdi?” Ay bu kız okuyup da ne olacak! Keşke vaktiyle dikişe yazdırsaydık bunu. “Sen kediyi mediyi boşver de dolaptan fasulyeyi getir ayıklayalım. Bak baban ile Ahmet’in gelmesine iki saat var.”
Ayşe koltukta oturmuş mırıl mırıl kitabını okuyordu. Annesi içeriye girdi.
“Ne yapıyorsun öyle kız, kalk yemeği halledelim, akşama az kaldı.”
“Anne, dinle bak; Masal dinlememiş çocuklar büyüyünce kedi resmini bile cetvelle çizerler.”
“O ne öyle kız, nerden buldun bu lafı.”
“Laf değil anne ya, şiir bu şiir. Hem de Cemal Süreyya’nın şiiri…”
“Sana ne Cemal Süreyya’dan, sen önce kendi derslerini hallet! Hem ressam mı olucan sanki…”
“Anne ya! Hiç anlamıyorsun sen edebiyattan!”
“Hah ya da edebiyatçı olup aç mı kalıcan?”
Ayşe gözlerini devirdi yere, sonra hızla kaldırdı.
“Hem biliyor musun psikanalizde ‘kedi’ cinsellik demek.”
“Tövbe tövbe… Psikanaliz ne demekmiş? Saçmalama kız! Nerden çıktı şimdi?” Ay bu kız okuyup da ne olacak! Keşke vaktiyle dikişe yazdırsaydık bunu. “Sen kediyi mediyi boşver de dolaptan fasulyeyi getir ayıklayalım. Bak baban ile Ahmet’in gelmesine iki saat var.”
“Öff,” diye söylendi Ayşe. İster istemez kalktı, mutfağa yollandı. Kadına bak, ben şiirler diyorum o fasulye diyor, pes. Kesin beni karıştırdılar. Sen yapmamışsındır Allah’ım ama ya hastanedekiler… Dolabı açıp fasulyeyi aldı, naylon leğeni de alıp annesinin yanına döndü. Döktüler masaya, başladılar ayıklamaya, televizyondaki yemek programını izlerken.
Durdu, kahvesinden bir yudum alıp Deep’e baktı. Simsiyah tüylerinin içine gömülmüş, kitaplığın rafında uyukluyordu. Gözlerini ekrana çevirdi, okudu. “Oluyor, evet.” Gülümsedi.
“Neresi oldu Yazar Hanım, bak kızımı ne duruma koymuşsun! Olmuşmuş…”
Bu da ne vıdı vıdıcı çıktı.
“Bak duyuyorum seni ha!”
Ama o duymamazlıktan gelip tuşlara dokunmaya başladı.
Ayşe dolu leğeni lavabonun yanına bıraktı, mutfak masasında kitabını incelemeye başladı.
“Bak daha soğanları doğramamış!” Annesinin sesiyle irkildi. “Hasbinallah! Ne diyorum ben, baban ağabeyin aç gelecekler sen hâlâ kitaba bak! Çabuk çıkar bakayım soğanı, ben ona başlayım sen de domatesleri doğra. Hadi oyalanma!”
Ayşe soğanı çıkarttı, tezgâha koydu. Buzdolabının kapağını tekrar açarken, “Anne biz ne zaman kedi alacağız eve?” dedi.
Hadi buradan yak. Bizim kızın hiç aklı yok valla! “O nerden çıktı bakayım?” dedi soğanın kabuğunu soyarken.
“Hani ben küçükken babam, ağabeyim, senle beraber göle gitmiştik pikniğe. Yavru kedilerle oynamıştım bütün gün. Babam da bir ara şöyle bir şeyler demişti: ‘Çok sevdiysen eve alalım birini.’ Sonra ne olduysa fikrini değiştirdi kalkarken, ‘Ama sen daha küçüksün, bakamazsın ki ona, hem annelerine de ihtiyaçları var. Büyü, bakabilecek duruma gel, alalım bir tane,’ demişti.”
Eh be Muzaffer, zevzek adam! Bu kız unutur mu bu lafları. “Ayşe, sen önce şu tencerenin altını yak bi.”
Ayşe domatesleri leğenin içine bıraktı, ocağı yaktı, tencereye zeytinyağı döktü.
“Anne yeter mi bu kadar?” Göz ucuyla baktı Melahat Hanım.
Buraya hanım yazılır mı? Cümlesini sesli okudu. Yok olmamış sileyim. Deep kafasını kaldırıp sahibine göz attı, tekrar uykusuna geri döndü.
“Dün Melahat Hanım’dım bugün ne oldu böyle?”
“Buraya böylesi uydu, uzatma Melahat, belki koyarım sonra hanımı isminin yanına.”
Klavyenin tuşlarının tık tıkları duyuldu.
Göz ucuyla baktı Melahat.
“Evet, yeter.” Soğanları attı, tahta kaşıkla karıştırdı.
“Anne ya, sen tamam dersen babam kesin evet der, lütfen!”
Ayşe annesinin yanında dikilmiş ağzından çıkacak lafı bekliyordu.
“Ayşe, hadi başla domatesleri doğramaya, oyalanma.” Dönüp baktı kızına. “Bunca yıl sonra nerden düştü aklına o kediler?”
“Bizim sokağın köşesinde duvarları sarmaşıkla kaplı tek katlı ev var ya, onun bahçesinde bir kedi doğurmuş. Öyle tatlılar ki yavrular! Hem içlerinden bir tanesi aynı o göldeki kedi gibi, boynu, çenesi, gözlerinin altına kadar bembeyaz, sırtı da sarı beyaz çizgili. Gözlerini henüz tam göremedim ama açık yeşil olacak galiba. Bi de minnacık, yumuşacık patileri var!”
“Senin ne işin var o evde?”
“Ne işim olacak anne, geçerken ağlamalarını duyduk Emine’yle. Zaten orası yıllardır boş, kapı da açıktı gittik baktık hayrına. O koca demir kapının sürgüsü kırılmış, herhalde pastan, ondan açıkmış kapı. Neyse biz tam yavruların yanına varacaktık ki anneleri tıslayarak çıktı çalının ardından, hemen kaçtık.”
“Kaçtıysanız patisini nasıl gördün kedinin?”
Ayşe başını eğdi. “Dün okuldan dönerken dayanamadım tekrar baktım ben. Anneleri yoktu ortalıkta. Bu kedicik kardeşlerinden uzakta duruyordu. Aldım sevdim. Hem o da beni sevdi biliyor musun?”
“Saçmalama Ayşe, nerden anladın seni sevdiğini! Hem ben sana kaç kez dedim; o izbe eve gitme sakın!”
“Anne gündüz vakti bütün sokak dışarıdaydı. Ah bir görsen öyle tatlı o yavrular, hele bu yavru…” Ayşe’nin sesi söndü, gözleri buğulandı. Melahat soğandan yaşarmış gözleriyle kızına baktı.
Ah şu soğan yakmasaydı beni, ben sana neler derdim neler. Kızımı neden üzüyon? Sen anca tıkı tıkı tıklat.! Ah bi de o siyah mendebur kedinle ilgilenen!
Gözlerini klavyeden çekip Deep’e baktı. Kedi mırıl mırıl uyuyordu. Bakışları geri ekrana çevirdi.
“Kızım dolapta dünden kalan süt var, domatesleri doğrayınca götürüver de karınları doysun.”
Domatesli elleriyle arkasından sarıldı Ayşe annesine.
“Yüreği bal kaplı annem benim! Alırız di mi onu.”
“Bak ona söz veremem. Şimdi küçücük çok sevimli ama o büyüyecek, öyle tatlılığı falan kalmayacak. Hem kedi bu eğitilmez ki, mutfağa girer, tezgâha çıkar, yatağına, tuvalete...”
“Bitti doğradım hepsini.”
“Eline sağlık güzel kızım.”
“Ben şimdi bi koşu götüreyim şu sütü, düşüncen di mi anne. Belki alırız evimize ha!”
“Çabuk git, çabuk gel. Babanla…”
“Tamam hemen bir koşu gidip gelicem.” Kocaman öptü annesini yanağından, fırladı.
Melahat’ın da içi gitmemiş değildi hani ama kumuna çişini yaptıktan sonra mutfağa giren, hatta tezgâha zıplayıp öteberiyi düşürüp döken, oradan masaya atlayan kediyi düşündü, silkelendi. Domatesleri de ekleyip çevirdi tahta kaşıkla.
Deep raftan bir anda masaya atladı, kahve bardağına çarptı. Parmaklarını klavyeden çekti, sallanan bardağı yakaladı. Kızgın bir bakış attı kedisine, Deep umursamadan yere atladı. Siyah tüylerini kabartarak odadan dışarı çıktı.
“Bak nasıl çıkmış dolabın üstüne. Tezgâha da çıkar o! İstemem kedi medi, getirtme bizim eve onu.” Parmakları tuşlara geri döndü, gülümsedi.
Zil kesintisiz çalıyordu. Melahat elini pirinçleri yıkadığı kaptan çıkarıp duruladı. “Ay bu kız, elim kirli, geldim, geldim...”
Kapıyı açınca Ayşe’nin üzgün suratıyla karşılaştı. Elinde süt kutusu.
“Ne oldu kızım?”
“Yok, bütün kediler gitmiş. Her yeri aradım, baktım, bulamadım, bizim bakkala sordum.”
“Ne dedi Nejat Efendi?”
“Yan sokakta bir kadın varmış, evde yedi kedisiyle yaşayan. O almış hepsini, evinde bakacakmış.”
Annesi sarıldı Ayşe’ye.
“Üzülme be kızım, başka kediler de var sokaklarda yaşayan. Hem bak daha biz tam karar verememiştik demi? Şanslı kedilermiş, artık evleri var.”
Ayşe ayakkabısını çıkartıp eve girdi. Melahat kapıyı kapatırken Ayşe’ye çaktırmadan gülümsüyordu.
Deep’in miyavlama sesiyle ellerini klavyeden çekti, dönüp baktı. Kapının yanında durmuş onu süzüyordu. Kalkıp mamasından kabına birazcık boşalttı. Dönüp masanın başına geçti, klavyenin üstüne parmaklarını bıraktı.
Tepkiniz nedir?
Beğen
10
Beğenmedim
0
Sevdim
2
Eğlenceli
4
Sinirli
0
Üzgün
0
Vay
3