SARMAŞIK
Gözlerini boş bir ifadeyle tavana dikmiş bakışlarının boşluğuna tezat zihninin içinde dönüp duran düşünceleriyle bir savaş içine girmiş ve o savaşın mağlubu olmak üzereydi.
1. 6.BÖLÜM: Ödenmemiş Hesaplar
Gözlerini boş bir ifadeyle tavana dikmiş bakışlarının boşluğuna tezat zihninin içinde dönüp duran düşünceleriyle bir savaş içine girmiş ve o savaşın mağlubu olmak üzereydi.
Yaşadıkları ve yaşattıkları film şeridi misali beyninde durmaksızın dönerken düşündü, düşündü ve düşündü. Belkide bu zamana kadar hiç düşünmediği kadar çok düşündü. Evet, sıkıştığı için düşündü çünkü düşünmeyi ancak şimdi akıl edebilmişti. Yaptığı hataların, yanlışların bir bir önüne çıkacağını bildiği için düşünmeyi şimdi tercih etmişti.
Ve kendince, saatler içerisinde çaresizliğin dibine vurduğunu düşünen bu adam yaptıklarından utanmadan hala onu kurtaracak bir el arıyordu. Arıyordu çünkü yargısının ne kadar büyük olacağını tahmin edebiliyor ona biçilen infazın hayatını bitireceğini çok iyi biliyordu...
Yaşlı gözlerini kapattı ve göz kapaklarında ki ağrıyı derin bir şekilde hissetti. Bağlı olduğu makineden kalp ritminin normal olduğunu belirten sesi dinlemeye başladı. Kendi kalbini dinliyordu. Ölüm ile burun buruna geldiği kalbinin şimdi düzelmiş sesini...
Aslına bakarsak hiçbir zaman ölümden korkan bir adam olmamış bilakis ölünce bu acımasız dünyadan kurtulacağını düşünenlerden olmuştu. Ölünce her şeyin biteceğini düşünenlerdendi fakat unuttuğu bir şey vardı ki asıl hayat onun için öldüğünde başlayacaktı. Düne kadar buradaki hesaptan kurtulmuş olduğunu sanıyordu ki yüce yaradan varlığıyla ve yaptıklarıyla kendini ona hatırlatmıştı.
Hatırlatmış ve onu küçük bir sınava tabii tutmuştu. Şimdilik o sınavı küçük bir şansla atlatmış fakat geriden gelecek olanın fazlasıyla büyük bir sınav olacağının farkına vardırmıştı.
İşte hayat böyleydi. Sen her şey bitti dediğin anda başlar ve seni hiç olmadığın yerlere sürüklerdi.
Şimdi Tamer Bey'in sürüklendiği yer ise hiç tahmin etmediği bir yerdi. Yakasına yapışmış acı bir hayat, çalınmış yaşantılar vardı. Bu adam bu kadar kolay kurtulamayacaktı. İşte korktuğu buydu. Gerçeklerin ortaya çıkacağı zamanın gelmiş olmasıydı. Artık kaçacak bir yerinin olmaması, çalınmış bir hayatın üstüne bir hayat kurup onunda o çalınmış hayatla son bulmasıydı.
Bu adam yıkım üstüne yıkım yaşayacak ve yaşatacaktı. Tek bir hayatla kalmayıp birçok hayatı mahvedecekti. Yıllarca kirli geçmişini temizlemeye çalışan bu adam, olduğundan daha kirli bir hale gelecek, boynuna dolanan ahları, alnına çalınan karayı silip atamayacak ve birçok kez sevdikleriyle sınanacaktı. Kim bilir belkide sadece sınanmakla kalmayıp tüm sevdiklerini ebediyen kaybedecekti.
Ne olursa olsun bu adam artık yaşattıklarını yaşayacaktı!
***
Hareketli bir güne uyanalı tam üç saat olmuştu. Genç kız bir o tarafa bir bu tarafa koşuştururken bir yandan da bilgisayarının başına geçip yazılımları kontrol ediyordu.
Beş dakika sonra Adil Bey, Araf Bey ve Sahra görüntülü bağlantıyla Hakan Bey ve diğer çalışma arkadaşlarıyla küçük bir toplantı yapacaklardı. Bugün itibariyle işleri hızlandırmışlar ve bir an önce projeyi hayata geçirmek için yüksek performansla devam etmeye başlamışlardı.
Daha doğrusu işin içine saygıdeğer Araf Bey girince işler hızlanmış ve gerilmişti. Daha şimdiden bu adamla nasıl baş edeceğini kara kara düşünen Sahra buradan gidene kadar neler olacağını çok merak ediyordu.
Derin bir nefes aldı ve kötü enerjiyi üstünden atmak adına yüzüne güzel bir tebessüm yerleştirdi. Oyalanmamak için toplantıda gerekli olacak eşyalarını toparladı ve toplantı odasına doğru yol aldı.
İlerlerken Burcu'yu toplantı odasının kapısında telefonla konuşurken görünce neden orada beklediğini merak etti. Yanına vardığında telefonla konuştuğundan küçük bir baş selamı verdi ve Burcu, Sahra'yı görünce telefonu kulağından uzaklaştırarak sessiz bir şekilde "Araf Beyi çağırıp geliyorum" dedi.
Sahra gözlerini açıp kapatarak kızı onayladı ve toplantı odasına girdi. Araf Bey herkesi ayaklandırıyordu fakat kendisinin bu duruma katılmak gibi bir düşüncesi yoktu nedense(!)
"Merhaba, Sahra."
Düşüncelerinden Adil Beyin sesi ile uzaklaştı aksi takdirde kendi kafasında kurduğu düşüncelerle adama olan sinir katsayısını arşa çıkartmakta adım adım ilerleyecekti.
"Merhaba Adil Bey. Nasılsınız?"
"İyiyim teşekkürler. Sen nasılsın?"
"Sağolun bende iyiyim. Bu arada dün size teşekkür etmeye fırsatım olmadı. Akşam ki yemek için teşekkür ederim. Her şey çok güzeldi."
"Gerçekten teşekkür etmeye fırsatın olmadı mı? Bu ettiğin ellinci teşekkür falan herhalde?"
Gülerek söylediği cümleye Sahra da küçük bir tebessümle karşılık vermişti. Evet, birçok kez teşekkür etmişti fakat yine de bir kez daha teşekkür etmek istemişti. Sonuçta dün akşam kargaşayla sonlanmıştı ve o telaşla insanlarla tam anlamıyla görüşememişti bile.
Dün akşamın bitişi aklına geldiğinde ürperdiğini hissetti. Kişinin kim olduğunu hala bilmesede Sahra'yı etkilediği aşikardı. Sapasağlam adam aniden yere yığıldığında gerçekten korkmuş ve şaşırmıştı. Dün akşam ki korkusu şimdide yüzüne yansımış olacak ki Adil Bey sormadan edemedi.
"Yanlış bir şey mi söyledim?"
"Yok, yok hayır. Aklıma dün akşam ki misafiriniz geldi. Ne olmuş, durumu nasıl biliyor musunuz?"
Adil Bey sıkıntıyla yüzünü ovuşturdu. Aklına Tamer ağabeyi gelince üzülmüştü.
"Dün hastaneye gittiğimizde kalp krizi geçirdiğini söylediler. Hemen gitmemiz Tamer ağabey için büyük şans oldu. Şu an hala hastanede müşahede altında tutuluyor diye biliyorum."
Kalp krizini duyunca Sahra'nın yüzünü mahzun bir ifade kapladı.
"Daha önce olmuş muydu böyle bir şey veya herhangi bir rahatsızlığı var mıydı?"
"Yani açıkcası bizde şaşırdık çünkü sürekli olan bir rahatsızlığı yok. Dünde aniden yere yığılınca hepimiz korktuk ama şükür şimdilik iyi."
Gözleri masadaki objelerden birine odaklanmış kafasını anladım dercesine yavaşça sallamıştı. Bitmek bilmeyen düşünceleri şimdide tanımadığı bu adam için üzülerek kendisini yoruyordu.
"Umarım bir daha böyle bir şey olmaz. Bununla geçmiş olsun."
İyi niyetliydi. Fazla iyi niyetli. Öyle ki tanımadığı bir adama bile üzülecek kadar iyi niyetliydi. Belkide hayatı boyunca kendine yapacağı en büyük kötülük buydu. İyi niyetli olmasıydı. Bu onu çoğu zaman mutlu edip iyiliğe yöneltsede onun saf iyi niyetinden kötü insanlarda yararlanacak ve bu durumu suistimal edeceklerdi. İşte Sahra'nın kendine yaptığı en büyük iyilik ve kötülüktü bu.
Kalbi öyle bir saflıkla büyümüştü ki iyi veya kötü içinde herkese yetecek bir merhamet vardı ve bu onu insanlara göstermekten gocunmuyordu. Ve halasının en büyük dileği Sahra'nın bu durumdan derin pişmanlıklar ve acı dolu yaralar almamasıydı.
"İnşallah Sahra inşallah.."
Kapı çalınmadan açılıp içeriye Araf girince Adil Beyin kaşları çatılsada Sahra'nın yanında bozuntuya vermemek adına arkasını dönerek yüzünü saklamaya çalıştı.
"Kolay gelsin. Her şey hazır mı?"
Geldiği gibi işe odaklanan adam ağabeyinden bir cevap alamayacağını bildiği için gözlerini Sahraya odaklamıştı.
"Hazır. Gelmenizi bekliyorduk."
Net cümlesi onları beklettiğini anlaması içindi.
"Güzel, o zaman hemen başlayalım."
Sahra adamın umursamaz tavrıyla ona bilenmemek için çaba sarfederken bilgisayarını açtı ve toplantı masasındaki büyük projeksiyona bağladı.
Adil Bey ve Araf Bey büyük bir sessizlikle toplantı masasındaki yerlerini alırken kendiside oturdu ve kapının tıklanma sesiyle Burcu'nun içeri girişini izledi.
"Kusura bakmayın telefon görüşmeleriyle ilgilendim."
Sorun değil anlamında kafasını sallayan Adil Beyi izleyen bir çift göz vardı. Henüz izlendiğini fark etmemiş boş bakışlarla toplantıya bağlanmayı beklerken gözleri onu izleyen gözlere ilişti.
Bakışları kendini korumak istercesine buzdan bir duvar örmüş içeri girmek isteyen kişiyi açıkça reddettiğini resmediyordu.
Tavrının muhattapı olan kişide durumun farkında olacak ki içini soğutan buz kütlesine bakmaktan vazgeçip duygularını aksettirmek yerine tepkisiz kalmayı tercih etti.
"Hazırsanız bağlanıyoruz?"
Burcu'nun soru niteliğinde ki cümlesi birbirine kaçamak bakışlar atan iki patronunaydı çünkü zaten Sahra hazır bir şekilde onları bekliyor sadece aralarına girmek istemediği için bir şey söylemiyordu.
"Başlayabiliriz" diyen Adil Beyin yanı sıra Araf Bey kafasını sallamakla yetinmişti şayet şu an onun için konuşmak pekte mümkün değildi.
Boğazına yerleşen yumru yutkunmasını bile engellerken nasıl konuşabilirdi ki? Boş yere ağabeyini kırmışken ve şimdi onun soğuk bakışlarını içine işlerken nasıl konuşabilirdi?
İşte Araf böyleydi. Siniri saman alevi gibi, öfkesi pişmanlığını yaşamaya başlayana kadardı. Küçüklüğünden beri değişmeyen tek huyuydu bu. Kendi hislerine, kendi doğrularına kapılıp insanları kırar ve sonrasında nasıl düzelteceğini düşünerek kafayı yerdi.
Şimdi ağabeyine baktıkçada onun kırgınlığını nasıl alacağını düşünüyordu...
Yersiz inatları ve tartışmaları yüzünden ikiside birbirini kırmıştı fakat bu durumun tek suçlusu Araf değildi. Adil de en az onun kadar suçluydu ve o da Araf'ı ne denli kırdığını saklamaya çalışsada gözlerinde görebiliyordu.
Adil'in en büyük hatası kardeşinin uyarılarına rağmen burnunun dikine gitmesiydi. Araf'ın hatası ise ağabeyinin yanında olmamasıydı. Bu iki koca adam bir şekilde birbirlerinin gönlünü kırmışlardı ve şimdide birbirlerine karşı duydukları mahcubiyetten dolayı nasıl düzelteceklerini bilmiyorlardı.
"Tamamdır bağlanıyoruz.."
***
Kısa fakat uğraştırıcı ilerleyen toplantılarını nihayet bitirmişler ve Adil Beyin teklifi üzerine öğle molasında beraber yemek yemeğe gelmişlerdi.
Sipariş vermek için menüleri incelerken bir yandan da Araf'la arasını yumuşatmak adına kendince iyi bir fırsat olduğunu düşünüyordu. Hem Sahra da yanlarındaydı ve belkide onun bu duruma bir faydası olurdu. Ya da sadece o öyle düşünmek istiyordu.
Derin bir nefes aldı ve aklındaki binbir çeşit düşünceleri şimdilik rafa kaldırdı. Elinde ki menüye göz gezdirirken ne söyleyeceği belliydi fakat düşünceli olduğunu yanındakiler anlamasın diye bakıyormuş gibi yapıyordu.
Sahra'nın ince sesi kulaklarına çalınırken ne söylediğini anlamak için dikkatini kıza verdi.
Sahra garsona siparişini verince, Araf'ın da siparişini vermesini bekledi ve ardından kendiside siparişini verdi.
Bir an çocukluk zamanları gözünün önünden geçti. Küçükkende ne olursa olsun öncelik sırasını hep Araf'a verir kendisini ikinci planda tutardı. Küçüklük huyu onunla beraber büyümüş ve gençlik yıllarında da ailesinin önüne kardeşleri için kendini atmıştı. Kardeşleri için kendini feda etmiş onların hayatlarını istedikleri gibi yaşayabilmesi için kendi ruhunda en ağır fedakarlıklarla karşılaşıp yıkılmamak için en büyük gayreti göstermişti.
Göstermişti fakat unuttuğu bir şey vardı ki yapılan fedakarlıkların hiçbiri tek taraflı değildi. Araf'da büyük fedakarlıklar yapmıştı lakin Adil kendi yaptıklarını görmekten onunkileri görmeye fırsat bile bulamamıştı. Nasıl Araf'ın olmadığı yerde kendisi gelip onun rolünü üstleniyorsa, Adil'in olmadığı yerde de Araf gelip onun rolünü üstleniyordu.
Yapılan her şey karşılıklıydı fakat insanlar bazen kendi duygularının şehvetine kapılmaktan yapılanları görmeyi reddediyor ve içindeki benci yanına çekilip onun yolunda ilerliyordu.
"Siz ne alırsınız efendim?"
Garsonun sesi ile bir an sersemledi ve hemen kendini toparlamaya çalıştı. Güya dalgın olduğunu kimseye belli etmeyecekti(!)
İşaret parmağını bir saniye der gibi kaldırdı ve biraz daha menüye bakar gibi yapıp ardından siparişini verdi.
Garson gittikten sonra yemekleri gelene kadar bir süre projenin gidişatından söz ettiler. Kısa sürede güzel bir ilerleme içerisinde olduklarından ve hızlı ilerlemelerinin onlara avantaj kazandırdığından bahsettiler.
İşlerin güzel gitmesi herkesi hoşnut bir durumun içerisinde bulunduruyor ve onlara daha fazla çalışma azmi veriyordu. Velhasıl kelam şimdilik her şey yolundaydı ve herkes her şeyin rayında devam etmesini istiyordu.
Sohbet ederlerken yemekleri gelmiş ve üçüde yemeğe başlamıştı. Adil Bey ve Araf Bey yemeklerine odaklanırken Sahra'da biraz çekingen bir edayla yemeğini yemeğe başlamıştı.
Sonuçta Araf Sargun karşısındaydı ve ne kadar kendinden emin bir duruş sergilesede adamın varlığı istemsizce Sahra'yı geriyordu. Aslında bu gerginliği fazlasıyla yersizdi ama tabii ki bu durumun bir sebebi vardı. Tabii Sahra'nın henüz bilmediği bir sebep...
Farkında olmadığı düşünceleri Adil Bey'in çalan telefonu ile dağıldı ve adamın daha konuşmanın başındayken bıkkın serzenişi dikkatini çekmiş olacak ki kulak vermeye başladı.
"Ya bensiz halledemiyor musunuz?"
Telefonu kulağı ve omuzu arasında sıkıştırarak tabağının yanındaki peçeteyi aldı ve ağzını sildi. Sahra ve Araf meraklı gözlerle Adil'i izlerken ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
"Tamam tamam geliyorum."
Yemeğini yarım bırakan adam gitmek için ayaklanmıştı. Telefonu kapatır kapatmaz üzerindeki meraklı gözleri aydınlatmak adına konuşmaya başladı.
"Benim şirkete geçmem gerek. Siz devam edin."
"Sorun ne?"
Kaşları çatık ifadesiyle bakan kardeşi endişelenmiş olacak ki Adil'in gideceğim demesi yeterli bir cevap olmamıştı onun için.
"Önemli bir şey yok. Burcu, bana ihtiyacı olduğunu söyledi."
"Bizim projeyle alakalı bir şey mi?"
Bu sefer gelen soru Sahra'dandı. Adamın aniden kalkması Sahrayıda bir hayli meraklandırmış ve kendi projeleriyle alakalı olup olmadığı genç kızı düşündürmüştü.
"Hayır, hayır. Projeyle alakalı değil küçük bir imza sorunu. Sadece acilmiş o kadar."
Sahra rahatlarken Araf hala istediği cevabı alamamış olmasının rahatsızlığı içerisindeydi.
"Bir sorun olmadığına eminsin değil mi?"
"Hiçbir sorun yok. Size afiyet olsun."
Kardeşine kısa ve net cevabını verdi ve hızlı adımlarla yanlarından uzaklaştı.
Baş başa kalan ikili uzaklaşan adamın arkasından bakarken yalnız kaldıklarını göz göze geldiklerinde ancak fark edebilmişlerdi.
Birkaç saniye sessizlik eşliğinde birbirlerine baktılar ve ardından Araf yemeğine geri döndü Sahra ise adamın bakışlarının etkisinden kurtulabilmek için gözlerini dışarıdaki manzaraya çevirdi.
Kaçamak bakışlarını görmezden gelerek bardağına uzandı ve tam suyunu içecekti ki duyduğu ses ile bardağı ağzının kenarında donakaldı.
"Nasılsın?"
Beklemediği bir soru beklemediği bir anda gelmişti. Karşısındaki adamın onunla normal bir şekilde konuşması Sahra'yı şaşırtıyordu. Şaşırıyordu ve bu durumda adamla nasıl konuşacağını bilemiyordu. Şöyle bir düşününce, belkide bu adamla hırçın bir üslupla konuşmak sakin ve normal konuşmaktan çok daha kolaydı.
Ve bu yüzden Sahra bu adamla normal bir şekilde konuşmak istemiyordu. İstemiyordu çünkü bu adamla konuşursa ona çekileceğini biliyordu.
"Cevap vermek yok mu?"
"Sizinle pek normal konuşamadığımız için böyle normal şeyler sorduğunuz da istemsizce düşünüyorum."
Yarım ağız bir gülüş geçti adamın dudaklarından. Bu kızla normal konuşması ayrı bir dert normal konuşmaması ise ayrı bir dertti.
"En son ki konuşmamızın gayet normal olduğunu hatırlıyorum. Yanılıyor muyum yoksa?"
Adamın bilmişliği karşısında şapka çıkartmak istedi genç kız çünkü neredeyse cevabıyla kendisini mat etmek üzereydi.
"Denk geldi dersek o zaman yanılmış olmazsınız."
Duyduğu cümle ile derin bir kahkaha attı adam. Bu kız fenaydı. Hemde çok fena! Öyle ki bu küçük cadı asla burnundan kıl aldırmayan tiplerdendi Araf artık bunu çok iyi biliyordu.
"Sen hep böyle kaçak mı konuşacaksın?"
Söylediği şeye anlam veremedi Sahra.
"Kaçak derken?"
"Diyorum ki.." dilini ağzının içinde yuvarladı ve devam etti "her işine gelmeyen durumda doğruyu söylemek yerine böyle kaçak göçek mi konuşacaksın?"
Bu cümleyi doğrudan duymak Sahra'yı biraz afallatmış olsada adamın söylediklerinde yanlış bir şey yoktu bilakis Sahra'nın inadını çözmüş ve o ne derse desin onun tam tersini diyeceğini çok iyi anlamıştı.
"Öyle bir şey yok.."
"Bence var.."
Sahra derin bir nefes aldı ve adamın gözlerinin içine bakmaya başladı.
"Tamam, bu anlamsız konuşmayı bitirelim."
Kurduğu cümleye şaşırsada adamın gözlerine bakarak konuşmak Sahra'ya düşündüklerinin tersini söyletiyor ve yaptırıyordu.
"Pekala bitirelim."
Dudaklarında ki küçük tebessümü ile kızın konuşmasının devamında neler söyleyeceğini merak ettiğinden pür dikkat onu dinliyordu.
"Adil Beyin kardeşi olduğunuzu bilmiyordum."
Düşünmeden söylediği ilk cümle heyecanla kaçtı dudaklarından.
"Yani adınız hiç geçmedi. Karşılaştığımızda da sizin kim olduğunuzu bilmiyordum."
Yavaş yavaş aklına gelenleri acelesizce dile döktü Sahra.
"Kim olduğumun bir önemi var mı senin için?"
Anlamsızca baktı adamın yüzüne.
"Benim için kim olduğunuzun bir önemi olup olmadığından söylemedim. Sadece şirkette aynı yerdeydik ve karşılaşmamıza rağmen adınızı çalışanlarınızdan yada Adil Beyden hiç duymadığım için şaşırdığım için söyledim."
Bu kadar uzatmasının sebebi içten içe yaptığı paniktendi. Bu adam nasıl sorular soracağını iyi biliyor ve Sahra'yı gafil avlamaya çalışıyordu fakat Sahra'nın bunlara kanmaya pek niyeti yoktu.
Tabii şimdilik yoktu. İlerleyen zamanlarda hayatın ona getirilerinin neler olacağını henüz bilmiyordu.
"Anladım.."
İstediği cevabı alamayan adam küçük bir bozguna uğrasada belli etmemekte kararlıydı.
"Aileniz çok sıcaktı. Özellikle anneniz gerçekten çok misafirperver."
Buruk bir gülümseme geçti Araf'ın dudaklarından. Her gören annesine hayran kalıyor hatta içten içe imreniyordu bile. Dışardan bakınca her şey güllük gülistanlık görünüyor ve hiç kimsenin içini görmeye hiç kimsenin yüreği yetmiyordu.
Yetmeyenler özenmeye devam ederken yetenlerin derdinede bir dert daha eklenmeye devam ediyordu.
"Evet, öyleyizdir..."
Adamın yarım ağız cümlesi Sahra'yı şüphelendirsede yanlış anladığını düşünerek üstünde durmadı.
"Peki senin ailen? Senin ailen nasıl?"
Aile konusunun açılmasını fırsat bilip o gün aklına takılıp soramadıklarının şimdi iyi bir zamanlama ile önüne gelmiş olduğunu düşünerek sormak istediği sorulardan bir tanesini genç kıza yöneltti.
"Benim ailem nasıl?"
Gözleri istemsizce tek bir yere daldı ve sorunun cevabını kendi içinde bulmaya çalıştı.
"Bende bilmiyorum ki benim ailem nasıl?"
Dudağının kenarını acıyla ısırdı. İçindeki acıyı kelimelerle tarif edemediği her an o acı bir zehir gibi tüm bedenine nüksediyordu.
"Belki tanısaydım bilirdim."
En acısıda buydu ya. Sahra yıllarca tanımadığı insanların acısını yaşatmıştı kalbinde ve ruhunda. Hiçbir zaman görmediği ve göremeyeceği iki insanın acısı. Tanımıyordu ama hayatının her alanında onların eksikliğini tadıyor ve çaresizliğini dibine kadar hissediyordu.
"Nasıl yani?"
Bir anda büyük bir hipnozdan uyanır gibi kendine geldi. Başka biriyle bunları konuşmak nadir yaptığı bir şeydi fakat bir anda bu adama kapılmış ve nerede olduğunu unutmuştu.
"H.. halam var. Benim ailem halam."
Kesik cümlesi bir yanının hala içindeki düşüncelerle savaş halinde olduğunu gösteriyordu.
"Aileni tanımıyor musun?"
Ucu bucağı olmayan sorular geldikçe geliyor ve çığ misali Sahra'nın üstüne yıkılmaya hazırlanıyordu.
"Saat kaç oldu? Sanırım artık kalkmamız gerek."
"Sahra, konuşmak istemezsen anlarım. Bu yüzden kaçmana gerek yok."
Yumuşak ses tonu kızı sakinleştirirken uysal tavırları Sahra'ya kendini çok farklı hissettiriyordu.
Genç kız yüzünü sıvazlayarak ellerini saçlarına götürdü ve saçlarını geri attırdı.
"Evet konuşmak istemiyorum. Artık kalkabilir miyiz?"
Israrcı ses tonu her an farklı bir soruyla karşılaşacağından korktuğundandı.
"Tamam, sen nasıl istersen."
Anlayışla kafasını salladı ve kızı tek bırakıp rahatlamak adına "iki dakikaya geliyorum" deyip yanından ayrıldı.
Bir müddet adamın gidişini boş gözlerle izledi ve ardından kendine gelmek için az önceki konuşmaları aklından silmeye çalıştı.
Derin derin nefesler alıp verirken kendini biraz daha iyi hissettiğini düşünerek ayaklandı ve çıkışa doğru ilerleyerek adamı dışarıda beklemeye karar verdi.
İki dakika sonra genç adamın yanına gelmesiyle sessizce şirkete doğru adımladılar.
Zaten kısa olan mesafe ikilinin hızlı yürümesi ile daha da kısa hale gelmiş ve yol boyunca ayak seslerinden başka bir ses duymamışlardı.
Şirkete girdiklerinde ikiside kendi odalarına çekildi ve günden mütevellit konuşmalarının yoruculuğuyla birbirlerinden habersiz ikiside kendini koltuklarına attı.
İkiside birbirinin farkında olmadan derin yaralarına tuz basmış ve birbirlerini yakmışlardı. İkiside koca bir bilinmezliğin içinde savruluyorlardı ve görünen o ki o bilinmezliğin içinden birbirlerine sıkıca tutunarak çıkacaklardı...
***
Nihayet düşünceli ve yorucu bir günün daha sonuna gelmişti. O kadar yorulmuştu ki artık ayaklarının bedenini taşıyamadığına adı kadar emindi.
Neyse ki artık işleri bitmişti ve çıkış saatinin son dakikalarındaydı. Hemen çıkabilmek adına eşyalarını topladı ve çantasını eline alarak telefonun saatine baktı.
Saate bakarken kapısı tıklandı ve gel demeye kalmadan Adil Bey kapıda belirdi. Sahra adamın içeri girmesini izlerken aklından geçirdiği tek dua son dakika herhangi bir iş için gelmiş olmamasıydı.
"Çıkıyor muydun Sahra? Tam zamanında yakaladım seni."
Genç kız korkuyla kaşlarını çatarken adamın ne için geldiğini merak ediyordu.
"Evet Adil Bey çıkacaktım. Bir şey mi oldu?"
"Haa yok bir şey olmadı da ya Nur'la Alin hastahanedelermiş onları alacağım. Seninle de eğer müsaitsen dışarıda oturup bir kahve içmek istiyorlarmış onu söylemeye geldim."
"Hastahane mi? Birine bir şey mi oldu?"
Adil Bey, ellerini hızla hayır anlamında salladı.
"Hayır, bir şey yok. Akşam ki misafirimize geçmiş olsun demek için gitmişler."
Rahat bir nefes alan kız bir hasta vakası daha kaldıramayacağından ötürü paniklemişti.
"Doğru ya unutmuşum.."
Boş gözlerle Adil Beye bakan Sahra birkaç saniye sonra adamın beklenti dolu bakışlarını fark edince küçük bir el hareketiyle alnına vurdu.
"Kusura bakmayın bugün yorgunluktan ne yaptığımı bilmiyorum."
Durumunu hoş gören adam genç kızı zorlamamak adına teklifinde ısrar etmedi.
"Sorun değil. Sen iyi değilsen kızlara müsait olmadığını söylerim."
Adamın yanlış anlamasından çekinerek hızla söze atıldı.
"Hayır, hayır sorun değil. Gelebilirim, hem hastanıza bende bir geçmiş olsun derim. Sizin için sorun olmazsa."
Adil bu kızın içten tavırlarını seviyordu. Yaşına göre olgun davranması ve yapılması gereken şeyleri önemseyip yapması gerçekten takdire şayandı.
"Aksine daha çok memnun oluruz. İstersen direkt benim arabayla geçelim."
"Tamam, olur."
Beraber şirketten çıktılar ve valenin Adil Beyin arabasını getirmesini beklerken kısa bir sohbete tutuldular. Araba gelince vakit kaybetmeden bindiler ve çokta uzun olmayan bir yolculuktan sonra hastahanenin önünde durdular.
Sahra, Nur'u ve Alin'i görecek olmanın sevinciyle tüm yorgunluğunu bir kenara atmış ve şimdiden yüzü gülmeye başlamıştı. Sahra, Sargun ailesini gerçekten çok sevmişti ve bu sevgi yavaş yavaş katlanarak artıyordu.
"Geçelim.."
Adil Beyin önden yol vermesi ile düşüncelerine ara verdi ve adamın yönlendirmesi ile asansöre bindi. Katlar hızla yukarı çıkarken hastahanenin kokusunu buram buram alıyordu.
Asansör durup kapılar açıldığında çıktılar ve Adil Beyin devam eden yönlendirmesi ile odanın önüne gittiler. Adil Bey odayı bildiğine göre muhtemelen daha önce gelmiş diye aklından geçiren kız Adil Beyin kapıyı tıklayıp içeri girmesi ile bir adım gerisinde kalarak Adil Bey'in geçmesini bekledi.
"Ooo, bakıyorum hastamız iyileşmiş. Maşallah turp gibi."
Sesi duyan adamın yüzünde güller açarken evladı yerine koyduğu adamın neşeli sesi adama anında moral olmuştu.
"Dalga mı geçiyorsun lan sen benimle?!"
Adamın sahte kızgınlıkla söylediği cümleye Adil güldü ve öne doğru bir adım attı.
"Tamer abi lan'lı lun'lu konuşmaya başladığına göre bu tamamen iyileşmiş demektir."
Ortamdaki kadın ve adamların gülme sesleri birbirine karışırken Tamer Bey büyük sürprizden habersiz keyif çatıyordu.
Kahkahasının arasında Adil'in yanına yaklaşmasıyla kapının önünde beliren kız adamın gülüşünü yüzünde dondurmuş ve adeta nefesini kesmişti.
Bağlı olduğu makinadan kalbinin ritminin değişmesiyle hızla ve ard arda ötmeye başlayan ses herkeste panik dalgası oluştururken adam kimseyi duymaksızın karşısındaki kıza odaklıydı.
İki gündür hayatı ona zehir eden kıza. İki gündür canıyla cebelleşmesine sebep olan kıza. İki gündür yüzündeki gülümsemeyi solduran kıza...
Makinanın sesi arttı, yanında ki insanların sesi arttı. Adamın nefesi kesildi, yanındaki insanların nefesi kesildi.
Ve bunlar henüz hiçbir şeydi.
Tamer Bey yıllarca kaçtığı bedelden şimdi gelip onu bulmasıyla sınanıyor ve onu bitirmeye ant içmiş bedele arsızca kafa tutuyordu!
Ama bilmediği bir şey vardı; bu sefer kaçamayacaktı!!!
Tepkiniz nedir?
Beğen
2
Beğenmedim
0
Sevdim
1
Eğlenceli
0
Sinirli
0
Üzgün
0
Vay
0