NOVELLA

EdebiyatBlog Yazarlık Eğitimi Yazarlarının Kalemlerinden...

Şubat 1, 2022 - 15:29
Şubat 1, 2022 - 15:59
 1

1. Seri Katil Ela Gözlü

Yedi sekiz senelik evliydi

Eşi ummazsın başka kollara kaçmıştı

Durmazsın aramışlar aramışlar bulamamışlar 

Çıkmaz sokaklarda 

Çocukları varmış 

Anneleri tarafından terk edilmiş

Başka kollara kaçtığından haberi olmayan pırıl pırıl çocuklar idi.

Gece karanlıklarda parlayan ela gözleri 

Saçlarına hafiften karlar yağmaya başlayan 

Parmakları simsiyah olmuş tamirci çırağı 

Hem çocuklarına yetinmekle meşgul hem de ummazsın kaçmış eşini aramaktan bıkmayan fani meçhul 

Derin devlet işleri gibi işlere karışmış

Çok sevdiği eşi için yıllarını vermiş bulmak için

Gizli gizli sevdasından elleri kan revan içinden çıkmış 

Geceler boyu çocuklar uyuduktan sonra 

Çıkmaz sokaklara giden

Eşini bulunca 

Deli divane aşkından yere yığılıp kalan 

Ela gözlü seri katil olmuştu aşkı için

Ne yazık ki ölüm gelmiş kapısında bekliyordu…

Meltem Güdemezoğlu

2. İnci Tanem

Koca adam olmasına rağmen, dudaklarını uzatarak nefesini veriyor, adımlarından gelen sesi dinlerken, nefesiyle şekiller oluşturmaktan hala zevk alıyordu. Artık genç değildi; hatta orta yaşları geçmiş, yaşlılığa doğru emin adımlarla ilerliyordu.

Elleri ceplerinde, ince ince yağan karın altında ne zamandan beri yürüyordu, ayırdına varamadı; ama eve geldiğinde vakit hayli geçti. Üzerindeki karları hızla çırpıp evine girdi. Her zaman ki gibi terliklerini giydi, kabanını astı, beresini çıkarıp vestiyerin üzerine koydu. Bütün bunları yaparken gözü yan tarafta duran aynadaki görüntüsüne kaydı. Bir zamanlar sık ve gür olan kumral saçları yer yer seyrelmiş, bir bakışı ile pek çok kızı etkileyen, hatta şiirlere ilham olan ela gözlerinin ışığı sönmüş, çevresindeki çizgiler daha da belirginleşmişti. Tam, artık ben de yaşlanıyorum, diyecekken; aynaya göz kırpıp, n’aber delikanlı?, diye gülümsedi. Acıkmış olsa da ayakları onu salonda, pencerenin önünde duran berjere götürdü. Emekli olduğundan bu yana vaktinin çoğunu burada geçiriyordu. Boş bir çuvalın devrilmesi gibi kendini koltuğa bıraktı. Odanın sıcaklığı ile yorgunluğu da birleşince üzerine çöken rehavete teslim olan gözleri yavaş yavaş kapandı. Ne kadar süre orada öylece uyudu bilmiyordu. Gözlerini karşı köşede bulunan plakçıdan gelen Tarkan’ın İnci Tanem şarkısının sözleri ile açtı. Bir süre nerede olduğunun farkına varamadı, sağına soluna baktı. Farkına vardığı tek şey, Geçici bu ayrılık, bir rüya farz et, ümidimiz muradına erecek sabret, sözleriydi. Hiç sırası mıydı bu şarkının hem de yıllar önce hit olan bu şarkının, bu akşam, bu yorgunluğun üzerine çalınması. Tam da beklenmeyen şekilde emekli olma kararı ile yeni hayatına alışmaya çalışırken, tam da onu yalnız bırakan, eleştiren, suçlayan çevresindeki insanlara, bakın dimdik ayaktayım ve yine ben haklıyım, demek için fırsat kollarken, bunun savaşını verirken, sırası mıydı bu şarkı? İrkildi, ürperdiğini fark etti, yerinden kalkmakla kalkmamak arasında gidip geldi. Aksayan bacağına eliyle destek olarak doğruldu, komodine doğru ilerledi , çekmeceyi açtı, el yordamı ile çekmeceyi bir süre kurcaladı, işte orda, hala eski yerinde duruyor, dedi. Aldı, yerine bıraktı, tekrar parmaklarının arasına aldı, bir süre öylece durdu çekmecenin başında. Kendi suçu, kendi zayıflığı, bunda senin bir suçun yok, diye tekrar tekrar telkin etti önce kısık, sonra git gide yükselen bir sesle, ta ki gözlerinden yaş gelene kadar. Nihayet çekmecenin içinden ses kayıt cihazını aldı. Tekrar pencerenin önündeki berjere oturdu. Sokaktan hala bangır bangır, sabret İnci Tanem, sabret, bekle beni, sözleri yankılanıyordu. Bir süre ses kayıt cihazı parmakları arasında durdu. Parmakları ses kayıt cihazının üzerinde gezerken, kekremsi bir koku geldi burnuna, tıpkı kızıl saçlı, esmer tenli, mavi gözlü öğrencisi Hayat gibi. Fakültede üç dönem dersine girmişti. Hırslı, başarılı, kendine has çekiciliği olan bir kızdı. Akademik kariyer yapmak istiyor, bu yüzden de verilen her görevi şikayet etmeksizin yerine getiriyor; ama nedense Hayat’ın bu çabası onu çok rahatsız ediyor, her seferinde daha da zorlayıcı görevler veriyordu. Hoş, tuhaf bir şekilde hiçbir öğrencisinin başarısından memnun olmuyor, dersine girdiği öğrencilerin başarısızlığından mutlu oluyor, böylelikle kendi zekasına kimsenin ulaşamayacağını düşünüyordu. Özellikle akademik kariyer için çalışan öğrencilerine ekstra çalışmalar, zor görevler veriyor, her birini kendine rakip görüyordu. Hayat da inatla tüm zorlamalarına rağmen çalışıyor, bütün rencide edici sözlerine kulak tıkıyordu. Bazen öyle ileri gidiyordu ki, işte bu son artık bu kadarına dayanamaz, pes eder, diyordu. Çoğu zaman odasından gözleri dolarak çıkan Hayat’ın arkasından kahkahalar atıyor, büyük zevk alıyordu. Hiçbir öğrencisi bu kadar direnememişti, hepsi vaz geçmişti; ama o, o bir türlü vazgeçmiyor, direndikçe direniyor, daha da hırslanıyor, verilen her görevi yerine getiriyordu. Aralarında gizli bir güç savaşı vardı sanki ve kaybetmeye hiç niyeti yoktu. Fakültede öğrencileri ile yaşına, mevkiisine yakışmayan iteleşmeler yaşarken, bencilliği yüzünden özel hayatı da arapsaçına dönmüş, eşi evi terk etmişti. Özel hayatındaki tersliklerin de acısını öğrencilerinden çıkarmaya, bazen öğrencilerine hakarete varan cümleler kurmaya başlamıştı. Bunu özellikle de Hayat’a karşı yapıyordu. Hayat bazen bir başkaldırı ile ağız dalaşına giriyor, bazense susmayı tercih edip sadece dinliyordu. Bütün zorlamalarına rağmen, öğrencisini pes ettirememiş ve üçüncü dönemin sonuna gelmişlerdi. Artık fakültenin son dönemiydi, son sınavlar yapılmış; mezun olacaklar ile fakültede kalacaklar belli olmuş, mezuniyet için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Son dersini yapacak, başarılarından değil, başarısızlıklarından mutlu olduğu öğrencilerini mezun edecekti. O gün son kez kendince Hayatla dalga geçecek, sınırlarını zorlayacak, ona küçümseyen gözlerle bakacak, onu hor görmenin sonsuz zevkini yaşayacaktı; olmadı; çünkü Hayat derse gelmedi. Bu duruma canı sıkılmıştı, kendini büyük bir zevkten mahrum bırakılmış gibi hissetti.

Nihayet son ders bitmiş ve sınıftan çıkıp keyifsizce odasına gitmişti. Kapıda durup odaya şöyle bir göz gezdirdi her şey bıraktığı gibi yerli yerinde duruyordu. Tek olağan dışı olan masanın üzerinde duran ses kayıt cihazıydı. Eline aldı, evirdi çevirdi teknoloji ile arası pek hoş değildi, nereden açıldığını bulabilmek için epeyce uğraştı. Sonunda açmayı becerebilmişti. Önce kulağına İnci Tanem’in müziği, ardından titrek bir kız sesi geldi, ses Hayat’ a aitti ve ertesi gün bütün fakülte bu olayla çalkalanacaktı.

Serap Ökşaksin

3. Son

Gözleriyle süzdüğü, henüz sabah saatlerinde bir tahtadan ibaret olan fakat şu an isteği gibi son öğrencisinin ona anımsattığı şekli, salyangozu bitirmesi için son hamlesini yapmalıydı. 

Okulda bir daha öğretim üyesi olmadığını garantilediği günden beri yaptığı şeyi yeniden yapmak için üzerinde duran’ ben pahalıyım’ diye bağıran takım elbisesini çıkardı. Kısık ela gözleri sinsice düşüncelere dalarken tek kaşını havaya kaldırdı. Kendi içinde bir plan hazırlıyordu. O zaman bulduğu oyun ile ruhlarını sakladığını inanarak öldürdüğü on yedi öğrencisini, son hamlesi ile tamamlamış olacaktı.Plan çokça basitti. Ya da bunca zamandır süregelen ömründe sadece hayatını kendine ve düşüncelerine adayan bir adam için basitti en azından. Siyah lekeler ve oldukça yoğun tozdan mide bulandırıcı pencereden çalışma masasına doğru yöneldi.  Sol ayağının topallaması epey canını sıkıyordu. İçinden bir küfür savurarak kahverengi  deri koltuğuna yavaş adımlarla yürüdü.  Kısık ela gözlerini sol bacağında gezdirirken aklındaki düşünceleri onaylar gibi başını salladı. Sol eliyle masanın kenarından destek alarak kendini koltuğa bıraktı. İnce, uzun şişe içinde duran içkisini tek yudumda bitirirken dudağının kenarına bi gülümseme yerleştirdi en tehlikelisinden. Ve planı hazırdı. Yetim olan öğrencilerine duyuru yaparak bir eğlence merkezine götüreceğini söyleyip, nefsine hakim olamayan annesi babası olduğu halde yokmuş gibi davranan 18 öğrencinin her gün birini bir yere götürüp bir daha da geri getirmemek. Canice planını bir saniye düşünüp tereddüt etmeden uygulamaya başladı. Her gün bir öğrenci, nereye götürüldüğü, nasıl ölündüğü bilinmeden canice katledildi. Kim tarafından bu cinayetlerin işlendiği bulunamayan cinayetler ve bir seri katil.  Bilinmeyen Ruhları evinin ön cephesinde bulunan iri camın mermerine dizilmiş temsili tahta oyuncaklarda, ölü bedenleri ise gittikleri eğlence merkezinin en yakınında bulunan çöp konteynırlarındaydı. Henüz on dakika kadar önce hayattayken şu an ölü bir kişiyi temsil eden son öğrenci Özgür, geniş salonda atmayan kalbi nefesiyle aynı oranda çalışarak yatıyordu. Ciğerleri keskin kan kokusuyla doldurup elindeki bıçağı alarak Özgür’ün bedeninin yanına gitti. Önce sağ sonra sol olmak üzere iki bileğinide derinlemesine kesip akan kanı irice bir kaba doldurdu. Bunca zamandır sakinleşmek için tek yaptığı şey, kanın akışını izlemekti. Bu adam için vazgeçilmez bir terapiydi: KAN! dehşet verici derecede zevk alıyordu. 

Kap erekli seviyeye kadar dolunca ayak ucunda duran çantadan sargı bezini ve pamuğu çıkardı. Sonuçta bedeninde bulunan uzuv eksikliğini ön planda tutarak onu buradan kendisinin çıkarmasının olası olmadığını gayet tabi farkındaydı. Her şeyi en ince detayına kadar düşünür, işini büyük bir ustalıkla arkasında iz bırakmadan hallederdi topal cani adam. 

Mavi, akıllı telefonu eldivenli olan eliyle kavrayıp kendine çevirdi. Ambulansı arayıp gerekli bilgileri verdikten sonra telefonu Özgür’ün cebine koyup salyangoz sembolünü kan dolu kaba atmıştı. Gerekli yazıları okuduğunda tıpkı daha önce yaşadığı on yedi kan dolu kapta hissettiği duyguyu vücudunda hissedemediğinden gözlerini açtı. Keskin bir ağrı şakaklarından ayak parmaklarına kadar uzanırken bedeni yerle buluşmuştu. Soğuk, ürpetici derecede soğuk olan bu yer bedenindeki ağrıyı kat kat artırmaya yetmişti. Sol eli kumral saçlarına doğru uzandı. Hafif tombul parmakları beynindeki ağrıyı geçirmek için bir halta yaramıyordu. Gücsüzce elini aşağı indirdi. Yıllardır aklına kodladığı bütün düşünceler birer birer zihinden yok olurken olmasını istediği değilde olacağının ihtimalini vermediği o şeyin gerçekleştiğini anlamıştı. Özgür’ün ruhu temsili sembol yerine, onu o temsili sembolü sıkıştırmaya çalışan bedenin içine girmişti.Düşünebildiği ve aklına gelen her ihtimalin sonunda elde ettiği tek şey başarısızlıktı. Özgür’ün ruhunun onu yönlendirdiği tek fikri olabildiğince elese de yapabileceği başka bir şeyin kalmadığının gayet farkındaydı. 

Kendi için hızla bir figür oluşturup boş bir kabı oturduğu sandalyenin yanına bıraktı. Kendisi için öngördüğü sembol bilenmiş bir bıçak olmuş onu kaba bıraktığında derin bir nefes alarak masadaki jilete uzanmıştı. Özgür’e uyguladığı aynı metodu kendine de uygulayıp arkasına yaslandığında işin sonunda hayatta kalacağına fazlasıyla emindi. Büyük bir gururla bürünmüştü zihni. Çünkü her şeyi başaran, planlarını tıkır tıkır ilerleten, kendini en tepede görendi bu adam. Fakat o istenmeyen şey olmuştu. Bu sefer başarısızlığı ele almıştı. Ne kadar kabullenmek istemesede. 

Özgür’ün ruhu kan damlayan kap ile oradan ayrılırken onun bileklerini sarıp kurtulması için gücü kalmamıştı. Adeta tükenmişti. 

Duyduğu bir kaç hışırtının ardından kulaklarına dolan ambulans sesi ile zihni kapanırken, tıpkı diğer on sekiz öğrencisi gibi onun için de iş işten geçmişti. Geniş salonda iki cansız beden kan revan içinde yatarken bu sefer o SON yazısı ikisi için yazılmıştı.

Duygu Uzun & Asiye Müftüoğlu

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

EdebiyatBlog Dünyayı değiştiren hikayeleri, sesleri ve bakış açılarıyla dünyanın dört bir yanındaki sanatçılar EdebiyatBlog'da bir araya gelerek bu inanılmaz ütopyanın kalbinde yer alacak...